Ses Kayıdı
Hans Zimmer dinlerken gözlerimi kapatacaktım ki hemen geri açtım. Eskiden gözlerimi kapadığımda anılarım arasında başladığım noktaya kadar dakikalarca uzun bir seyahat yapıyordum. Artık anılar arasında kaybolmaya başladım. Durum öyle bir hal aldı ki anıları zihnimde tekrar yaşarken bazen durup soluklanıyorum. O anlarda da acaba o yoldan değil de şu yoldan gitseydim ne olacaktı deyip başka düşlere dalıyorum ve başladığım noktaya varmam oldukça zaman alıyor. Başladığım nokta benim için önemli çünkü ailem orada. Onları en son, o noktada görmüştüm. İşte bu yüzden gözümü kapattığım anda huzur içinde olmalıyım ki oraya ulaşayım.
Enes Şensoy’un bir yazısını paylaşmıştım “Gürkan Genç ile seyahat”. Orada dediği gibi “Gürkan aslında birçok anısını bizlerle paylaşmıyor” üstüne bir takipçimin şöyle bir mesajını okudum.
“Üç yıl önce tüm Japonya gezini iki haftada okuyup o kadar heyecanlanmıştım ki herkese senden bahsediyordum. Uzun zamandır fırsatım olmamıştı anılarını okumaya bugün en son yazdığın yazdan başladım (zambia anımı okumuş) ve üslubunun değiştiği hemen belli oluyor ancak eski heyecanı hissedemedim acaba yolculuktan bıktı mı, yorgun muydu diye düşündüm. Sıkıcı bir bilgilendirme yazısı gibiydi. Yanlışlık olmalı diye düşünürken bu yazıyı okuyunca cevabı aldım. Sonrasında kendini kısıtladığını öğrendim, o eski heyecanı aktaramıyorsun. Gazete yazısı yazmana gerek yok onu herkes yapar bu tarzını beğenmedim.”
Böyle durumlarda çok sevdiğim dostum Gökçe Okullu’nun bir tarihte dedikleri aklıma geliyor “Gürkan farkında mısın aldığın yol seni inanılmaz değiştirdi? Yol seni sürekli yontuyor törpülüyor fikirlerin görüşlerin düşüncelerin öğrendiklerin ve kazandığın tecrübelerle birlikte değişiyorsun” ben bu değişimden de memnun ve mutluyum. Kimseye bir şeyleri beğendirmek zorunda değilim. Bu seyahati kurumlar veya şahıslar içinde yapmıyorum bu seyahati kendim için yapıyorum. Arta kalan zamanımda gençler için paylaşıyorum. Takip eden de paylaşılanların keyfini çıkarmaya çalışsın.
Güney Afrika’da Pretoria’ya varmıştım. Büyükelçimiz Kaan Esener sağ olsun elçiliğin arka tarafında bulunan geçici personelin kaldığı küçük iki katlı evde kalmama izin verdi. İlerleyen günlerde de bakanlıktan gönderilen bir kadın görevlinin evde kalacağı söylendi ve laf çıkmasın diye 2 odalı evden çıkmam uygun görüldü. Sonrasın sağolsun Esra ve İsmail Naltı çiftinin davetiyle evlerinde misafir oldum.
Fas’da tanıştığım diplomatlardan Emre de buraya atanmış. En son Rabat sokaklarında birlikte bisiklete biniyorduk, şimdi tekrar burada birlikteyiz güzel bir sürpriz oldu.
Kalacağım evde geçici görevle gönderilmiş Durmuş abi eşi Solmaz Abla da kalıyordu. Benim kalacağım odada yatak yoktu. Odaya geçtim matımı yere attım uyku tulumumu da açtım ve yerleştim. Aklımda Güney Afrika’da yapacak çok şey vardı fakat sonrasında şartlardan dolayı vaz geçtim.
Birkaç gün sonra Büyükelçiliğimizin organize ettiği ailesi olmayan çocuklara yardım ve destek amaçlı bir futbol maçı karşılaşması yapıldı. Çocuklarla futbol oynadım ve neler yaptığımı anlattım. Yıllardır dünyanın dört bir yanında çocuklara ülkemi tanıtmanın yanında ilham vermeye, yaşam serüvenimizde farklı bir yolun seçilebileceğini göstermeye çalıştım. En önemlisi de ne yaparsanız yapın korkmayın ve vazgeçmeyin dedim. Bu arada gençlere yaptığım seyahati anlatmıyorum, çünkü o benim hayalim. Başkaları için benim gerçekleştirdiğim bu seyahat sıkıcı olabilir veya sıradan olabilir. Gençlerin hayallerini gerçekleştirmeleri için yıllardır birçok alanda edindiğim tecrübeleri deneyimleri kendileri ile paylaşıyorum. Yardımcı olur veya olmaz, farklı bi bakış açısı her zaman iyidir. Belki de o gençlerden biri insanlığın tarihini değiştirecek kim bilir?
Bir gazete ile de röportaj ayarlandı, onlarla da konuştum. Başkentte bulunduğum süre zarfında 4. defa düzenlenen Türk Filmleri haftasına da katıldım. Sağ olsun Büyükelçimiz bir gün öğlen yemeğine davet etti. Kendisine Güney Afrika’ya ulaşana kadar neler yaptığımı ve yaşadığımı anlattım. Bir gün de Emre’nin evine gittim. Orada lahmacun mantı, dolma yemediğim yemek kalmamıştı. Türk yemeklerini hiç özlemiyor musun diye sorulur. Hayır hiç özlemiyorum çünkü her ülke mutlaka Türk vatandaşlarımızla bir araya geliyorum evlerinde Türk yemeklerine doyuyorum.
Pretoria’da kaldığım süre zarfında İngiltere’den gelecek olan Hande’yi bekledim. Botsvana çadırda uyurken yakalandığım sel sularında bozulan bilgisayarımın yenisini, yeni Gopro 4 Black ve başka ekipmanları İngiltere’den Hande’ye sipariş vermiştim. Botsvana’ya kuzeni Oktay’ı görmeye gidecekti fakat öncesinde uçuş Güney Afrika’ya olacaktı. Eee buralardan pahalıya alacağımdan her şeyi İngiltere’den almak daha cazip geldi. Hande uçakla Johanesburg’a gelecek, araba kiralayacak, buradan beraber Botsvana’ya gideceğiz. Peki ben Botsvana’ya neden geri gidiyorum? Çünkü her ay vizeyi yenilemem gerekiyor. Güney Afrika Türk vatandaşlarına sadece bir aylık giriş izni veriyor. Sonrasında ülkeden çıkıp geri girmeni istiyor bunu da en fazla 3 defa yapabiliyorsun. 4. Seferde sana bir haftalık giriş izni veriyor. (Not: bu noktada ya kapıdaki görevliye rüşvet veriliyor veya ücretli 3 aylık vize başvurusu yapılıyor) Hande ile Botsvana’ya gidişimiz de dönüşümüz de tam bir maceraydı. Tabi benim bisikletle gider gibi arabayı ara yollara sokmam, toprak yolları tercih etmem onu fazlasıyla korkuttu. Hiç kimsenin olmadığı ıssız alanlardı. Açık söylemem gerekirse öyle alanlara araçla girince ben de tedirgin oldum. Yanlış anlaşılmasın, araç bozulsa nasıl yapacağım bunu düşündüğümden tedirgin oldum. Bisikletle kendimi böyle ıssız yollarda daha güvende hissediyorum. Tamir etmesi kolay. Hazır mevzu açılmışken şunu da demekte fayda var; Johanesburg’un içinde sağı solu çantalarla dolu bir bisikletle gezmenin güvenli olup olmadığını kime sorarsanız sorun tabi ki de hayır diyecektir. Şehre doğru ilerlerken de yol boyunca dikkat bu bölgede hırsızlık oluyor diye tabelalar vardı. Hem Johanesburg yakınlarında kamp atmış hem de genel olarak Güney Afrika seyahatinde birçok noktada kamp atmış biri olarak, Türkiye’de büyüyüp yaşayan ve gezenler için Güney Afrika’da gezmek oldukça rahat diyebilirim. Çünkü ister istemez bazı konulara vakıfız. Bir Avrupalı bizim gezdiğimiz gibi bu ülkede tedbirli gezmez. Bunu Güney Afrika’nın ilk yazısında da belirtmiştim.
Hande ile Güney Afrika’ya döndüğümüzün akşamı da aracımıza araba çarptı, saatlerce karakolda kaldık. Güney Afrika’da karakola işiniz düşmesin, saatlerce o karakoldan çıkamayabilirsiniz.
Sonraki günler oldukça sakin geçti demeyi isterdim ama öyle olmadı. Vatandaşlarımızla tanışıp sohbet etme fırsatım oldu. Çok ilginç kişilerle tanışmanın yanı sıra evine davet eden herkes Türk yemeklerine boğdu. Birkaç hafta içinde baya bir kilo aldım.
Bir gün elçiliğimiz deki diplomatlardan Emre’nin çocuklarını okullarından almaya gittik. Fransız okulunda okuyorlardı. Öğrendiğim kadarı ile okul ve eğitim oldukça iyiydi, büyükelçimizin çocuğu da bu okuldan mezun olmuştu. Duvarda bir coğrafi harita vardı. Avrupa ve Türkiye’yi gösteriyordu. Haritaya yakından bakıldığında Türkiye’nin doğusu Ermenistan topraklarında, güney doğusu ise Kürdistan toprakları olarak gözüküyordu.
- Emre bu nedir? Gördün mü?
Duvarda gözüken o coğrafi harita birkaç yıl önce Kosova’da dağıtıldığında olay çıkan haritaydı. “Ne var ya, altı üstü bir harita, sonuçta öyle olmadığını herkes biliyor’’ denilebilir.
Bu noktada başka bir anımdan alıntı yapayım, aynı yaşlarda olduğum 80 ve 90 yılları arasıda İsviçre’de okulunda benzer bir harita ile büyüyen gezginle yolda denk gelirsin, bu konu üzerine hararetli bir sohbet edersin. Ayrıca kendisi doğu vilayetlerimizi bisikletle gezmiş. Bir süre sonra o kişi ülkesinde parlementoya girer ve bölgenin özgürleşmesi için destek verir. Haklı gördüğü bu insanları ülkelerine kabul edilmelerinde kol kanat olur. Çünkü okulundaki haritalarda o bölgeyi hiç Türkiye’nin olarak görmemiştir. Yaşanan süreçte Türkiye’yi haklı görmez. Güney Afrika’da bulunan Fransızların kontrolünde olan bu okula Büyükelçimiz ne yapabilir bilemem. Nota verilir, o da işe yarar mı onu da bilemem? Ben olsam algı durumunu analiz etmek için okul içinde elçilik destekli bir proje yapardım. Fransız elçisi ile kanka olur, zaman içinde o haritayı tatlı dille o sınıflardan kaldırırdım. Okulun her bir sınıfına yeni haritalar bağışlar, Tika ile bilgisayar desteği atardım. En azından bunu denerdim. Hiçbir okul böyle bir teklifi geri çevirmez. Tika’da bu olanaklar var.
Hazır proje demişken Büyükelçimiz Kaan Esener’in Güney Afrika’da başlattığı ve 2016 yılında 4. kez düzenlenen Türk filmleri haftasına da denk geldim. Johanesburg, Pretoria, Durban ve Cape Town’da düzenleniyorlardı. Süper düşünülmüş ve uygulamaya geçirilmiş bir olay. Seçilen filmler çok güzeldi fakat katılımcılara bakınca hayal kırıklığı yaşadığımı söylemek isterim. Hatta sonraki dönemlerde bazı Türk vatandaşlarımız “Neden bize davetiye gönderilmedi, neden biz de davet edilmedik?” diye söylenirken o ortama da denk geldim. Yahu arkadaş, sizin o film festivalinde ne işiniz var? Bu bir tanıtım olayı, ha onu da iyi becerdiğimiz söylenemez. Tamam, salon doluydu dolu olmasına da gelen kitle yanlıştı. Güney Afrika’da yer alan üniversiteler dünyanın ilk 300 üniversitesi arasında yer alıyor. Arkadaş asın bu afişleri okullara, öğrenciler gelsin. Ne güzel Türk yemekleri de yapmışız, aperatifler süperdi. Çağır gençleri, paylaşsınlar sosyal medyalarında Türk filmleri haftasına gittik yemeklerini yedik diye. Instagram Facebook, Twitter. Onu gören arkadaşları yahu bizde gidelim desinler. Hala aklıma Tunus’da gittiğimiz Japon Kültürü haftası geliyor. O zaman yanımdaki diplomat arkadaşım Pelin “Gürkan biz burada Türk günlerinde böyle gençleri çekmeyi başaramadık, başaramıyoruz da” demişti. Tunus’da gençler Japon günlerine akmıştı, neden? Ee çünkü onların anladığı dilden tanıtım ve reklam yapınca olayın boyutu değişiyor. Ülkelerdeki tanıtımçalışmalarımızı organize etmeye çalışanlar genellikle elçiliklerdeki diplomatlar veya onların eşleri oluyor. İyi de herkes Siyaset Bilmi veya Uluslararası İlişkiler mezunu. Nasıl olacak bu iş? Tamam iyi bir şeyler yapmaya çalışıyoruz ama elimizde çok çok iyi imkanlar varken bunu bilebile bile neden daha iyisini yapamıyoruz anlamıyorum. Neyse, bak bu ülke tanıtım günlerinde hala Bahreyn ve Birleşik Arap Emirliği ekibini tek geçiyorum. Neden, çünkü bu ülkelerde olayı ellerine reklamcılar, halkla ilişkiler, yazarlar, grafikerler, başka ülkelere ithalat ihracat yapıp bu vesile ile çok gezen kişiler el atmış. Hal böyle olunca olayın boyutu değişiyor. Amerika’da tanıtımın da çok iyi olduğunu duyuyorum, gittiğimde gördüklerimi yazacağım.
Büyüklerimiz çok daha iyi bilir ses sanatçısı Yüksel Üzeli. Yıllar sonra Güney Afrika’da yaşamaya başlamış. Bir gün evine gidip kendisi ve kızı Arzu ile de tanıştım. Sonrasında yemek yemeye, sohbete de çok gittim. Odun ateşinde lahmacun yaptı, üstüne yola çıkmadan el yapımı pastırma verdi. Evladım dikkat et kendine, yemeklerini aksatma, beslenmene özen göster, müsait olduğunda da gel evimiz evindir. Çok candan biriydi.
Johanesburg’da bir süre de Naltı ailesinin evinde kaldım. Esra Naltı büyükelçiliğimizde yıllardır çalışıyor. Güney Afrika’nın muhtarı olmuş diyebilirim. İsmail de Güney Afrika’da yapı işleri ile ilgileniyor. Oğulları Selim, İhsan ve bir de kızları Zeynep var. İsmail bisiklet tutkunu olduğu için aylardır yaptığım seyahati de takip ediyormuş. Sağ olsun evlerinin kapısını açtılar. Öyle birkaç günde değil sanırım ilk seferde 15 gün, ikinci seferde bir aya yakın evlerinde misafir oldum. Fakat bu süreç içinde daha fazla yoruldum 3 çocuk büyütmek hakikaten zor iş hahah. Esra sayesinde oldukça güzel kilo da aldım..
İsmail de bir bisiklet tutkunu olduğundan bir gün Hakan, İsmail ve ben Johanesburg’da yer alan bisiklet parkuruna gittik. Hakan da Johanesburg’da yaşıyor. Almanya’dan gelmiş, burada bir kömür madeninde mühendis. Bisiklet parkurlarına İngiltere, İsviçre, Birleşik Arap Emirliği ülkelerinde daha önce girmiştim, burası da Güney Afrika Johanesburg parkuru. Öncelikle araç park yerleri olayı gayet güzeldi. Sporcuların hazırlanması için çok güzel kapalı bir alan yapılmış. İçinde restoranı, kafesi, bisiklet yıkama alanı olan bir yerleşke. Aile ile gidildi ve çocuklar küçük diyelim, onlar için doğanın içinde oyun parkı yapılmış ve burada uzmanlar ile birlikte ağaçlara tırmanıyorlar. Oldukça profesyonel hazırlanmış bir alan. Gene bisiklet kiralama ve servis bölümleri var. Buna benzer şehrin içinde birkaç parkur olmasına rağmen sadece buraya gidebildik. Kısa bir parkur değil, ayrıca 3 adet zorluk derecesine göre parkur ve hoplama zıplama alanlarının olduğu küçük başka bir alan daha var. Johanesburg şehrinin içinde bisiklete binmek biraz zor olsa da GPS yardımı ile aralardan derelerden teee Pretoria şehrine kadar gidilebiliyor.
Johanesburg’da hemen hemen her ay bir sportif aktivite var. Yaz kış sürekli bir şeyler oluyor. Hakan, Esra ve İsmal bu yarışlardan birine katıldılar. Ben de katılacaktım fakat baklava, döner, dolmaları hüpletmek çok güzel oluyordu ve aldığım kiloları eritmek istemiyordum. Hem de bu alan içinde drone ile çekimler yapabilirdim, millet koşarken şehre yukardan bakmak bu alandan da ayrı güzel oldu. Başkentte bir gölün etrafında o kadar güzel bir parkur ve çalışma yapmışlar ki detaylıca incelemek çok güzeldi. Bak aynı olanaklar Ankara’da da var, ben hiç benzer bir şey yapıldığını şehir içinde görmedim. Yapılsa bile tüm gün sürdüğünü de görmedim. Bu tarz yarışmaları işte belediye yetkililerin veya artık kim yapacaksa gelip incelemesi hatta katılması çok güzel olur. Farklı bakış açıları ülkemizde yapılacak yeni aktivitelere güzel zemin hazırlar.
Bisikletle pedal çevirmeyi en son Pretoria’da elçiliğin önünde bırakmıştım ve yolculuğa tekrar o noktadan başladım. Johanesburg ve Pretoria’daki bu ilk konaklamada oldukça uzun bir süre bu iki şehirde kaldım. Biraz daha kalırsam bu ülke bitmeyecek. Önce şu güneydeki Swaziland’e gitmek için yola çıktım.
Johanesburg’dan çıkmak girmekten daha kolay oldu. M6 numaralı karayolu var, o yoldan kaptırıp gitmek ilk gün için oldukça keyifliydi çünkü yolda emniyet şeridi vardı. Sonrasında R25 yolundan devam ettim. (Bazı insanlar için yol bilgileri çok gereksiz ve anlamsız gelebilir haklısınız ama bazıları için de oldukça önemli oluyor) Gerçi Pretoria, Swaziland yolunu gelecekte bisikletle alacak biri olursa bence kafasına göre takılsın. Son olarak M4’ün yanında hep yan yollar göreceksiniz, onları tercih edin diyeceğim fakat o ara yollardaki kömür kamyonu trafiği beni oldukça şaşırttı. Hatta bu kömür kamyonu trafiği hiç abartmıyorum nerdeyse Swaziland’a kadar devam etti. Yolun büyük bir çoğunluğunda emniyet şeridi de olsa kamyonların gittiği bir yolda pedallamak hakikaten hoşuma gitmiyor.
Geceleri uzun zamandan beri çadırın içinde -3 dereceyi görmemiştim. Geceleri de çadırın etrafına Kadu’lar geliyor. Yediğim elmaların arta kalanlarını yeyip gidiyorlar (çıkardıkları seslerden anladım kadu olduklarını) başka hayvanlar da geldi. Ama ne olduklarını anlamıyorum. Neyse bir sabah toparlandım ve yol üstünde bir markette durdum. Omlet istedim ve bir adet kahve. Kasadaki adam dışarı çıkıp bisiklete baktı.
– Türk müsün?
– Evet Türküm.
– Atatürk.
– Pardon Anlamadım…
– Atatürk.
Ulan sabah sabah hayırdır.
– Mustafa Kemal Atatürk mü diyorsun?
– Evet.
Omletten biraz yedim. Açım arkadaş, akşam makarnayı az yapmışım. Biraz da kahve içtim. O arada sessizlik hakim.
– Ne biliyorsun Atatürk hakkında?
Pakistan’da ortaokul ve liselerde Atatürk’ün neler yaptığı ve yaşamı anlatılırmış. “Büyük lider olarak biliriz kendisini. Lazım her millete bir tane”… Bak bu cümleyi Japonya’da Japon çiftçi de söylemişti. Nerdeeeen nereyee..
– Adın ne senin?
– Muhammed.
– Muhammed Ali Cinnah’da önemli bir liderdi..
Deyip gülümseyerek masadan kalktım, sarıldık ve yoluma devam ettim ve günü Ermelo’da bitirdüm. Bu arada aşağa inene kadar köy-kasaba adları da çok dikkat çekiyor. Newcastle, Uthrect, Berlin, Amsterdam ve daha bir çok aynı isimde şehir var. Hollanda, Almanya, İngiltere’nin köy kasaba şehir adları Güney Afrika coğrafyasına yayılmış durumda. Sebebini zaten biliyorsunuz.
Swaziland için bir vize ücreti yok, girişten oldukça rahat geçtim. Çantalar da kontrol edilmedi. Sınıra gelene kadar irtifa Pretoria’dan bu noktaya kadar artıyor. 800 metreden 2000 metreye kadar geldi. Yol da zaten sürekli inişli çıkışlı. Neyse Swaziland’dan devam edelim..
(Fotoların Çoğunu eski arşiv dosyası ile Türkiye’ye yollamışım yanımda olmadıklarından yükleyemedim)