Buenovista, Quindo bölgesinde küçük bir kahve kasabası. Bu kasabayı bana uzun süredir bir parçası olduğum Türk gezginlerden oluşan Güney Amerika Whatsapp kapalı grubundan Burak ve Kerem önerdi.
-Gürkan kesinlikle Buenovista’ya gitmelisin, inanılmaz bir yer ve seveceksin. Kahve turunu da kesinlikle bu bölgede yap. Panoramic Hostel’de kalacaksın zaten, başka hostel yok (1 sene sonra kasabaya gelen turist sayısı fazla olunca bir iki tane daha hostel açılmış). Kesinlikle Hugo’yu bul ve kahve turuna O’nunla git.
Kolombiya içinde özellikle Cali’den sonra takip ettiğim rota hakikaten çok hoşuma gitti. Hem Ant Dağları’nın eteklerinde 2.500-3.500 metre arasında, hem Cali Gölü’nün çevresinde, hem de küçük köy yollarında pedalladım, hakikaten çok güzeldi. Koca ağaçların belli aralıklarla arazide yer aldığı Afrika’da yer alan tabiata benzeyen alanlardangeçtim. Bu arazilerin içinde aslan, fil, zürafa da birazdan çıkar diye kendi kendime söylenip durup gülümsedim. Haaaa, bir de şunu dedim: “Buraları da çok tahrip etmişler. Göze güzel gözüküyor ama kesinlikle 100 yıl önce buralar çok daha güzelmiş.”
Gene bir gün 90 km ardından hava kararırken Buenovista’dan önce küçük bir köye girdim. Koloni döneminden kalma yapıları görünce suratımda güzel bir memnuniyetle köy meydanına doğru pedallıyorum. O memnuniyetin sebebi aslında şuydu:
“Tamam yaaaa, kamp atacak güzel bir yer buldum!”
Halbuki daha ortalıkta çadırı kuracak yer yok, ama biliyorum kesinlikle olacak. Çünkü o alana yaklaştığımda hissediyorum. Yolda aldığım bir kararın ne kadar doğru ve yerinde bir karar olduğunu pedal çevirerek hissettiğimde suratımda bir tebessüm oluşuyor. Kolombiya’nın turistlik olmayan küçük köylerine girildiğinde koloni tarzı yapılar daha fazla göze çarpıyor. Turizmin geliştiği köyler ve kasabalarda ise doğal olarak köyün tarihi dokusu büyük ölçüde ya görünmez oluyor ya da yenileme ile daha farklı bir hal alıyor.
Köy meydanında büyük çim bir futbol sahası var ve gençler top peşinde koştururken aileleri oturmuş onları seyrediyor. Sol tarafta büyükçe bir kilise, onun karşısındaki alanda yaşlı amcalar teyzeler oturuyor, bir yandan maçı seyrederken bir yandan da köye gelen yabancıya bakıyorlar. Dikkatimi çeken bir olay da bu ülkede insanların sigara içtiğini pek görmüyorum. Şimdi bu yazıyı yazdığımda “Gürkan yapma ya Kolombiya’da bulunuyorsun tabi ki de sigara içmeyecekler uyuşturucunun anavatanı orası” diyenler olabilir. Bu konu ile ilgili daha fazla detay bir sonraki yazımda yer alır, fakat şu bir gerçek ki gözüme hiç sigara içen biri takılmadı.
Çim sahanın daha ilerisinde gene sahaya bitişik olarak hem oturup dinlenebileceğim hem de yemek yiyebileceğim bir alan olduğu gibi oturma alanının arka tarafında da polis karakolu var. Önce şu karakola gidip izin alayım.
-Merhabalar adım Gürkan Genç, Türkiye’den geliyorum. Arjantin Ushuaia’dan Amerika Birleşik Devletleri Alaska’ya doğru ilerlemekteyim. İzniniz olursa bir gece şu alanda çadır kurup uyumak istiyorum.
-Merhabalar, ciddi misin? Çok uzun bir seyahat yapıyormuşun. Tabi tabi hiçbir sakıncası yok. Ayrıca tuvaletimizi de kullanabilirsin.
-Çok teşekkür ederim.
-Suya ihtiyacın var mı?
-Çok iyi olur.
-Akşam nöbetine gelecek arkadaşlara da haber veririz rahat rahat uyuyabilirsin merak etme burası çok güvenli bir köydür.
-Tekrar teşekkürler.
Çadırı kurduğum yere merak edip önce çocuklar geldi. Kim olduğumu, nereden geldiğimi nereye gittiğimi sordular. Sohbetimiz sırasında çok şaşırdılar, inanmadılar, hayran oldular, üzüldüler, güldüler. Hava kararıp evlerine gittiklerinde ailelerine anlatmışlar. Akşam çadırın dışında kitap okurken yakındaki bir evden genç bir kız gelip evlerine davet etti. Bütün ailesi ile tanıştırdı. Babası duş alabileceğimi, acıktıysam hemen yemek hazırlayabileceklerini söylediler. Ufak tefek erzak verdiler. Sabah da kahvaltıya beklediler. Sonra sohbet etmeye başkaları ve daha fazlası geldi. Ne güzel di mi? Bu olay sadece Kolombiya’da olan bir durum değil! Alıştım artık, birçok ülkede yaşadım gönülden gelen misafirperverlik olayına. Köylerde kasabalarda insanlar çevrelerine bakıyor, detaylara dikkat ediyor, misafir ediyor. Sokaktan geçerken seni görüyorlar. Büyük şehirlerde de misafir edilirim fakat oralarda ya sosyal medyadan bir tanıdık aracıyla veya uygulamalardan evine misafir ederler. Evinde misafir olacağın kişiyi uygulamalar sayesinde bulursun. Çünkü şehirlerde kimse seni görmez veya yabancıdan çekinirler. Sebebi de belli, şehir yaşantısının dertleri farklıdır. İnsan dediğimiz canlı çok enteresan. Göçebe hayatı, göçebeliğin dertlerinden dolayı bırakıp yerleşik hayata geçip, köyleri, kasabaları, şehirleri kurmuş fakat kurduğumuz düzen içinde de hep yeni dertlerimiz olmuş. Bir seçme şansım olaysadı hangisini tercih ederdim? Göçebeliğin dertleri komplike değil oradan yürürdüm
Quindio bölgesi günümüzde Kolombiya’nın en iyi kahve üretimi yapılan alanlarından biri. İspanyol işgalinden önce yerel kabilelerin yaşadığı bu bölgede sonraki yüzyıllar boyunca pek belli başlı önemli yerleşim olmamış. 19 yüzyıl sonlarından sonra bölgede kasabalar ve şehirler kurulmaya başlanmış. Endüstriyel anlamda ilk kahve üretimi de 1947 yılında yapılmış, o gün bugündür de yapılmaya devam ediliyor. Günümüz Armenia şehri bölgenin başkenti olarak öne çıkmış. (şehrin adının Ermenistan ve tarihi ile alakalı herhangi bir olayla uzaktan yakından ilgisi yok. bu konu ile ilişkilendirecek ortada bir belge de yok ,sadece kulaktan dolma bilgiler var.) Ardından Salento, Finlandia, Pijao, Buenovista, Cenova, Cumbarco, Siete de Agosto, Las Guadas bölgede hem kahve üretimi hem de turistlik anlamda öne çıkan kasabalar. Önce şu Bunenovista’ya gidelim bakalım.
Buenovista şehrine güle oynaya giderken son 6 kilometresi güzel bir tırmanış var. Yokuşu tırmanırken geçen arabalardan insanlar alkışlıyor, korna çalıyor. Akşam gün batımı olmadan kasabaya varmayı başardım, hakikaten oldukça küçük ve çok hoş bir kasaba. Tam Ant Dağları’nın eteklerinde yer alıyor, yükseklik 1.800 metre civarlarında. Kasaba merkezinde soluklanıp kalacağım yere doğru pedalladım. Panoramic Hostel. Burak ve Kerem “Gürkan programını biraz uzat, çok seveceksin mekanı” demişlerdi, ben de bir gidelim sonra karar veririm demiştim. Hostel girişinde Danny karşıladı;
-Selam ben Danny, hoş geldin.
-Hoşbulduk ben Gürkan. Umarım kalacak yer vardır, rezervasyon yaptırmamıştım.
-Var var sıkıntı yok ama önce gel bir soluklan, kahve iç.
-Bu arada Kerem ve Burak’ın selamı var.
-Aaa sen de mi Türksün, süper çok kral insanlardı özledim onları.
-Evet, onların önerisi ile geldim buraya ve şunu söyleyeyim gelecekte çok daha fazla Türkü misafir edeceksiniz burada, çünkü mekanı hakikaten çok sevdim.
Olur da bir gün birileri bu yazıyı okuduktan sonra bu kasabaya giderse acele etmeyin programınızda. Birkaç gün kalın bu kasabada. Hostelin verandasında oturup günü bitirin, yeni arkadaşlar edinin, kasabada sabah kahvaltısı yapın, kahve tarlalarının arasında yürüyüş yapın, kendinize zaman ayırın, dinlenin. Güzel bir kasaba ve dinlenmek için güzel bir yer. Hugo ile birlikte kahve turuna katılın. Kahveyi benim gibi sevmiyorsanız bile Hugo ile o tura katılın. Türkiye’den Gürkan’ın çok selamı var demeyi de unutmazsanız sevinirim. O da mutlu olacaktır, çok iyi bir insan.
Evet kahveyi sevmeyen biri olarak hem Etiyopya’da kahve tarlalarını gördüm, bitkisinden meyvesini toplayıp çekirdeklerini inceleyip tadına baktım hem de Kolombiya’da tarlaları ziyaret edip bu konuda oldukça iyi bilgilendim. Yardımcı olan arkadaşım Hugo’ya da teşekkür ederim. Kahve sevmememe rağmen olayın arka yüzünü görmek hakikaten oldukça keyifliydi. Üstelik böyle bir tura katılıyorsun, katılanlardan biri de endüstriyel olarak en çok kahve satan Starbucks’ın yöneticilerinden biri. İyi denk geldi ha.
Katıldığım kahve turu pek ucuz olmayan turlardan biriydi. Sabah 7 gibi kapının önünden Hugo jeep ile beni ve hosteldeki ekibi alarak turu organize eden firmanın merkezine götürdü. Yapacağımız turun içeriği anlatıldı, kahve konusundaki bilgimiz öğrenildi, sonrasında da araçla yola çıktık. Tarlaya varmamız yaklaşık 1 saatimizi aldı. Ant Dağları’nda kahve tarlalarının arasında zikzaklar çizerek kahvenin nasıl işlemlerden geçtiğini öğrenmek için yol alıyoruz.
Yolculuğu biraz daha otantik olsun diye sanırım bir jeep’in arkasında ayakta yapıyoruz. Jeep fazla hızlı gitmiyor, ayakta gitmemiz ve sağa sola tutunmamız için de bir düzenek yapılmış. Bazı tarlaların kahve ağacı tarlası mı yoksa muz ağacı tarlası mı olduğu konusunda bir tereddüt yaşadım.
Şimdi kahve tarlasına gittiğimiz abinin adını hatırlayamadım, Juan desem sıkıntı olmaz. Bizi yolda karşıladı. Önünde bir sepet, kahve ağacından topladığı meyveleri bizlere gösteriyor:
Ağaç hakkında bilgi verince bir şey dikkatimi çekti:
-Juan kahve ağaçları ile muz ağaçlarını yan yana dikmişiniz, bir sebebi var mı?
-Evet güzel yakaladın. Muz ağaçlarının yaprakları çok güneşli günlerde meyvelerin yanmasını önlüyor.
-Sadece bu mu?
İlginç geldi. Hugo’ya da sordum; “Bu konu hakkında başka bir bilgi yok mu bildiğin?” “Hayır yok.”dedi. Sonraki günlerde kahve ağacı ve muz ağaçlarının birbirleri arasındaki ilişkiyi araştırdım bir de yere düşen muzların bitki üzerindeki etkilerini. Kahve ağacının yanına dikilen muz ağaçlarının kahve üretimini %50 arttırdığını ve bu uygulamanın da ilk olarak Afrika’da başladığını öğrendim.
Kahvenin meyvesi dalından tek tek elle toplanan, bizlerin japon elması olarak bildiğimiz meyveden biraz daha büyük. Parmaklarımla sıktığımda renksiz bir mukoza ile birlikte bir çekirdek çıkıyor. İşte kahve o çekirdek. Muz ağacı bu çekirdeklerin sayısını ikiye hatta bazı meyvelerde üçe kadar çıkarmış. Sadece o da değil; daldaki meyve sayısını da arttırmış. Muz ağacı ile kahve ağacı ailesi arasında bir bağ var. O halde aynı ağaç türlerinin meyveleri ile başka eşleşmelerden de olumlu sonuç çıkabilir. Daldan tek tek toplanan bu meyveler çiftçinin önündeki sepetlerde toplanıyor. Gün içinde bir kişi 300 kg kadar topluyormuş. Şu kadarı bile zahmetli bir uğraş çünkü dalından öyle gelişi güzel kopartamıyorsun meyveyi, bitkinin dallarına zarar vermemen lazım.
Toplanan bu meyvelerin hepsi büyükçe bir kovada suya batırılıyor. Yüzeye çıkan veya yüzeyde kalan meyveler bir kenara alınıyor. Bunların içinde ya mukoza olan alana böcek girip çekirdeğin gelişimini etkilemiş ya da başka bir etkenden çekirdek iyi değil.
Dibe çöken meyveler sudan çıkarılıp bir ayıklama makinasına konulur. Burada makine meyveyi çekirdeklerinden ayırıp mukozalı bir halde çekirdekleri bir köşeye ayırır.
Bu noktadan sonra iki işlem var:
1 – Kabuklarından ayrılmış çekirdekler tekrar su dolu bir kovaya konur. Üstte kalan veya sonradan üste çıkanlar gene ayıklanır kovanın dibine batanlar toplanır ve 1 hafta kadar güneşte kurumaya bırakılır.
2 – Mukozalı çekirdekler herhangi bir işleme girmeden o halde kabuklarından ayrıldıktan sonra 2 hafta kurutmaya bırakılır. Buna da ballandırma veya bal prosedürü diyorlar.
Birinci seçenekteki çekirdekler bir hafta sonunda toplanır ve genişçe bir masaya serilirler. 14 farklı çekirdek boyutu var. Büyük ve çekirdek şekli güzel olanlarını tekrar bir kenara ayırıp bunları 1 ay veya daha fazla bir süre ile evin çatısında kurutmaya bırakıyorlar. Diğer çekirdek boyutlarının hepsini 1. 2. 3. kalite kahve diye piyasaya çıkarmak için bir sonraki aşamaya geçilir. Bu derecelendirme işlemi de oldukça detaylı yapılır çünkü piyasaya satılan kahve çekirdekleri bunlardır.
O bir ay kurutmaya bırakılan özel en iyi kahve çekirdekleri Kolombiya kahve federasyonuna teslim edilmiyor, hali ile marketlerde, dükkanlarda satışı da olmuyor. Üretici Federasyona o özel kahve çekirdeklerini satmaya çalıştığında kahve federasyonu piyasada satılacak olan 1. kalite çekirdek fiyatı ile aynı fiyatı veriyor. Çiftçi de elinde az miktarda bulunan bu özel çekirdekleri iyi fiyattan alacak müşterisine satıyor veya evde kendi içiyor ki bende bu kahveden içtim. Kahve tarlalarında ev sahibi ile aranız iyise bu kahveyi içersiniz.
Kurutulmuş şekilde ayrılan kahve ya kavrulmaya gidiyor, ya da kavrulmadan çuvallara konarak başka ülkelere gönderiliyor.
Şimdi bu noktada gittiğimiz kahve kasabasında kahve federasyonundan öğrendiğim önemli bir bilgiyi daha sizlerle paylaşayım. Tarladan kurutmaya, oradan kavrulmaya giden kahveler sonrasında kavrulup öğütülüp paketlenip marketlere, pazara veya yurtdışına gönderiliyor. Bu kahveleri dünyanın öbür ucuna da göndersen sıkıntı olmaz, bozulmaz çünkü paketler hava almıyor, fakat birim fiyatı oldukça yüksek.
Öte yandan güneşte kurutulduktan sonra çuvallara konulup satılan kahve çekirdeklerinin fiyatı hali ile daha hesaplı. Fakat o noktada da şöyle bir sıkıntı var. Federasyon bana kadar çuvalda gelen kahvenin kalitesinde bir sıkıntısı yok, olmaz da diyor. Fakat benden çıkan kahvenin hangi koşullarda araca yüklendiği, markete, pazara, yurt dışına gittiği beni ilgilendirmez sonrasına da ürün bozuk çıkarsa karışmam diyor. Peki neden böyle diyor?
- Kahve çuvalı araca yüklenirken eğer çuval direkt metale değerse veya aracın kasasına değerse altta kalan kahve çekirdeklerinin kalitesi bozuluyor. Bunun önüne geçmek için kahve çuvalı ile zemin arasına tahta kasalar koymak şart. Betona veya metal zemine kahve çuvalı asla konulmamalı.
- Kahvenin yüklendiği konteynır veya kasada sadece kahve çekirdeği yoksa ve başka eşyalar varsa çuvallar içinde yer alan kahve çekirdekleri eşyalardaki kokuları çekecek ve gene kalitesinden ödün verecektir. Özellikle kıtalararası okyanus geçişleri yapan konteynırda sadece kahve yoksa kahvenin etkilenmemesi mümkün değildir. Kahve çuvallarının yolcukluk ettiği konteynırların içeriği önemli.
“O halde Avrupa’da, Afrika‘dan gelecek olan kahve çekirdeğini tercih etmek daha akıllıca olur” dediğimde kahve federasyonu yetkilisi kafasını salladı. Şu durumda Kolombiya’dan hava geçirmeyen paket halinde gelen kahvenin kalitesi daha iyi oluyor.
Gelelim kahvenin sertliği konusuna. Bu süreç de benim için enteresandı. Hem tarlada hem de kahve dükkânlarında durumu test etme imkânım oldu. Kahve seven biri değilimdir. Hatta ne kahve ne de çay severim. Kısacası sıcak içeceklerle aram iyi değil. Fakat kahveyi de çayı da içersem şekersiz ve sütsüz içerim. Yani olabildiğince sert içerim. Fakat kahvenin sertliği için başka bir etken daha varmış, bu da kahve çekirdeğinin yetiştiği yükseklik. Kahve ağaçları 600 metre ile 2.300 metre arasında yetişiyor. Alçakta yetişen kahve çekirdekleri daha tatlıyken yükseklere çıktıkça meyvedeki asit oranı artıyor. Bunu gittiğim ve farklı irtifada bulunan bir başka kahve tarlasındaki çekirdekleri deneyerek. Tarladaki kot farkı 200 metreydi, farklı alanlardan toplanmış kahve çekirdeklerinin sertliği hakikaten fark ediliyor.
O günden sonra da Kolombiya’da kahve poşetlerinin arkasında yükseltilere bakmaya başladım. İşi kaliteli yapan aileler poşetlerin arkasında hangi yükseklikten çekirdeğin toplandığını yazıyorlar. Vay arkadaş ya ulan neler öğrendik bu muhteşem bitki hakkında. Dahası da var.
Kaliteli kahve servisinin sunumu da hazırlanışı da özen istiyor. Filtreye kahveyi koydum, hadi üstüne sıcak suyu boşaltayım alttan da kahvemi alıp içeyim değil olay. Yukarıdan fltredeki kahveye suyu dökerken yavaş dökeceksin kahve suyu emdiğinde bekleyeceksin. Alttan bardağa akmayacak. Suyu üst tarafta kahvenin üzerinde gezdireceksin ve sonra bekleyeceksin. Kahvenin aroması köpük köpük yukarı çıkacak onu göreceksin sonra filtreden akacak şekilde suyu yavaşça dökeceksin. Görüldüğü üzere olay Japonya’daki çay seronomisine döndü.
Kahve sevmeyen biri olarak bu bölgede kahve hakkında çok şey öğrendim iyi oldu.
Buenovista’dan ayrılmak zor oldu fakat yola devam etmek de şart. O çıktığım güzel rampayı geri inip Armenia şehrine doğru gidiyorum. Yolda bir pikap, arkasında taşıdığı mermerler ip koparmış. İki kişi o mermerleri araca yerleştirmeye çalışıyor, bu arada 3-4 yol bisikletçisi de tempolu bir şekilde yanımdan geçip gitti. Onlarla beraber devam etmek bir an aklımdan geçti ama bu adamlar çok zorlanıyordu belli. Hemen bisikleti kenara çektim ve mermer bloklara el attım. Şaşırdılar ama aynı zamanda da sevindiler. Mermer blokları arabadan indirip, sonra düzenli bir şekilde tekrar arkaya yükleyip güzelce de bağladık. Bu işlem için bir saat uğraştık, eldeki malzemelerden bir şeyler yapmaya çalıştık. Akşam şehirde bir bira ısmarlayalım dediler. Maalesef şehrin içinde onlara uzak bir yerde kalacağımdan teşekkür edip yoluma devam ettim.
Armenia şehrinde aslında kalmayıp direkt Solento’ya doğru geçecektim fakat bu şehirde bisikletle dünya turu atmakta olan Kolombiyalı Juanita Arias Palacio vardı. O da Kolombiya’yadaki evine benden 3 ay önce varmıştı. Bisikletle dünya turuna Asya’dan başlayıp Avrupa üzerinden Güney Amerika’ya geçti, kıtanın en ucuna kadar gidip oradan Alaska’ya doğru yöneldi ve Kolombiya’ya vardığında evinde mola verdi. Kendisini bölgeye varmadan önce aramıştım:
-Juanita ben Gürkan, şu an senin evine çok yakın bir yerdeyim. Kalmam için durum müsait mi?.
– Gürkaaaannn hoş geldin. Ben şehirde değilim ama evim müsait, sen geç benim evimde kal. Evde sadece annem var.
– Rahatsızlık vermeyeyim Sen ne zaman geleceksin?
– Ben de iki güne gelmiş olacağım. Ne rahatsızlığı lütfen evim evindir.
– Çok teşekkür ederim. Ben sana haber vereceğim.
Juanita ile konuşmadan önce Warmshowers’dan kalabileceğim yerlere bakınmıştım, birkaç kişi vardı. Bu kişilerden biri de Juan’dı. Kendisine bir mesaj attım:
-Juan selam, bisikletle dünya turu atmaktayım ve yarın şehrine gireceğim. İmkanın varsa beni evinde bir veya iki gün misafir edebilirsen sevinirim.
-Gürkaaaann Gençççç bisikletle dünya turu atan Türk bisikletçi. Tabi ki yerim var. Hatta şehrin merkezinde yer alan Hotel El Meson’un sahibiyim, orda iki gün konaklayabilirsin.
-Ciddi misin?
-Evet evet. Hatta geldiğinde haber ver, akşam yemeğe gideriz Salento’ya.
-Juan ne diyeceğimi bilemiyorum, çok teşekkür ederim.
Hakikaten iki gün boyunca otelinde misafir etti. Bunun dışında akşam yemeğine Salento’ya götürüp arkadaşları ile tanıştırdı. Mauricio ve eşi Laura ile tanıştığımda;
-Seni uzun zamandır takip ediyoruz ve seninle yüz yüze tanıştığımız çok memnun olduk. Güzel geziyorsun ve yazıyorsun. Pazar günü hep birlikte bisiklet sürersek seviniriz.
Bu tayfanın hepsi bisiklet sporu ile profesyonel bir şekilde ilgileniyor. İmkanlar doğrultusunda bölgedeki tüm yarışmalara katılıyorlar. Hepsinin kendi işi var. Mauricio’nun ve ailesinin kahve tarlası var. Firmanın adı Pedaling Coffee @pedalin_coffe. Hem bisikletçisin hem kahve tarlan var, hehe güzel iş. Hepsi ile birlikte bir pazar günü bisiklet de sürdük. Bölgenin bir başka ünlü kahve kasabası olan Finlandia’yı da bu arkadaşlar sayesinde görmüş gezmiş oldum. Bu ekiple birlikte pedal çevirdiğim ve tanıştığım için de mutlu oldum.
Juanita evine varmıştı ve artık onun evine geçme zamanı geldi. İki gün de ona kalıp devam edecektim. Dünya turuna çıktığından dolayı kirada oturduğu evini vermiş, eşyalarını satmış. Kolombiya’ya vardığında da dinlenmek için annesinin evine yerleşmiş. Kendisi şehirde yokken bile ‘’Annem evde, gidip kalabilirsin. Evim evindir.’’ diyen bir kadın. Birbirimizi ilk gördüğümüzde uzun uzun sarıldık.
Bu sarılma anı beni alıp 10 sene öncesine götürdü. Özbekistan’da karşılaştığım dünya turu atan Kanadalı Nathan’ı ilk gördüğümde de böyle içten birbirimize uzun uzun sarılmıştık. Bu kadar içten olmasının sebebi belki de nasıl bir yolculuk yaptığımızı iyi bilmemizden kaynaklanıyor. Neler yaşamış olabileceğimizi biliyoruz. Karşımda güçlü bir Kolombiya kadını var. Sabah kahvaltısı sonrası çayımızı içerken nerelerden geçtiğini neler yaptığını anlatıyor gururla. Tek başına dünyayı gezen bir kadın karşımda oturuyor. Hayranlıkla dinliyorum. Sıra Türkiye geliyor, heyecanlanıyorum bakalım neler anlatacak Türkiye hakkında. Türkiye’de bir süre yalnız pedallamış sonra yolda karşılaştığı Avrupalı bir tur bisikletçisi ile birlikte pedallamaya başlamış.
-Gürkan ülken çok güzel bir ülke fakat Türkiye’den ben biraz hızlı geçtim. Çünkü erkeklerin bana olan yaklaşımları hiç hoşuma gitmedi. Özellikle ilk başlarda çok tedirgin olmuştum. Herkes evli olup olmadığımı soruyor, evli değilsem hemen ilişki teklif ediyorlar. Ülkeye girdiğim noktadan çıktığım noktaya kadar her bölgesinde hemen hemen aynı tacizle karşılaştım. Hoş değildi.
İzlediği rotayı kendisine sordum. Doğu Karadeniz, Orta Karadeniz, İç Anadolu ve Ege bölgesinden sonra Yunanistan’a geçmiş. Daha fazla gezmeyi istemiş ama yaşadıklarından sonra vazgeçmiş.
Biz gezginlerin yolda yaşadığımız her şeyi paylaştığımız sanılır fakat büyük bir çoğunluğumuz paylaşmayız. Bir kadın olarak gezmenin zorluğunu uzun yıllar önce bir sırtçantalı arkadaşımdan anlamıştım. Gezdiği kıtadaki anılarını büyük bir keyifle okurken uzun bir sessizlikten sonra bir e-posta geldi.
-Yardım et ne yapacağımı bilmiyorum Gürkan, senin başına çok şey geldi hep devam ettin.
Gezdiği ülkede tecavüze uğramıştı. Evet, başıma çok şey geldi fakat bu konuda verebileceğim bir cevap yoktu. Ne diyebilirdim ki? Yaşadıklarına çok üzüldüm. Seyahati, gezmeyi bıraktı, yazmayı bıraktı. Her şeyden uzaklaştı. Kadın olarak dünyayı gezmek hakikaten zor kolay değil, bu bir gerçek. Dünya turum ile birlikte toplumları insanları daha iyi tanımaya başlamamla zaman içinde daha iyi duygudaşlık kurabilmeyi öğrendim ve karşımda Türkiye’de kendisine yapılan tacizlerden rahatsız olmuş bir kadın oturuyordu. O anlatırken ben utandım. Türkiye’de bunlar başımdan geçti değinde tüylerim diken diken oldu. Sen neden utanıyorsun Gürkan diyen olabilir. Bisikletin arkasında 10 yıldır Türk bayrağı dalgalanır, ben o ülkenin bir bireyiyim, her gittiğim diyarda yıllardır ülkemi temsil ederim. Tüm ülke boyunca mola verdiği yerlerde erkelerin yanına gelip bekâr mısın evli misin sorusunu sormaları, ilişki istemeleri kabul edilir gibi değil. Tamam, dünyanın birçok noktasında kötü niyetli insanlarla karşılaşabilirsin, bu sadece Türkiye’ye özgü değil fakat bir ülkenin doğusundan batısına kadar belli aralıklara taciz edildiysen o ülkede kadın erkek ilişkilerinde toplumsal bir sorun olduğu açıktır. Bu yazıyı okuyan herkes de bunu kabul edecektir.
Ne muhteşem bir kadın ki Türkiye’de bu yaşadıklarından sonra “Gürkan evim, evindir.” diyor.
-Juanita, yaşadığın bu kötü tecrübe karşısında çok üzgünüm. Olur da bir gün tekrar Türkiye’ye gelirsen, evim evin olduğu gibi tüm rotan boyunca da inanıyorum ki birçok kişi sana evini bağını açacaktır. Türkiye’yi evin olarak bilirsen bundan sonra sevinirim.
Bu sözü söyledim fakat iş işten geçmiş tabi. İleride kendi imkanım olursa uçak biletinden konaklamasına karşılayıp ülkeyi bisikletle gezdireceğim kendisine bunuda buraya yazayım. İki gün birlikte geçirdik, ülkesi hakkında güzel detaylar verdi Juanita. Tekrar yola çıkacak çünkü Alaska’ya kadar gitmek istiyor. Şu an şehrinde Alaska turu için çalışıp para biriktiriyor. Kim bilir belki önümüzdeki aylarda veya yıllarda yolda karşılaşır birlikte pedal çeviririz. Evet artık Bogota’ya doğru yola devam.
Not : Bu yazıyı yazdıktam 2 yıl sonra Türkiye’de kendi şirketimi kurdum ve Kahve işine girdim inşallah 2022 yılı içinde kahvelerimi Türkiye’ye göndermiş olacağım. Bunun için çalışıyorum. Gs1 Barkod sistemi ürünün görseli için web uzantısı istedi bende bu sayfaya en sona görselleri koyayım dedim.. Evet aşağıdaki gördüğünüz Peregrina Kahvesi benim markam. Kolombiya anılarında bir yazım eksik o yazıyı satışa başladığımda sizlerle paylaşacağım ama öncesinde görselleri burada dursun