GÜRKAN GENÇ – GENÇ KAŞİFLER PROJESİ
“Gelecek için Pedalla” adını verdiğim proje kapsamında 2012 yılında bisiklet ile dünya turuna çıktım. (www.gurkangenc.com) Verdiğim çeşitli burslarla genç bisikletçileri ve sporcuları desteklemekteyim. Genç Kaşifler projesi de bu burslardan bir tanesidir.
“Genç Kaşifler” projesi, az bilinen/bilinmeyen Anadolu rotaları ile hikayesi olan rotaların araştırılması ve çıkarılmasına yönelik bisikletli gençlerin, özellikle üniversite öğrencilerinin, çalışmalarını yönlendirerek destekleyen kapsamlı ve bütünleyici bir proje ağıdır. Bu çerçevede ilk proje olarak Karaman-Mersin arasındaki unutulmaya yüz tutmuş eski Roma yollarının bisiklet rotaları olarak kazandırılmasını içeren “Likaonya – Kilikya Birota (Bisiklet) rotaları / Lycaonia – Cilicia Birota routes” seçilmiştir. Projenin ilk bursiyerleri olan Çukurova Üniversitesi Bisiklet Topluluğu üyesi öğrencileri, 2014 yazı çalışmalarına ait izlenimlerini “Geçmişe pedallamak” ve “Yörüklerin izinde” başlıkları ile paylaşmışlardır.
2014 yazında gerçekleştirdiğimiz ilk çalışmanın çıktılarını değerlendirirken, yanıtını aradığımız “Genç Kaşifler 2015 nasıl bir çalışma olmalı?” sorusu ardından yeni sorular doğurdu. Bisikletli keşif nasıl olmalı? Sadece bir noktadan diğerine gitmeyi mi amaçlamalı insan? Yoldan çekilen birkaç fotoğraf, varılan şehir tabelalarından ve nerede yenilir içilir bilgilerinden mi ibaret olmalı paylaşılan? 5 günde 5 ülke anlayışında bir turistik gezi mi olmalı? Ne kadar yol almalı bir günde 40 km, 60 km, 100 km, 120 km? Koyulan hedefe doğru nefes almadan her gün mü yola devam edilmeli?
Oysa yolun bizzat kendisidir özel olan, hedeften daha önemlisi yolculuğun bize kattıklarıdır. Öteki ile buluşmak üzere yola çıkılmalı bisikletle. Çünkü öteki ile iletişime geçtiğimizde kendimizi anlamaya başlarız. Kuru bir laftan ötedir bu, gerçekten hissederek anlamak, kendi kalıplarını kırarak ötekinin yaşadığı koşulları öğrenmek yolculuğun belki de temelidir.
Genç Kaşifler projesi neyi hedeflemeliydi? Tur bisikletçiliği üzerine uygulamalı bir eğitim süreci içermeliydi elbette. Aynı zamanda yol gösterici olmalıydı, sadece ben olgusunun ötesine geçebilmeliydi. Görmediğimiz, bilmediğimiz hayatlar olduğunu bize öğretmeliydi. En önemlisi örnek olmayı başarabilmeliydi.
Bu nedenle 2015 Genç Kaşifler projesini biraz farklı kurguladık. Projemiz Mersin’den Karaman’a eski Roma yollarını izleyen bisiklet rotalarının çıkarılmasını içeriyordu. Bu belki de projenin en kolay yönüydü. Eski Roma yollarını günümüzde Yörükler göç yolu olarak kullanıyor. Bu nedenle bu yaz çalışacağımız rotanın başlangıç noktasında bulunan bir Yörük obasını ana kampımız olarak seçtik. Yazın Mirtilli yaylasına göç eden Kadıncık Yörüklerinden Ahmet Şahin ve ailesi misafir çadırlarına yerleşmemize izin vererek eşsiz bir deneyim yaşamamızı sağladılar.
Yazının Seslendirmesi
Bu yaz iki rota üzerinde çalıştık. İlk rota Höyük alanından başlayarak Kemer yayla (Tetrapyrgia) üzerinden Dedeli yaylası (tahminen Ad Fines), Manazan mağaraları, Karaman ve Karadağ Binbirkilise ile Değle ören yerinde son buldu. İkinci rota ise geçen sene geçtiğimiz Dağpazarı köyünden başlayarak kısmen İngiliz Sait Paşa yolunu takip ederek Kırobası (Mara) üzerinden Sarıaydın ve Uzuncaburç (Diocaeseria) ören yerinde son buldu. Her iki rota arasında kalan zamanımızı yine Yörük obasında geçirdik. Genç kaşifimiz Yörük ailesi ile iç içe yaşadı. Daha önce hiç bilmediği bir kültürü, yaşam tarzını yakından gözlemleme fırsatını buldu. Cocakdere vadisinin içinde bisiklet sürmenin keyfini yaşadı, bulunduğu bölgedeki en yüksek dağlardan bir tanesi olan Yıldız Dağı’na tırmandı.
Nasıl bir deneyim oldu? Kendisine bir kulak verelim…..
Genç Kaşif Ata Barsbay anlatıyor…
Bu projeyi ilk duyduğumdan beri çok benimsedim bir parçası olmak istedim. Katılımcıların açıklanmasını sabırsızlıkla bekledim. Gürkan Abinin verdiği haber karşısında sevincim inanılmaz oldu. Daha önce Akdeniz bölgesinde bulunmadım. Buraların kültürüne, insanına, iklimine yabancıyım. Bu yüzden her yönüyle bir keşif olacağına inanıyorum. Yörüklerle bir arada olacağımı biliyordum, bu insanların hakkındaki güzel sözleri de duydum. Bu insanların yaşayışları, düşünceleri, kültürlerinin bana çok önemli katkı sağlayacağı düşüncesindeyim. Zorluklar çekeceğimi de biliyorum ama alacağım keyif ve bilgi karşısında bunların lafı bile olmayacaktır.
Proje sonunda daha olgun, daha büyümüş bir Ata olacağıma inanıyorum. Sadece bisiklet sürmekten ibaret olmayan aynı zamanda insanları, hayvanları, doğayı gözlemleyebileceğim bir proje olmasını bekliyorum. Burada yaşadıklarımı her zaman güzel hatırlayacağıma eminim. Geleceğime yön vereceğini de düşünüyorum.
Ata Barsbay’ın anılarını tuttuğu günlükten takip edelim…
17.Temmuz.2015
Akşama doğru kalacağımız Mirtilli yaylasına vardık. Tepeleri toprak yollardan aşarak geldik. Yukarılara doğru çıktıkça sıcaklık azalmaya başladı, ağaçlar yerini çalılara bıraktı. Ahmet Şahin’in çadırına geldik.
Beni çok sıcak karşıladılar sanki daha önce tanıyorlarmış gibi davrandılar. Tüm aile ile tanıştım hepsi sıcakkanlı ve misafirperver davrandılar. Akşam yemeği için Ahmet abinin çadırına geldik. Güzel bir yer sofrası kurulmuştu. Bizim için hazırlanmış bir sofraydı. Genelde kendi ürettikleri besinlerden oluşan bir yemek yedik. Hayvancılık ile uğraşıldığından yiyecekler koyun ve keçi ürünlerinden oluşuyor, tabi ki market ürünleri de mevcut. Ekmek, peynir, yoğurt, yağ gibi gıdalar kendi üretimleri, taze ve lezzetli ürünler. Yemek yer sofrasında yeniliyor ve herkesin ayrı tabağı olmuyor, genelde ortadan yeniyor. Bu duruma alışık olmadığım için bana farklı geldi, ama burada olduğuma göre buranın yaşam tarzına uymalıyım dedim. Yemek bittikten sonra hemen çay demlendi. Burada çay çok içiyorlar. Her öğünden sonra çay demleniyor, misafir çay ile ağırlanıyor. Çay Yörükler için olmazsa olmazlardan diyebilirim.
Ahmet abi beni tanımak için birçok soru sordu, ben de kendisini tanımaya çalıştım. Sorduğu sorulardan kendisinden öğrenecek çok şeyim olduğunu anladım. Yöre hakkında bir çok hikaye anlattı, anılarından bahsetti, masal dinler gibi tüm anlattıklarını dinledim. Anlattığı şeyler o kadar ilginç geliyordu ki, ben de birçok soru sordum, konu konuyu açıyordu.
Yörük tanımından da bahsettik. Yörük yürüyerek çoğalan, büyüyen toplum demekmiş. Orta Asya’dan gelmişler, göçebe yaşamını Torosların eteğinde sürdürüyorlar. Aile yapıları, düşünceleri Türk kimliğini yansıtıyor.
22.Temmuz.2015
Sabah 5:00’de uyandık. Yaban keçisi (Capra aegagrus aegagrus) gözlemek için yola koyulduk. Yaban keçilerine halk arasında geyik deniyor. Ahmet abi bölgeyi çok iyi bildiğinden bizi yaban keçilerinin sabah gezindiği bölgeye götürdü. Bir tepenin yamacına oturup yaban keçilerini beklemeye başladık.
Biraz bekledikten sonra Ahmet abi yaban keçilerini fark etti, ben de elimde dürbünle yaban keçisini görebildim. Gözlem yapmak için çok sessiz olmalı ve hareketsiz beklemelisiniz, aksi halde yaban keçileri sizi fark edebiliyor ve yer değiştiriyorlar. Görünüm olarak çok heybetli duruyorlar. Evcil keçilerden daha büyükler, daha uzun boynuzları var (tekelerde boynuz uzunluğu 100-145 cm arasındadır). Vücutları daha gelişmiş görünüyor. Bu keçiler bu bölgenin asıl ev sahipleri, ne yazık ki kaçak avcılar peşlerini bırakmıyor. Yasal olarak bu hayvanlara zarar vermek yasak olmasına rağmen kaçak avcılar bölgede sorun oluşturuyor. (Yaban keçileri ile ilgili bilgi için: Hasan Paşalı, Türkiye’de Yaban Keçisi, Animal Health, Production and Hygiene (2014) 3: 245-247. http://www.aduveterinaryjournal.com/files/M1-201431.pdf)
Gözlemimiz bittikten sonra çadıra geri döndük. Kahvaltı yaptıktan sonra bisiklet sürmek için hazırlandık. Cocakdere Milli Parkı’na doğru bisiklet sürdüm. Burada gezinmek için izin almanız gerekiyor. Temmuz ayı çok sıcak geçtiği için güneşin az olduğu saatlerde sürüş yapmanızı tavsiye ederim. Yol tamamen topraktan oluşuyor. Belli aralıklarda su kaynakları var. Cocakdere’ye gitmek için aşağı doğru iniyorsunuz. İndikçe yolda ağaçlıklar başlıyor, bitki örtüsü değişiyor. Döne döne uzun bir iniş yapıyorsunuz. Yolda dikkatli olmalısınız taşlar, çukurlar aniden çıkabiliyor. İniş yaparken dikkatinizi kaybederseniz ciddi kaza yapabilirsiniz.
Şunu net söyleyebilirim ki çok keyif alacağınız bir yolculuk olacak. Cocakdere vadisinin tabanına indiğinizde sizi Av Koruma Müdürlüğü ve biraz ilerisinde bulunan Orman Bölge Müdürlüğü kulübeleri karşılıyor. Burada dinlenebilir, su içebilir, hatta havuza girebilirsiniz, elbette suyunun soğukluğuna dayanabilirseniz. Sedir ve ardıç ağaçları altında kuş seslerini dinleyerek oturabilir, bir şeyler atıştırabilirsiniz. Buraya gelince insanın durdukça durası geliyor. Sadece etrafı izleyerek bile saatler geçirilebilir.
Cocakdere Milli Parkı dik yamaçlardan oluşuyor. Yamaçlar sedir ve ardıç ağaçları ile süslüdür. Dere kenarına yaklaştıkça ağaçlar artar ve yeşilin tüm tonlarını görürsünüz. Ağaçların altından bisiklet ile giderken kuş sesleri size eşlik eder. İlerledikçe vadinin güzelliği sizi içine çeker, daha da büyüler. Su içmek isterseniz buz gibi dağ suları vardır. Orman bekçi binasına kesinlikle uğramalı, burada bulunan ikiz ardıcı görmelisiniz. Vadide birçok asırlık ağaç vardır, bu ağaçlardan biri de kokar (ikiz) ardıçtır. Yaklaşık 900 yaşında olduğu söylenir. 3.5 metre çapında gövdesi vardır. Gövdesinden ikiye ayrılmış koca ağacın altında çadır kurabilir, ağaca yaslanıp kitap okuyabilirsiniz. Ağacın heybeti sizi kendisine hayran bırakacaktır.
Kokar Ardıç’tan Kaşınbaşı’nın görüntüsü
900 yaşındaki Kokar (İkiz) Ardıç
Cocakdere vadisinde kamp attıktan sonra Tekedağı’na doğru yol aldık. Tekedağ 2273 m yüksekliğinde, sürekli tırmanış gerektiren toprak bir yolu var.
Zirvesinde bulunan yangın gözetleme kulelerini ziyaret edebilir, yine burada kamp yapabilirsiniz. Yol üzerinde su kaynakları bulunuyor. Yukarılara doğru çıktıkça değişik çiçekler beliriyor. Değişik renk ve kokudaki çiçekler insanı büyülüyor, gezintiyi daha da keyifli hale getiriyor.
Eğer şanslıysanız yolda yaban keçisi de görebilirsiniz. Zirveye doğru tırmandıkça manzaranın verdiği haz artıyor.
Zirvede eski ve yeni yangın gözetleme kuleleri mevcut, benim favorim eski yangın gözetleme kulesi. Yapısı, konumu ile insanı büyülüyor.
Saatlerce oturup etrafı izleyebilir, burada yaşanmışlıkları gözünüzde canlandırabilirsiniz. Yeni yangın gözetleme kulesi daha yüksekte olduğu için vadi daha net gözüküyor. Ağaçların renk tonu yer yer değişiyor, nefes alışınızdaki tazeliği fark ediyorsunuz. Güneşin yamaçlara vuruşu ayrı bir keyif veriyor. Buraya bisiklet ile çıkmanın gururunu yaşıyor insan.
Cocakdere vadisini bir de Ahmet Şahin’den dinleyelim…
Kadıncık Yörüklerinden olan bizler yazın Cocakdere’nin güney yamacındaki Mirtilli yaylasına göç ederiz.
Kadıncık Yörükleri için Cocakdere kutsal bir yerdir. 80li yılların başına kadar Kadıncık Yörükleri Cocakdere’den başka bir yere göç etmezlerdi. Cocakdere vadisinde her coğrafi şeklin, mevkiinin bizi anlatan bir adı vardır. Eskiden Cocakdere Kaşınbaşı ile Yıldırım mevkiine, ırmak tarafına aşiretler oğlaklarını götürürlerdi. Katı Yayla’nın 10-15 çadırdan oluşan obanın ağası Seyit Çavuş’tu. Ekinlik’de Yörükler arpa ve buğday ekimini sabana kendilerini koşarak yapar, saygı duyulan yaşlı ise güderdi. Kırmızının yüzü mağarasındaki kara kovan hala durmakta. Arılık mevkiine kışlık un bırakılırdı. Katım ayında (tekelerin) ava gelinir, avcılar undan çekme-küllük (hamur elle açılıp, közün altında yavaş yavaş pişirilir) yaparlar, Aralık ayına kadar 15-20 gün kalırlardı. Hüseyin Kayanın hikayesi ise dilden dile aktarıla gelmiştir. Yörük olan Hüseyin her sene göç etmekten bıkmış. Yaz bitip de göç vakti geldiğinde, kendisine Cocakdere’de bir kayanın üzerinde kışın konaklayacağı bir dam yapmış, bol miktarda kışlık yiyecek depolamış. Kış bitip de Yörükler yazlaklarına göç ettiklerinde Hüseyin’in bıraktığı mektubu bulmuşlar. “Beni ne kışın soğuğu ne yalnızlık, beni bu dağların gümbürtüsü öldürdü” yazıyormuş. O gündür kaya Hüseyin Kayası diye anılır (1:25 000 ölçekli haritalarda bile bu isimle işlenmiştir)……
Kadıncık Yörüklerinden Kerim Şahin’e kulak verelim:
Çavdarda yitirdim ala emliği
Katı yaylada demledim kara demliği
Depel’de yitirdim ala geyiği
Bir nefessin sen Cocakdere
Cocakdere vadisinde Tekedağ, Şahinlik, Depel, Boz Ziyaret, Kara Ziyaret tepeleri Yörük hikayeleri ile eski günlerin canlılığını hala korumaktalar…
23.Temmuz.2015
Kahvaltıda Ahmet abi bize eşlik etti. Ahmet abinin bulunduğu yerde keyif ve kahkaha eksik olmuyor. Sürekli hikayeler anlatıyor, komik şeylerden bahsediyor. Kahvaltıda konuştuk koyunların kırpılması gerekiyormuş. Ben de nasıl yapıldığını öğrenmek için peşine takıldım sürünün yanına gittik.
Kırkıma işlemi sıcak havalarda yapılırmış. Eğer yapılmaz ise hayvanlar zayıflar ve verimleri düşermiş. Eskiden makasla yaparlarmış ama artık elektrikli makas kullanıyorlar. Biz bugün eski usule göre yaptık.
Uzun tüylü koyunlar seçiliyor, bacaklarından yakalanıp yere yatırılıyor. Tüm bacaklar bir araya toplanıp bağlanıyor. Kırpma makası bu işlem için özel yapılmış bir makas. Çok fazla parmak ve bilek kuvveti gerekli. Hayvanların yününü dağıtmadan, bütün halinde kesmek gerekli. Ayrıca, hayvanın canını yakmamak çok önemli. Hayvana zarar verilmemeli keserken. Yorucu ve deneyim isteyen bir işlem kırkım yapmak.
Ahmet abi kırkım sırasında bir çok hikaye anlattı, bir çok olaydan bahsetti. Güldük eğlendik, bir yandan da çalıştık. Kırkımı Ahmet abi, Kadir, Emre ve Şamil ile birlikte yaptık. Kırkım sırasında böyle toplanılır, komik şeyler konuşulurmuş ki insanlar güzel çalışsın. Burada anlatılan hikayeleri dünyanın başka yerinde duyabileceğinizi sanmıyorum. Bu hikayeleri dinlemek için bu topraklara gelmelisiniz.
Sürekli yapacak bir şeyler bulunuyor, zaman anlamını yitiriyor…
24.Temmuz.2015
Bugün kar toplamaya gittik. Temmuz ayında kar ne arar dersiniz şimdi, ama bu topraklarda sürprizler çok.
Yörükler kar yemeyi çok seviyorlar. Dağların az güneş gören yamaçlarından, obruklardan kar topluyorlar, çuvallara doldurup çadırlarına götürüyorlar. Bu karları sade veya üzerine pekmez, reçel döküp tüketiyorlar. Yörükler bu lezzetli tatlıya karsambaç diyorlar. Biz de bu lezzeti denemek için çevrede bulunan obruğun yerini öğrendik. Aracımız ile obruğa gittik. Obruğa girmek için iniş yapmak gerekiyor, Ahmet abi ve ben obruğa girdik. Çuvalımıza kar doldurmaya başladık.
Dışarısı çok sıcaktı ama obruğun içi oldukça serindi. İçeride çok kalınırsa üşüyebilirsiniz. Ağız kısmı dar, iç kısmı oldukça geniş bir obruktu. İçeride pek fazla kar kalmamıştı, diğer insanlar topladığı için ve havaların çok sıcak olmasından dolayı.
Bu mevsimde kar ile oynadık, içeride uzunca vakit geçirdik. Sonra karımızı aldık ve çadıra götürdük. Çadırda karın üzerine isteyen pekmez döktü, isteyen sade yedi. Nüzhet hocamız da nutellalı karsambaçı keşfetti. Benim de favorim nutellalı karsambaç.
26.Temmuz.2015
Dün Yıldız dağı tırmanışı yapmak için tecrübeli dağcı olan Benan abi ve Murat abi aramıza katıldı. Yıldız dağında zirve tırmanmak için saat 5:00’de uyandık. Gökkol yaylasına kadar aracımız ile gittik, oradan tırmanışa geçtik. 2500 metreden tırmanışa başladık, 4,5 km boyunca zirveye yürüdük. 3140 metrede zirveye ulaştık.
Yol boyunca gözlem yapmaya çalıştım. Kolay bir spor olmadığı için bilgi toplamam gerekiyordu. Nüzhet hocam, Benan abi ve Murat abi bana bilgilerini aktardılar, tırmanışın, dağda yürümenin kurallarından bahsettiler. Bu sporun püf noktalarından, yapılması gerekenlerden bahsettiler. Yol boyunca birbirimize hikayeler anlattık, güle eğlene zirve yaptık.
Zirvede kahvemizi yapıp, birçok anı biriktirip dönüş yaptık.
Yıldız dağı benim ilk zirve tırmanışım olduğu için unutmam imkansız. Bu yolculukta yanımda olanlar da benim için çok değerli insanlar. Bu süreçteki duygularımı anlamak istiyorsanız zirveye tırmanmalısınız. Bir şeyler başarmanın verdiği mutluluğun tarifi çok zor. İnsanın yüzünde bir tebessüm oluşuyor, mutlu oluyor.
Benim için çok önemli bir zirve oldu, belki de bir şeylerin başlangıcı oldu.
8. Ağustos. 2015
Topaşır bisiklet gezisinde Emre Şahin bana eşlik etmek istedi. Ben de bu isteğinden çok memnun kaldım. Yolumuz uzun olduğu için bir gün önceden sıkma hazırlattık. Sabah erkenden yiyeceklerimizi alıp yola koyulduk. Emre’nin de ve haliyle benim de ilk defa gideceğim bir yerdi. Yolumuzu sora sora bulmayı planladık. Sabah serinliğinde sohbet ederek yolculuğumuza başladık. Yolumuza çıkan Yörüklere gideceğimiz yeri sorduk. Yörüklerin yön tarifi güzel fakat uzaklık anlayışları biraz farklı, çok uzakta olan bir yer için yakınmış gibi bahsedebilirler. Topaşır’a gidiş yolu genelde aşağıya inişli yol şeklinde. Yol boyunca derin ve uzun yamaçlar var. Gözümün alamadığı derinlikte yamaçlardan geçtim. Yol kenarlarında oldukça yaşlı ağaçlar dikkatimi çekti. İki kolumla saramayacağım büyüklükte ağaçlar vardı. Yol boyu birçok farklı çiçek ve yabanıl ot da vardı. Emre bana bu otlardan bahsetti, özellikleri ve ne için kullanıldıkları hakkında bilgi verdi. Küçük bir alanda bile birçok hastalığa iyi gelen birçok bitki vardı. Tamamen doğal bir eczane.
Topaşır yangın kulesine yaklaşırken yoldaki sivri taşlara dikkat etmelisiniz. Yolun bir bölümü tamamen taşlardan oluşuyor. Bu durum sizi ve bisikletinizi biraz hırpalıyor. Eğer dikkatli olmaz iseniz, benim gibi on bir adet yama yapmak zorunda kalırsınız. Genellikle yedek iç lastik taşımama rağmen o gün aklımdan çıkmış ve bu yüzden on bir yama yapmak zorunda kaldım.
Yolun son bölümü inişten oluşuyor, en uçta da büyük bir yangın kulesi sizi karşılıyor. Güzel bir çeşme, meyve ağaçları, eski gözetleme kulübesi ve yeşilin her tonu. Oturuyorsunuz ve mavi ile yeşilin sanatını izlemeye dalıyorsunuz. Buradaki kulede Mayıs ayından Ekim sonuna kadar sürekli bekçiler bulunuyor. Ormanlarımızı korumak için çalışıyorlar. Yalnızlıktan sıkılmış durumda olan orman bekçisi Mehmet Bey hemen konuşmaya başlıyor. Aslında iki taraf da birbirini merak ettiğinden sürekli sorular soruluyor. Hikayeler, anılar, özlemler anlatılıyor.
Dinlenip, sıkmalarımızı yedikten onra geri dönüş yoluna geçtik. Acelemiz olmadan Emre ile yavaş yavaş pedalladık. Bu yolculukta benim için en önemli şey Emre ile olmasıydı. Ben ondan birçok şey öğrendim, o da benden. Sanki yıllardır arkadaşmışız gibi konuştuk gülüştük.
Ata Barsbay’ın gözüyle Yörük yaşamından kesitler
Ev: Yörükler çadırlarda yaşıyorlar. Ortalama 20 metre kare büyüklüğünde olan bu çadırlar ağaç iskeletten ve su geçirmez bezden oluşuyor. Tavanı çok yüksek olmayan bu çadırların yüksekliği 2 metreyi geçmez.
Her Yörük çadırında olduğu gibi Türk bayrağı çadırın bir yüzünü kaplar. Evin taban bölümü toprak üzerine kurulur. Toprağın üstüne serilen su geçirmez materyal üzerinde kalınır. Çadırların sadece bir giriş kapısı vardır, ışık ve hava buradan girer. Giriş kapısına yakın sac soba bulunur. Isınma ve yemek buradan sağlanır. Yemek yapılacak malzemeler asgari miktardadır. Yetecek kadar malzeme ile hayatlarını idame ederler. İçerisinde bölümleri olmayan bu çadırlarda yemek yer sofrasında yeniyor, yatma zamanı katlı olarak köşede duran döşekler yere serilerek uyunuyor. Uyuma faslında ebeveynler ve çocuklar aynı çadırda yan yana uyuyorlar. Çadırlar güneş paneli sayesinde aydınlatılıyor. Bu paneller sayesinde elektronik cihazlar da çalıştırılıyor. Çoğu Yörük çadırında televizyon bulunuyor. Çadıra bir misafir geldiğinde yere bir döşek daha serilip misafir ağırlanıyor. Çadırların küçük bir mutfak bölümü var, burada kap kacak yer alıyor. Fakat normal mutfak gibi işlevi yok, çünkü su dışarıdan temin ediliyor. Tuvalet ihtiyacı çadırın biraz uzağına kurulan bir tuvalet ile gideriliyor. Duş ihtiyacı ise yine çadırın dışına kurulan bir sistem ile gideriliyor. Yani çadırın içinde herhangi bir mobilya bulunmuyor, sadece uyumak ve yemek için eşyalar var.
Misafir çadırımız
Obada bulunduğumuz sürece çadırımızın misafiri hiç eksik olmadı. Obanın hanımları gün içinde hayvanlarla ilgilendiği için yemekleri çoğunluk beraber pişirdik, beraber yedik. Temmuz ayı olmasına karşın güneş battıktan sonra hava soğumaya başlıyordu. Mersin’e indiğimizde ilk işimiz bir soba edinmek oldu.
Çadırımızın halleri
Modern hayattan tümüyle uzak değildik. Aile fertlerinin Yörük derneğine üyelik işlemleri ve aküye bağlı bilgisayarda çalışırken. Obanın hiçbir yerinde cep telefonu çekmiyor.
Bugün tüm gün yağmur yağdı. Dışarıya çıkmak imkansız ama her zaman yapacak bir işimiz oluyor. Berberimiz Ata, Emre’nin saçını kesmeye karar veriyor.
Artık Yörük yaşantısına iyice alıştığımıza göre Karaman rotası için yola çıkmadan önce bir haftalık ekmeğimizi pişiriyoruz. Yanımıza aldığımız peynir, tereyağı obamızın hayvanlarının sütünden. Çadırımızda hummalı bir göç hazırlığı var.
Yemek: Yörükler hayvancılık ile uğraştığı için genelde kendi ürettikleri et, süt ve süt ürünlerini tüketiyorlar. Diğer besin ürünlerini dışarıdan sağlıyorlar. Ekmek, yumurta, çökelek, süt, yağ, peynir, kaymak, yoğurt, bal gibi besinleri kendileri üretiyorlar.
Süttün yağı alınacağı zaman sütü az olan, diğer aileye ödünç süt verir. Ödünç verilen süt bir çubuğun yardımı ile ölçülür. Obayı paylaşan iki kardeşin hanımları, Ahmet’in hanımı Kısmet ile Kerim’in hanımı Ümmü birçok işi birlikte uyum içinde yaparlar.
Yazın kış için de hazırlık yapılır. Aile kışın tüketeceği keçi peynirini keçi tulumuna basar. Tulum önce tuzla ovulur sonra dikilir.
Ardından sıra taze peyniri tuluma basmaya gelir.
Kışa kadar buzhanede saklanan tulum peynirleri eskiden obruklara konulurmuş. Bölgeye yabancıların gelmesiyle hırsızlık da başlamış. Obruklara konulan peynirler çalınınca obruklar kullanılmaz olmuş.
Çok olmamakla birlikte koyun ve keçi eti de tüketiyorlar. Genelde tek çeşit yemek oluyor, ikinci çeşit yemek olursa bulgur pilavı oluyor. Bayramlarda ve önemli misafir geldiğinde hayvan kesilmesi adetlerinden bir tanesidir.
Ekmeklerini kendileri yapıyorlar. Sac soba üzerinde yufka ekmeği şeklinde pişiriyorlar. Bu ekmekler bir günde fazlaca yapılır ve kuru bir şekilde saklanır, tüketileceği zaman ıslatılır.
Yoğurdu keçi ve koyun sütünü karıştırarak yapıyorlar. Yoğurt genelde tüm öğünlerde sofrada oluyor. Sofra yere kuruluyor. Yemek yerde yeniyor. Yemek yerken herkesin ayrı tabağı olmuyor. Ortaya konulan tabaktan herkes yemeğini yiyor. Yemek yenildiği gibi çay içiliyor. Çay Yörükler için olmazsa olmazlardan, her öğünden sonra çay tüketiliyor.
Obada akarsu yok. Kuyudan çekilen su tanker ile obaya taşınıyor. Kıt su ile bulaşık yıkamak, sebze yıkamak maharet istiyor.
Giyim: Giyimde erkekler pantolon yerine şalvar tercih ediyorlar. Üstlerine gömlek giyiyorlar. Sıcak olduğu için de genelde şapka takıyorlar. Kadınlar da genelde şalvar ve bluz giyiyorlar. Başlarını Anadolu tipi yazma ile örtüyorlar. Çocuklar genelde modern kıyafetler ile karşımıza çıkıyor, fakat zaman zaman yöresel de giyiniyorlar.
Toprak koruma: Yörüklerde öteden beri yaşadığı obayı, ailesini koruma duygusu ön plana çıkar. Bu yüzden birçok kavga ve dövüş yaşanmıştır. Eğer Yörükler kendi obasını koruyamaz ise başka aileler oraya yerleşir ve kendi hayvanlarının büyüyüp gelişmesini engeller. Ahmet abinin anlattığına göre küçüklüğünden beri bulundukları bölgeyi koruma çabası içindedirler. Başka çoban ve sürülerini bölgelerine sokmazlar. Oba sınırları taşlar üst üste dizili kuleler yapılarak belirlenir. Baba denilen bu taş kuleler, burası benim hakkım benim sürümün yeri anlamına gelmektedir ve uğruna fedakarlık yapılmadan kazanılmaz.
Misafirperverlik: Yörükler için misafir çok önemlidir. Misafiri kendi ailelerinden ayrı tutmazlar. Yörük misafirperverliği hakkında övgü ile ne kadar söz edilse azdır. Ahmet abi biz sofraya oturmadan yemek yemez, yemeğin en iyi kısmını bize ayırırdı hep. Tüm Şahin ailesi olarak hep bizim rahatımızı ve isteklerimizi dikkate aldılar. Beni kendi ailelerinden ayrı tutmadılar. Burada gördüğüm saygı ve hizmet karşısında kendilerine hem hayranlık hem de minnet duydum. Gerçek bir Türk ailesi, gerçek bir Yörük ailesi nasıl olur bana gösterdiler.
Beni şaşırtan başka bir olayı anlatmadan geçemeyeceğim. Alışveriş yapmak için Aslanköy’e gitmiştik. Benim canım turşu isteyince marketlerde aramaya başladım. Bir markette kasada bir hanımefendi duruyordu, “turşu var mı?” diye sorduğumda satılık olarak olmadığını ama bana evde yaptığı turşuyu verebileceğini söyledi. Bu burum karşında dilim tutuldu, evet isterim bile diyemedim. Çok şaşırmıştım, oysa bana satabilirdi turşuyu. O hanımefendi benim yabancı bir şehirden geldiğimi anlamış ve misafirperverliğini göstermişti. Yine içimden dedim ki bu insanlardan öğrenilecek çok şeyim var.
Hayvancılık: Yörüklerin asıl geçim kaynağı hayvancılıktır. Keçi ve koyundan elde ettikleri et ve süt ürünleri ile geçimlerini sağlarlar. Ailenin ihtiyacını karşılayacak düzeyde de tavuk beslerler. Yörük obasında günlük hayat sürünün (keçi ve koyun) etrafında dönüyor. Evin oğulları koyun ve keçilerden sorumluyken, kızları kuzulardan sorumlular.
Keçi ve koyunların etinden, sütünden ve yapağısından gelir elde ederler. Ahmet abi ve Kerim abinin sürülerini oğulları Şamil ve Kadir birlikte otlatıyorlar, birbirlerine arkadaş oluyorlar. Gündüz belirli saatlerde sürüyü su kuyularının olduğu bölgeye götürüyorlar, geri kalan zamanda otun bol olduğu bölgelere sürüyorlar. Bir de gece besleme şekilleri var, otun ve suyun bol olduğu uzak bölgelere sürü götürülüyor, tüm gece hayvanlar otlatılıyor. Bu süre zarfında çoban sürüyü yabani hayvanlardan korumak zorunda olduğu için geceyi sürü ile birlikte geçiriyor.
Yeni doğmuş kuzuyu, sütü az olan anne emzirmiyor. Şamil ile Emre sütü olan başka bir koyuna tutuyorlar kuzuyu.
Alışveriş: Yörük obalarında market bulunmadığı için çerçiler (seyyar market şeklinde araçla gezen satıcılar) dolaşıyor.
Haftanın belirli günleri insanların ihtiyaçlarını karşılamak için Yörük yurtlarını geziyorlar. Yörükler ihtiyaçları karşılığını para veya hayvansal ürünleri ile ödeyebiliyorlar. Mustafa Eroğlu ve Ayşe Yedigöz kardeşler bu amaçla Yörüklere hizmet ediyorlar. Aslanköy’de marketleri bulunan bu kardeşler üç günde bir Yörük yurtlarını gezip yardımcı oluyorlar. İstenilen bir sipariş veya istek olursa yerine getiriyorlar. 8 yıldır bir gelenek halinde bu döngü devam ediyormuş.
Bazı inanışlar (Ahmet Şahin’in anlattıklarından)…
Köpek uluması: Bir köpek ulurken başını hangi eve çevirirse, o evde kötü bir olay olacağına inanılır. O evin ocağına incir ağacı dikileceği söylenir. Evin yıkılacağı, cenaze olacağı, hastalık olacağı gibi inanışlar varmış. Köpek ulurken ayakkabı ters çevrilirse, bu durumun olmayacağına inanılırmış. Köpek iç çekmesi de hayvanların öleceği anlamına gelirmiş.
Keçilerin dövüşmesi: Keçiler eğer birbirlerine tosluyorsa, boynuzlarını çarpıştırıyorlarsa bu durum yağmur yağacağı şeklinde yorumlanırmış.
Yine kuzey tarafında kara bulutlar ile kaplı ise yağmura işaret olduğu söylenir.
Katırların garip ses çıkarması: Katırlar normalden farklı olarak ses çıkardığında kurdun yaklaştığını hissettiğinin ve bunun uyarısının verdiğinin haberiymiş.
Ateşin çıtırdaması, kıvılcım atması: Ateş bu halleri alıyor ise hakkında dedikodu yapıldığı, birilerinin seni çekemediği anlamı çıkıyormuş.
Kartal çimi: Kartallar Kırkpınar göllerinde yılın belli zamanlarında yıkanırlarmış. Suda yıkandıkları zaman üzerlerinde bulunan yağlar da bu göllerdeki suya akarmış. Biriken bu yağların çocuğu olmayanlara şifa olduğu, erkeklik faaliyetlerine iyi geldiği söylenir.
Yörüklerle birlikte geçirilen ilk haftanın ardından Ata Barsbay ve Benan Okyar bisikletlerle yola koyuldular. Eski Roma yolları, erken Hıristiyanlığın yayılışı, göç yolları, günümüz köylerinin iç içe girdiği Mersin’den Karaman’a uzanan yolculukları Hititlerden beri kutsal dağ Karadağ’da Binbir Kilise Değle ören yerinde son buldu. Bir sonraki bölümde sizlerle birlikte Anadolu kokan geçmişe doğru pedallayacağız….
Projeye Destek olanlar
– İsmail Seyyar Çukurova Bisiklet Evinin sahibi, bir ay boyunca bisikleti bizde kaldı. kira ücreti almadı
– Benan Okyar – Ata’ya bisikletle eşlik etti.
– Murat Canlı – Yıldız dağı tırmanışına rehberlik etti
– Emin Eraslan – göç fotoğraflarını verdi
– Yörük Ahmet Şahin ve ailesi bir ay boyunca misafir çadırını kullanımımıza verdiler.
– Ultra Maraton Koşucusu Merve Ülker ve Bülent Satır – 2 Ultra maraton yarışısında topladıkları destek paralarını projeye aktardılar
– Nuzhet Türker Proje başkanı
– Destek bölümüne mebla gönderip bu güzel projeye destek olan değerli okuyucuların adları da şu sayfada yazmakta (http://www.gurkangenc.com/tr/destek)
Teşekkürler