(Kudüs Zeytindağı)
Kudüs’den çıkmak oldukça kolay oldu. Bir iki çıkış ve inişten sonra yol rahatlıyor. Kırmızı ışıklarda durduğumda İsrail vatandaşları arabadan tebrik çığlıkları atıyor veya araç kornaları ile tebrik ediyorlar. Şaşırtıcı? Facebook ve sayfamda paylaştığım fotoğrafların altına yapılan onlarca yorum arasında “ABİ ACABA SANA NASIL DAVRANACAKLAR? Bisikletin arkasında kocaman Türk bayrağı var” soruları da yer alıyordu. Göreceğiz bakalım nasıl davranacaklar. Şimdilik iyi gidiyor gibi.
Batı Şeriya’ya nereden nasıl gidiliyor acaba? Güneye doğru inerken dikkat ediyorum şehrin dışına doğru kilise sayıları da artıyor. Sağda solda hep azizlerin kiliseleri var. Hatta bir kazı alanı da gördüm, henüz çalışmalar devam ediyor. Roma döneminden kalma bir yer olduğu belli. İlerlediğim yolda oldukça iyi bisiklet yolu mevcut. O olmasa bile emniyet şeridi var.
Bir süre bu yolda ilerleyince o Filistin ile İsrail’i birbirinden ayıran duvarın olduğu yere geldim. Ahaaa işte burası. Almanya’da pedallarken Doğu Almanya Batı Almanya arasındaki duvarın kalıntılarını görmüştüm. Baba o duvar bunun yanında çit gibi kalmış. Bu ne lan? Gelecekte yıkmaya çalışsan bile öyle kolay kolay yıkılmayacak bir şeye benziyor, vay babam vay. İyi bok yediniz halkları böyle birbirinden ayırarak. Ortamda neler dönüyor bitiyor, girelim bakalım içeri. Alanın tam ortasında bir kulübe ki tankla topla füze ile sanırım o da yıkılmaz.
– Baba selam ne haber?
– Pasaportunu ver.
Pasaport sistemde kontrol edildi. Başka hiçbir soru sormadan kapı açıldı ve içeri aldılar. Düşündüğümden çok daha kolay oldu bu olay.
Duvarın öbür tarafına geçtiğimde karşıma Leyla Khalid’in grafitisi çıktı, hummm. Üniversite yıllarında Filistin ve İsrail tarihini merak edip biraz okumuş, bir kaç makale, yazı araştırma yapmıştım. O zamandan kendisini öğrenmiştim. Duvar boyunca belli aralıklarla bölgede neler yaşandığına dair, özellikle de İsrail askerlerinin neler yaptığını İngilizce anlatan geniş metal plakaları duvarlara asmışlar. Tam da otobüsteki insanların okuyabileceği yükseklikte tutulmuş. Haliyle alandan çok fazla turist otobüsü geçiyor ve burada neler olup bittiğini Filistin vatandaşından öğrenmeleri lazım.
Batı Şeria tarafında yaşayanların büyük çoğunluğu duvarın öbür tarafına yani Kudüs’e gidemiyorlar. Mescid-i Aksa ve Kubbet-üs Sahra tepeden gözüküyor. Mesafe 20 kilometre yok. Bu bölgede yaşayan bazı vatandaşların belli saat aralıklarında Kudüs’e gitmelerine, orada çalışmalarına izin veriyorlar. Yanlış hatırlamıyorsam 50 yaş üstündeki Filistinliler duvarın öbür tarafına geçip ibadete Kudüs içine gidebiliyorlardı. Ayrıca Ramazan ayında da daha fazla insanı otobüs şirketleri ile kontrollü bir şekilde ibadet için Kudüs’e götürüyorlar. Fakat oradaki bir arkadaşımdan aldığım habere göre geçenlerde (Temmuz 2015) kapıda bir sıkıntı yaşanmış ve bir Filistinli kadın İsrail’li bir askeri bıçaklamaya çalışmış. Hal böyleyken kapılar tekrar kapatılmış. Bu coğrafyada neyin ne olduğunu anlamak çok zor. Bir Müslüman olarak ben böyle bir riske girmezdim? Neden mi?? Eee şimdi kimse gidemiyor Kudüs’e. Kapılar tüm Müslümanlara kapatıldı. Ramazan ayında neden böyle bir risk alsın ki bir müslüman? Bir oyun var gibi. Bölgede artık kaba kuvvetle adam öldürmekle bir yere varılamayacağını İsraillilerin anlaması lazım. Filistinlilerin de bu baskılar sonucunda oyuna gelmemesi gerekiyor. Eee şimdi adam “Bakın biz gayet güzel her şeye izin veriyoruz fakat onlar saldırıyor” diyor. Bu olayın birebir nasıl yaşandığını bizzat gözlerimle Kudüs içinde gördüm. Bir önceki yazımda da anlatmıştım.
İçeriye girdikten sonra ortam hemen değişti. Arap coğrafyasına geldiğim hemen anlaşılıyor. Neden?? Çünkü her zaman olduğu gibi pis arkadaş, yani yapacak bir şey yok. Genlere işlemiş bu durum. Bu çevremizi, sokağımızı, yeşil alanları, çölleri temiz tutalım adabı maalesef bu kültürün insanında yok. Bak bu 5. Arap ülkesi yol anılarımda, bu temizlik sorunundan hep bahsetmişimdir. Hep aynı daaa.
Çarşı pazarın arasından geçtikten sonra da Beytüllahem’in şehir merkezine doğru yaklaşıyorum. Ama dur önce bir şeyler yiyeyim karnım çok açıktı. Hah bir dönerci.
– Selamün Aleyküm.
– Ve Aleyküm Selam.
– Lavaşarasıbir döner alabilir miyim?
– Tabi ki de…Türk müsün?
– Evet.
– Müslüman mısın?
Bisikletle dünyayı gezerken dinimle ilgili soru sorulan ülkeler: Türkiye, Almanya (Türk vatandaşlarımız sormuştu), Fas, Cezayir, Tunus, Ürdün, Filistin. Sanarsın dünyanın geri kalanı dinsizdi. Ne yapacaksın benim dinimi inanışımı? Benim de en nefret ettiğim sorudur dinimle ilgili soru sorulması. He evet Müslümanım dedim. “Ben de Hıristiyan’ım” dedi. Bak şimdi olay da daha enteresanlaştı. Yolculuğumda ikinci defa Arap bir Hıristiyanla tanıştım, sohbet ediyorum ve bana dinimi soruyor. Demek ki bu soruyu sormanın temelinde dini bir sebep yatmıyor. Tamamen kültürel bir deformasyonun yan etkisi. Yukarıda saydığım ülkelerin kültürüne yerleşmiş. Avrupa ve Asya da kimse sormamıştı
– Dostum iyi kalpli insanlar olmamız yeterli. Hangi dinden olduğumuzun hiçbir önemi yok.
Bana hak verir şekilde kafasını salladıktan sonra. Türkiye’den bisikletle gelip gelmediğimi sordu. Türkiye’den geldiğimi söyleyince arkadaşlarını çağırıp bisiklet önünde kendilerini çektiler. Bir iki meyve suyu ikram edip beni öyle uğurladı. Bu kadar işte. Kalbin güzel olsun kafi.
Şehir merkezine doğru pedallıyorum, kalabalığı görünce aralarına kaynamaya başladım. Hedef Hz İsa’nın doğduğu kiliseye gitmek. Neydi adı neydi adı….. Hah tabela yardımıma yetişti: Church Of The Nativity. Doğuş Kilisesi. Aboo kapının önü kalabalık. Bisikleti kilisenin önüne bırakıyorum. Rehberler hemen yanıma geliyor ve kendilerine ihtiyaç duyup duymadığımı soruyorlar.
– Çok teşekkür ederim. Telefonumda wikipedia’yıaçıp oradan okuyarak gezmeyi tercih edeceğim. Bisikletle dünya turundayım. Ekstra harcama yapacak param yok.
Anlayışla karşılıyorlar ve kilisenin dışındaki alanda soluklanmak için bir süre kendileri ile oturuyorum. Bu arada insanların kiliseye girdiği kapı hemen dikkatimi çekiyor. Kapı küçültülmüş. Kapının normal boyutu kolon kirişten belli oluyor, sonrasında birileri kapıyı oldukça küçültmüş. Hazır rehberler yanımdayken bu kapının neden orijinal halinde bırakılmadığını soruyorum? Osmanlı döneminde kapının boyutu küçültülmüş; sebebi de içeriye atla girilmesini önlemek. Eğilip kapıdan geçmemizin sebebi de saygıdan. Hz. İsa’nın doğduğu mekana giriyoruz. Vay beee derken telefonun zili ötüyor? Hayırdır İnşallah
Haydaaaaa… Lan bugün Türkiye Shimano ile Skype’da toplantım vardı. Hepten unuttum. En tepedeki yetkili ile kurmayı hayal ettiğim bisiklet takımı için bir sponsorluk görüşmesi yapacaktım. (2011 yılında Demir Atlı Adam logosundaki bisiklet, bu takım için yapıldı ve tescillendi) Evet evet Yaklaşık 4 senedir bisiklet takımı kurmayı hayal ediyorum. Bu hayalimden hayal ortaklarımın da en başından berı haberi var. Fakat imkan olmayınca bu haltı beceremiyorum. Ama en azından uğraşıyorum. Kaçarı yok, bir gün olacak 🙂 Toplantı Doğuş Kilisesi’nin önünden görüntülü şekilde gerçekleşecek. 5 dakika sonra aradım hop yetkili karşımda. Selamlaştıktan sonra muhabbete girdim. Kuracağım bisiklet takımı için tüm bisikletlerin Shimano parçalarını istiyor ve uzun vadeli bir sözleşme talebinde bulunuyorum. Neler olacağını da anlatıyordum ki tam o sırada kilisenin önünde ilginç bir manzara ile karşılaştım. Yaklaşık 300 kadar Filistinli başları örtülü kız öğrenci, Hz. İsa’nın doğduğu kiliseye ziyarete gelmişlerdi. Hemen o anı, telefondaki yetkiliye gösterdim. Onlar da benim gibi çok şaşırdılar. Yani O an ortamda barış, huzur her şey vardı. Hıristiyanlar, Müslümanlar ile birlikte bu kutsal mekanı geziyorlardı. Sonrasında toplantıya geri döndük, karşılıklı neler yapabiliriz bunlar konuşuldu. Aradan 2 hafta geçtikten sonra Shimano Türkiye’nin projeme ayıracak bütçesi olmadığı gene telefon konuşmasıyla söylendi. Canları sağ olsun en azından denedim, başka bir sefere tekrar denerim. Ben elimden geleni yapıyorum.
Beytüllahem’de bir aşağı bir yukarı gidip durdum. Kilisenin hemen yukarı tarafında Hz İsa’nın annesi Meryem’in Hz. İsa ya baktığı yer de var. Oldukça kalabalık. Özellikle Hindistanlı ve Pakistanlı sayısı çok fazla. Sokaklarda hınca hınç dolu. Hava kararmaya yakın şehrin ara sokaklarında pedallamaya başlıyorum. Bu noktada ehir merkezinin içi nispeten daha derli toplu. Bazı tarihi binalarda restorasyon çalışmaları var. Bu alanlar biraz da turistik merkezler.
Ülkenin güneyine doğru iniyorum inmesine de ara yol hangisi, hangi yoldan ineceğim derken Husan diye bir kasaba haritada gözüküyor. Oraya gideyim. Sağa sola bakınırken bir yola girdim. 900 metreden beni döndüre döndüre 400 metreye kadar attı. Len bu yolun böyle olmaması gerekiyordu. Haritada düz bir yol gösteriyordu. Manzanra gayet güzel. Orman, ufak ufak köy evleri. Gün batımına doğru ortam da çok güzel gözüküyordu. Haritayı açtım baktım. Hasiktir baya aşağı inmişim yaaaa. Aboo yol da yok bağlantı da yok, geldiğim yolu geri mi çıkacağım şimdi? Oy oy oy….
Dur en azından şu kasabaların arasından sıyrılıp ormana gideyim de orada kamp atarım veya dur ya birine söyleyeyim de beni evine misafir etsin. İyicene yüzsüzlüğe vurdum artık : ) Bunları düşünürken Battir Köyü’ne girdim ve ortam bir anda değişti. Yollar temiz, her evin önünde çöp kutuları var. Bağlar yapılmış farklı bir köy. Ama ne olur ne olmaz hazır şurada market var bir iki sebze alayımbelki arazide akşama yemek hazırlarım.
Marketin önüne bisikleti park ettim. Sahibi beni gördü. Türk müsün dedi? Evet diyince bir sarıldı öptü. Gülümsedim. Hemen bir tabure çekti. Arapça biliyor musun diye de sordu hayır dedim. Çat pat İngilizce konuşarak anlaştık. ‘Erdoğan Erdoğan bir numara!’ yapıp durdu. Akşam yemeği için alacaklarımı söyledim. Ne istersen al dedi. Yok desem de bir türlü parayı kabul ettiremedim. Bu arada dükkkanda yer alan birçok ürün Türkiye’den gelmeydi. Çok ilginç, bunca Türk malı bu noktaya nerden geliyor yahu. Sanarsın Türkiye’de bir köyde markete girdim. (Bu arada Filistin ve İsrail Marketlerinde mutlaka ama mutlaka Türk ürünleri mevcut. Hatta bazı ürünlerin Gazze den geldiğini öğrenince çok şaşırdım. Nasıl yahu?) Alacaklarımı aldıktan sonra market sahibine civarda kalacak yer var mı diye sordum. Çadırı kuracağım bir alan lazım. Birinin bahçesine girip çadır kursam fena olmaz hai. Ormana gideyim desem 250 metre daha aşağı inmem gerekecek.
Hemen yan tarafta “Sultan Hand Made Art” tabelasını gösterdi. Bisikleti kapının önünde bırakıp beraber o dükkana gittik. Kapıyı sahibi açtı. Merhabalaşma faslından sonra adının Sultan olduğunu öğrendim. Eh benim adım da Khan (Araplar Gürkan diyemiyor. Kan-Khan daha rahat diyorlar. Eee Khan ne demek? Arapça Bir nevi sultan demek. Sultan anlamına gelir dedim mi de çok seviniyorlar. Bu yüzden Arap coğrafyasında adım Khan olarak biliniyor. Neyse kendisi ‘Burada guest house ( misafir evi) var. seni orada misafır edelim madem Türkiye’den geldin.’ dedi… Guest House mu? Burada? “Evet bu köy farklıdır Khan” dedi. Tabi bu saten sonra Hava karardığından köyde ne var ne yok pek dikkat edemiyorum. Neyse dedikleri yer herhalde derme çatma bir yerdir diye beklerken Bodrum’daki villalar gibi bir yer çıkmasın mı! : ) Bana verdikleri geniş oda da bir tane çift kişilik iki tane tek kişilik yatak, kocaman bir banyo. Bir de demesin mi komşuların var. Fransız ve Ispanyol. Açık söylemem gerekirse yukarıdan aşağı inerken böyle bir yerle karşılaşacağımı hiç beklemiyordum. Fakat Filistin Batı Şeria’da bazı bölgelerde evlerin içi şaşırtıcı derece çok güzel. Dışarıdan binalar pek bir şeye benzemese de içerde bir zenginlik var. Eşyalarımı odaya bıraktıktan sonra Sultan’ın dükkana geri döndüm.
Sultan Battir’de doğmuş büyümüş, 42 yaşında. Dedim ya bu köy biraz farklı, temiz diye. Hah sebebi kendisiymiş. Bu kasaba eskiden çöplük içindeymiş. Bu çöp alanlarından doğal tarım alanları oluşturmuş, halkı bilinçlendirip çevreyi ve doğayı nasıl temiz tutacaklarını anlatmış. Roma döneminden kalma asma bahçeleri de restore etmişler. Alttaki ormanda doğa yürüyüşçüleri için patikalar yapılmış. Kendisi de el işçiliği ile yaptığı sanat eserlerinin Kudüs pazarlarında satışını yapıyor. Dükkanlarda gözüken Kubbetüs Sahra kabartmaları buradan çıkıyormuş.
Vay be. Sonra köyün hemen alt tarafında Eski Hicaz demiryolunun bir uzantısının olduğunu da öğreniyorum. Hatta İsrail hatları yenilemiş, hem yolcu hem yük taşınmasında kullanıyor. En azından birileri var olan hattı kullanmayı akıl edebilmiş tebrikler.
Önceleri aşağıda istasyon da varmış. Onu yıkmışlar yerine bir yapı yapılmış da içinde ne olduğunu anlamadım. Civarda bir tane de Osmanlı’dan kalma bir kule var. Sultan o kadar çok şey anlatıyor ki benim gözler kapanıyor. Parmaklarımla geri kaldırıyorum.
– Hadi ben yatmaya gidiyorum. Bu köyün hikayesini sevdim yarın da burada kalacağım.
– Ahh Khan çok sevindim. Tamam o zaman yarın kaldığımız yerden devam ederiz. Sabah dükkana gel, seni birileri ile tanıştıracağım.
Tamam deyip yanından ayrıldım ve kalacağım yere gidip bir güzel uyudum.
Sabah her zaman olduğu gibi saat 5:00’da kalktım. Çadırda yatmam veya bina içinde yatmam pek bir şeyi değiştirmiyor. Her zaman oldukça erken kalkan biriyim. Gecelerin adamı olduğumu pek söyleyemem, saat 23:00’da pil biter.
Balkona çıkıp şöyle bir ortama baktım. Hava güzel. Bir şeyler atıştırıp fotoğraf makinamı da yanıma alıp dışarı çıktım. Önce aşağıdaki zeytinliğe gittim. Sonra da sağ tarafındaki şu Osmanlı Kulesi’ne bir bakayım. Tam fotoğraf çekeceğim sırada bir baktım ki pil bitmiş. Hayda lan telefonu da yanıma almadım tüüüü.. Oluyor böyle aksilikler arada bir. Bazen fotoğraf makinasını bekleme modunda unutuyorum. Neyse daha sonra gene gelirim. Yukarı doğru geri çıkarken okulda çocukların sesini duydum. Du bakalım o tarafa doğru gideyim. Ama önce gidip şu telefonumu alayım. En azından o yanımda bulunsun. Şimdi okula fotoğraf makinası ile gidip insanları ürkütmeyeyim.
Okulun hemen girişinde bir uyarı levhası var. “Silahla girilmez”. Bahçeye giriyorum bir anda bütün çocukların ilgisi üzerime dönüyor. Bağrışlar çağırışlar derken bir öğretmen geliyor. Kendimi tanıtıyor ve ne yaptığımı anlatıyorum. Öğretmen de sağ olsun okulu bana gezdiriyor. Kasabanın iki tane ilköğretim okulu var. Biri bu, diğeri de yukarı taraftaymış. Orası kızlar okulu, burası erkekler. Kızlar okulunu UN himaye altına almış. Bilgisayar, kalem kağıt, silgi, yani aklınıza ne gelirse hepsini karşılıyorlarmış. Bu okulun çok eksiği var. “Gürkan bey kağıt bile bulamıyoruz, bazı çocukların defter alacak paraları yok.’’ Malum bisikletli gezginim ve yanımda fazla nakit para taşımam ama eğer olsaydı o an okula destek olmuştum. Çocuklara çok üzüldüm.
Sonra buyurun gelin yukarıda kahvaltı edelim dediler, tamam dedim. Okulun tüm öğretmenleri ve ben oturduk sofraya. Tahin üstüne zeytinyağı ve zeytin. Yanında da sıcak ekmekler. Kasaba hakkında ufak tefek malumatlar verdiler. Roma dönemine kadar dayanıyor kasabanın tarihi hatta o dönemden kalma bahçeleri de hala kullanıyorlarmış. Bu benimle ilgilenen öğretmen de tarih öğretmeni. Türkiye’den ve Erdoğan’dan bahsettiler. Yapılan yardımlardan desteklerden ve bana teşekkür ettiler. Sonra tarih öğretmeni…
– Bakın ne kadar acıdır ki aynı dinden olmamıza, geçmişimizin ortak olasına rağmen İngilizce konuşuyoruz.
– Haklısınız.. Çok isterdim Arapça bilip sizlerle aynı dili konuşmayı. Aslına bakarsanız öğrenecektim bu süre zarfında fakat aksilikler oldu. Tekrar kasabanıza gelirsem inanın bu sefer konuşuyor olacağız. Bu şekilde anlaşmamızı bende istemezdim.
– Aslına bakarsan bugün Ortadoğu’nun bu halde olmasının sebebi Mustafa Kemal’dir. İnşallah kardeşim dostum en kısa zamanda öğrenirsin.
Upssssssssssssssss. Tarih öğretmeninden beklemediğim bir hamleydi.
– Neden Mustafa Kemal sorumlu?
– Halifeliği kaldırdı. Müslümanların bir başı yok. Görmüyor musun her yer savaş halinde. Birlik yok düzen yok. Kaç Müslüman ülke Filistin’i destekliyor. Sizin dilinizi değiştirdi. Eskiden Arapça biliyordunuz.
🙂 Ula iyi ki telefonu yanıma almışım. Bu adam konuşurken ben Göktürk alfabesini açtım. Zaten bir yerden sonra anlattıklarını dinlemedim bile. Sadece ona bakıp dinliyormuş gibi yapıyordum.
– Sevgili dostum,öncelikle dilden başlayayım; biz Türklerin dili Türkçe’dir. Ata yurdumuz Moğolistan bozkırıdır. Bu gördüğün harfler de eski Türk dilidir (interneti kullanarak telefondan gösteriyorum). Yani bizim ana dilimiz geçmişte de Arapça değildi. Türkler 9. Ve 10. yüzyılda İslam’ı kabul edince haliyle Arapça’yı da öğrenmeye başladık. Türk halkının dili hep Türkçe’ydi. Osmanlı döneminde Osmanlıca yazım dili vardı.
Telefondan internete girip hemen bir Osmanlı belgesi açtım.
– Lütfen şunu okur musun?
– Arapça değil bu.
– Evet, biliyorum. Okuyabiliyorsun, anlamıyorsun sen oku.
Adam okumaya başlayıp bir cümleyi bitirdiğinde. Ben o cümleyi Türkçe söylüyordum. Adam ikinci cümleyi bitirdi gene Türkçe ne dediğini tekrarladım. Odadaki öğretmenler okuduğunu anladığıma şaşırdı. Yazılan metin aslında Türkçe yazılmış fakat Arap harfleri kullanılmıştı. : )
– Osmanlıca da budur. Tekrarlıyorum bizim anadilimiz hiçbir zaman Arapça olmadı, hep Türkçe’ydi. Haaa Türkiye Cumhuriyeti devleti bence okullarda İngilizce’den sonra Rusça ve Arapça dil eğitimine önem vermeliydi. Çünkü komşularımız Arap ve Ruslar. (Yaptığım seyahatler sonucunda böyle düşünmemin hem kültürel hem de ekonomik sebepleri var) Dil konusunu açıklığa kavuşturduysam gelelim Mustafa Kemal Paşa’ya.
– Ürdün’e geçebiliyorsunuz. Aranızdan kimse Amman’ın 40 km kuzeyindeki Salt şehrine gitti mi?
Haliyle şehri biliyorlar da orada bir Türk mezarlığı olduğunu bilmiyorlardı. Öğrenmiş oldular.
– Bakın orada Türk şehitliği ve bir müze vardır. Zamanınız olursa mutlaka gidin. O müzede bölgenin tarihi yazar. 25 Mart 1918 Osmanlı askerlerinin ve Sıhhiye birliğinin Araplar tarafından nasıl arkadan vurulduğu, hangi tepeden vurulduğuna kadar yazar.
– 1916’da Mustafa Kemal nerede? Osmanlı’nın Doğu Cephesinde. Osmanlı İmparatoru ve halife nerede? İstanbul’da. Şerif Hüseyin 1916 da ne yaptı? Arap milliyetçiliğini, Arapların devlet olması gerektiğini savunup ayaklanmadı mı? Tüm Arap coğrafyasıhala özgürlük günü olarak hangi günü kutluyorsunuz? Filistin ve ürdün bayrağındaki kırmızı üçgen neyi sembol ediyor? Neden özellikle kırmızı? Sadece özgürlüğümü temsil ediyor) (Bu bilgi TSK’nın Osmanlı arşivinde yazıyor. Asker söylesin) Dostum, Ortadoğu’nun bu halde olmasının sebebi ne Osmanlı imparatorudur ne de Mustafa Kemal dir. 1917’de İngilizler saldırdığında Halife bölgeyi koruyun demişti. Türk askeri verilen emri yaptı. Mustafa Kemal Paşa bir çok cephede bu noktalarda Araplarla omuz omuza savaşmış bir komutandır. Bugün Filistin’e Türkiye’den yardım geliyorsa O ve silah arkadaşlarının kurduğu devlet ve o devletin halkı tarafından geliyor.
Ha şöyle hiçbir yerde yazmayan bir bilgi daha verim takip edenlere. Mustafa Kemal Salt cephesinde savaşırken bölgedeki bir köye misafir edilir. Fakat bu sırada köy İngiliz askerleri tarafından basılır ve misafir eden Arap aile Mustafa Kemal’i Arap gibi giydirip oradan kaçırır. Bu aile Amman Büyükelçiliğinde uzun seneler boyunca Cumhuriyet Resepsiyonlarına özel olarak davet edilmiştir. Mustafa Kemal kaçarken bazı eşyaları o evde bırakmış bu eşyalarda hala ailede dururmuş.
Odanın içinde bir anda sessizlik oldu. Kimse bir şey demedi. Ne demek Mustafa Kemal halifeliği kaldırdı. Lan halifeliği meclis kararı ile kaldırdı, sonra kendini halife ilan eden kişi de Şerif Hüseyin oldu.
Şerif Hüseyin yaşamının son dönemlerinde şu sözü söylemiştir:
“Ben velinimetime isyan etmiş asi bir kulum, günahım büyüktür. Bu bizim başımıza gelenler ve gelecek olanlar, ekmek kapımız velinimetimiz, koruyucumuz ve asırlar boyu efendimiz olan Osmanlı Devleti’ne karşı işlediğimiz günahların, giriştiğimiz isyanların İlahi bir cezasıdır.’’
Oğlu I. Abdullah’ın kaleme aldığı “Biz Osmanlıya neden isyan ettik” eserinden de şu sözü yazayım:
“Biraz önce indirilen bayrak düne kadar bizim de bayrağımızdı. Oysa bugün artık başka bir bayrağımız var. Bizler dün de bugün de aynı kişilerdik. Ama bu durumdan sorumlu olanlar, İslam doğu kimliğinden sıyrılıp Frenk ve batı sahasına koşturanlardı. Ne yazık ki bu ayrılık korktuğumuzun başımıza gelmesine engel olmadı, hatta daha kötüsü meydana geldi. Türkler her istediklerini yaptılar fakat her durumda Türklüklerini korudular. Bizler de farklı gruplara ve fırkalara ayrıldık. Her birimiz başımıza ayrı bir yönetici seçtik, her kafadan farklı bir ses çıkar oldu.”
Ortam gerildi tabi yumuşatmak lazım. Öğretmen hemen yanımda oturuyordu. Elimi omzuna attım:
– Bakın ben buraya bunları konuşmak için gelmedim. Filistin’de neler yaşandığını, acılarınızı biliyorum. Sizleri anlamak neler yaşandığını kendim görmek için bu coğrafyaya geldim. Görmediğim, sohbet etmediğim halkı anlayamam. Biz kardeşiz ve yanınızdayız. Geçmişte yaşananları iyi bilmeli ve bunlardan dersler almalıyız.
Birbirimize sarılırken haklısın dedi fakat sonra da ekledi: “Türkler’e saldıranlar Araplar değildi.” Gülümsedim artık ne yapayım. Tabi ki de Türklere saldırmayan Arap aileler toplulukları da vardı örnek olarak yukarıda anlatım Mustafa Kemal’i misafir edip kurtaran aile. Sohbet ederek okuldan çıktık ve okula tekrar beklediler.
Kaldığım yere geri döndüm. Bahçeye girdiğimde hemen karşımdaki evin içinden bir kız çıktı. Tanıştık, adı Celine. Fransız bir kanal için bölgede belgesel çekiyormuş ve son bir aydır buradaymış. Ayrıca ben gelmeden 1 gün önce National Geographic’den bir fotoğrafçı da buradaymış. Yandaki binada da 2 İspanyol kız kalıyormuş. Onlar da hem dinlenmek hem bölge hakkında bilgi toplamak için gelmişler. Ayrıca bölgede İspanyolca dersleri veriyorlarmış. Böyle ilgili kişileri hemen hemen her coğrafya da görüyorum.
Hepsi ile tanışıp genel bir sohbet ettik bölge hakkında. Sonrasında Sultan’ın dükkana gittim. Oradan da hemen yan taraftaki binaya. Binayı bölgedeki habitatı anlatan bir müze olarak kullanıyorlar. Aşağıdaki ormanda yürüyüş yolları varmış. Turistler için yapılmış.
– Eee nereye kadar gidiyor bu yol?
– Tel Aviv’e kadar.
– Ne? Yani buradan orman içinden Tel Aviv’e kadar gidebilir miyim?
– Büyük ihtimal biz bu taraftaki yollarıbitirdik. Öyle düşünüyoruz ki İsrail de kendi tarafındaki yollarıbitirmiştir.
– Aradaki duvardan dolayıgeçilmiyordur sanırım.
– Bu alanda duvar yok.
– O zaman güvenlik kulübesi, sınır geçişi vardır.
– Hayır o da yok…
– Aaaaa? Eee gittiniz mi hiçİsrail’e?
– Hayır biz hiç gitmedik.
– Nasıl yaa? Ee güvenlik yok, duvar yok. İnsan bir gider bakar yan köye.
– Korkuyoruz Gürkan….
– Haa…Anladım.
– Fakat sen gidebilirsin. Ayrıca gidersen yolun öbür tarafında ne var ne yok anlatırsın. Yol Hicaz demiryolunun da yanında gidiyor.
– Vaaayy iyiymiş.. Lan mayın falan olmasın, madem hiçbir şey yok.
– Sanmıyorum. Olsa biz bilirdik.
– Eee sonra Gazze’ye nasıl geçeceğim ben?
– Gazze’de ne işin var?
– Gelmişken orayı da göreyim.
– Sen oraya gitme!!
Çok şaşırmıştım buna. Hani ne bileyim insan git gör der. Ama gitmemi istemedi. Gps’den alana baktım. Sonra uydu görüntülerine baktım, evet yol devam ediyor gibi fakat tam arası belirsiz yani yol yok gibi. Benim bisiklet oradan geçer mi ki? Sonradan öğrendiğime göre bu bölgeden en son Tel Aviv’e giden 1947’den önce gitmişt… Heeeee. Sıkıntılı yaaaa… bir gidelim bakalım yol açık mı değil mi ne var o tarafta. Olmadı geri dönerim.
Akşam yemeğinden sonra buluşup araba ile civar şehirleri gezdim. Ortam baya canlı gözüküyor. Yani öyle hiç düşündüğüm bir savaş hali yok. Marketler geç saatlere kadar açık, insanlar dışarıda. Herkesin hali vakti yerinde gibi gözüküyor. Altımızda son model araba sonrasında Kartal Tepesi gibi bir yere geldik, arabadan indik. Önce bana Mescid-i Aksa’yı gösterdiler, Sonra İsrail tarafını. Zaten hemen belli oluyor. Işıl Işıl. Filistin ise karanlığa gömülmüş bir halde. Gözükmüyor bile evlerdeki ışıklar. Aklıma Kıbrıs geldi. Okulda yurdun çatısına çıkardım ve şehre bakardım. Türk tarafı karanlık, Rum tarafı ışıl ışıldı. Burada da aynen öyle bir durum vardı . Araçtaki herkes Kudüs’e gitmek istediğini söylüyor. Fakat izinleri olmadığı için o kapılardan geçemiyorlardı. Durduğumuz yerde sessizlik hakimdi. Soru sorup düşüncelerini bozmak istedim. Bir süre sonra Sultan; ‘O yolu kullan Gürkan, çünkü yakın gelecekte orayı da duvarla kapatacaklar, en son sen geçmiş olursun, biz de öyle anarız.’ dedi. Sabah erken yola çıkacağımdan geç saate kalmadan geri döndük. Herkesle vedalaştıktan sonra odama gidip eşyalarımı topladım. Şu durumda yarın İsrail’e geri döneceğim. Ben de merak ettim. Acaba yolun öbür tarafındaki köy halkı buradaki köy için ne düşünüyor. Gidip konuşmak lazım buradakiler korktuğu için o tarafa geçememişler. Neyse yarın anlayacağız. Umarım yol vardır ve mayın falan yoktur.