Dünyayı bir kere Kırgızistan ‘da küçültmüştüm, 100 km ara ile iki kardeşin evinde kalmıştım farkında olmadan. Milyonlarca insanın yaşadığı Pekin’de bir kere daha küçülttüm ama öyle böyle değil. Yazının ilerleyen kısımlarında bu mevzuya geleceğim.
Yahu nerde kalmıştık. En son bloga bakıp not defterime geri döndüm. Ülke büyük adamın aklını allak bullak ediyor tabi. Çin’den çıktığımda 2220 km pedalladım. Düşünün bu ülkenin dörtte birlik kısmı, belki o kadar bile olmuyor.
Şimdi bu Luoyang’dan hemen sonra bulunduğum Heinen eyaletinin başkenti sayılan Zhengzhou şehrine geçtim. Arkadaş o nasıl kalabalık şehir. Ne bisiklet yolu ilerliyor ne araç yolu. Şehirde hostel olmadığından otelde konaklamam gerekiyor. Lonely Planet’dan bulduğum otelin İngilizce adresini tabi kimse anlamıyor. İngilizce bilen biri de bulamıyorum her zamanki gibi. Bir markete giriyorum Çinli bir kızdan yardım istiyorum. Beden dilimin ne kadar geliştiğini düşünün. Kıza telefon gösteriyorum, uyku işareti yapıyorum, parasını öğren diyorum ve adresini yaz diyorum. Bunu şu şekilde de anlayabilir: Gece senle beraber uyumak istiyorum, gecelik fiyatın ne kadar yaz. Ama ben bunu istediğim kılıfta çok güzel anlatıp telefonu kendisine verip otel görevlisinden her şeyi öğreniyorum.
Bazen gülme krizleri geçiriyorum Çinlilerle birlikteyken. Bakın şimdi, Çince’de günaydın demek aynen şöyle: “Davşan haaa” Hahahaha, ulan bu bizim Türkçe’deki “Aman abi tavşan var dikkat et!” gibi bir şey. Ulan her sabah Çin’li birini görüp suratına bunu dedim mi güne çok gülerek başlıyorum güzel oluyor. “DAVVŞAAN HAAA” buna benzer birkaç şey daha var. Mesela “DU ŞUAN ÇiYAN”. Dur çiyan var gibi bir şey. Kaç para bu demek. Enteresan dil bu. Enteresan yazı diline hiç geçmeyelim. Birkaç tecrübem oldu, bir cümleyi sanırım 5 dkda mı ne yazdım. Ufak ufak şekiller, içinde çizgiler falan, her yönü ile zor dil. Bir Çinli kendi dilini lise sona geldiğinde tam anlamı ile öğreniyormuş. 10 bin sembolden fazla olan bu dilde günlük konuşmada veya yazıda 3000 kadarını kullanıyorlar. Yani 3000 sembolü bilirsen rahatça gazete dergi okursun.
Bu şehire gelene kadar çoğunlukla yağmurda pedallamıştım ve burada da yağmur yağmaya devam ediyordu. Türkiye’den çıkarken kendime iyi bir bot almamıştım. O bot eksiğimi bu şehirde iyi bir marka ile kapatıyorum, bir de kendime bisikletler için yapılmış özel yağmurluktan alıyorum. Su geçirmez kıyafetlerim var fakat aklıma ilerde geçeceğim soğuk alanlar geliyor bu faydalı olur diye düşünüyorum.
Bir de bu ülkenin şu düğün olayları çok enteresan. Böyle şehrin en güzel yerlerinde yan yana bir sürü dükkan, hepsinin kapısında gelin damat fotoğrafları. Giriyorsun içeri, pardon önce kuyruğa giriyorsun içeri girmek için sonra sıra sana geldiğinde masaya oturuyorsun, önüne bir katalog koyuyorlar. Yemeğini şehrin hangi lokantasında yiyeceksin, hangi barda arkadaşlarınla eğleneceksin hangi otelde geceleyeceksin. Organizasyon şirketleri gibi ama öyle bizdeki gibi değiller. Her yerde bunlar! 😀 Bir de küçükken biz çatapat yakardık uzaklaştıktan sonra o da çatır çutur patlar dururdu. Aha burada bunların büyükleri var. Aileden kim evleniyorsa adetmiş herkes çatapat yakıyor. Bir gün uyurken çadırın içinde yakınımda bunları patlattılar, ulan silahlı çatışma çıktı sandım boku yedik diyorum. Şehrin ortasında bir çuval dolusu bunlardan yakıyorlar böyle bir gürültü olamaz. Ne kadar araba ve motorsiklet varsa zaten hepsinin alarmı çalışıyor bu gürültüden sonra ortam daha da şenleniyor.
Şehirde tanıştığım Çinli arkadaşıma “Ne kadar çok düğün oluyor yahu bu memlekette.” diyorum verdiği cevap: “Sayımız çok ama Amerika bunu hala anlamadı bizle uğraşıyor” oluyor. 🙂 Hayır mevzuyu siyasetten açsam demek ki neler konuşacak. Hemen başka konuya geçiyorum. Çin Amerika savaşını dinleyemem şimdi umrumda değil. Bu şehirden sonra Pekin’e gitmek için kuzeye yöneleceğim fakat gpsde bu aradaki 700 km yol gözükmüyor.. Ee normal, profosyonel bir harita yüklü değil içinde. Amerikalı Bartın’dan aldığım gps haritası içinde maalesef Çin’in yolları yok, hatta Moğolistan’ın Ulan Batur şehrine kadar o haritayı kullanamayacağım. Gps bilgilerini sıfırlayıp birkaç yeni harita yükledim fakat sürekli eksiklerle karıştım. O kadar çok yol var ki hangi yol nereye gidiyor bilmek zor. Aman neyse gps yol izimi tutsun pusulam da var haritamda, yola devam dedim.
Sabah kalktım dışarıda bir yağmur yağıyor inanılır gibi değil. Böyle bir sağnak yağışta hiç pedallamamıştım. O sıra Ayşe’nin bir sözü aklıma geldi: “Şeker miyiz yağmurda eriyeceğiz!’’ Yani zaten ıslanma gibi bir durumum da yok üstümdeki ekipmanla. Attım kendimi sokağa, başladım pedallamaya. Arkadaşlar öyle bir yağış vardı ki gözlerimi zor açıyordum. Böyle bir yağışta gittiğim bisiklet yolu tıkandı.. 😀 Yahu sanırsınız millet bilerek yağmurda bisiklet kullanıyor. koca 2 arabalık yolda trafik sıkıştı. Ortada araç falan yok her tarafım bisiklet. HOPPPPPPPP YAVAŞŞŞ ÇANTALARIMA SÜRTÜNMEYİN.. Benim kamyoneti bu sıkışıklıkta ve yağmurda sürmek daha zor oluyor.. Şehir planlamacılığı budur arkadaş. Bu yağmur İstanbul veya Ankara’da yağmış olsaydı o araçların hepsi ya sulara gömülmüştü ya da her taraf göl olmuştu. Hani bisiklete binen kimse yok ama bizim ülkemizdeki o yollarda bu yağmurda zaten binemezsin. Yolun bir yerinde vidanjör mü var diye bakınıyorum, bu yağmur suyu nereye ne çabuk gidiyor. Yolda su birikintisinden eser yok. (Sebebini bir gün yazarım)
Şehirden uzaklaşıyorum 30 km kadar ve Pekin’e kadar kullanacağım G107 uluslararası yolun tabelasını buluyorum ama yol kapalı, toprak yığmışlar önüne sağına soluna. O yağmurda zaten ne harita okunur ne başka bir şey, hiç uğraşmadım. Kapatmışlar ama ben geçerim. Bisikleti kum tepelerinin üstünden çamura bata çıka geçirdim. Arka tarafında kaymak gibi asfalt. Başladım pedallamaya. 50 km sonra gülmeye. Yahu adamlar sağ tarafında 4 şerit, sol tarafında 4 şerit üstüne de her iki yanda bisiklet yolu olan uluslararası yolun önüne toprak yığıp açmayı unutmuşlar. Hani yolda bir kusur falan olur, ben böyle muhteşem düz bir yol daha görmedim. Yol ışıklandırmaları çok güzel. Hepsinin tepesinde büyük güneş enerji panelleri var. Zaten uluslararası yolların büyük bir çoğunluğu gece aydınlatmalarında güçlendirilmiş bataryalı güneş enerji panelleri kullanıyor. Muhteşem bir uygulama. Ben bu kapalı ama yapılmış yolda tam 112 kilometre boyunca gidiyorum. Ne bir araç geçiyor ne bir insan. Arada bir sağda solda köyler görüyorum. Bazılarında mola veriyorum. Akşama kadar bu yolu kullanarak gideceğim diğer şehre varıyorum.
Diğer şehre varıyorum dediysem şehrin içine girmiyorum. Gps’den 5 km kadar yaklaştığımı görüp yakındaki bir mısır tarlasının içine kendimi atıyorum kendimi. Yağmur yağıyor fakat otellere verecek param yok. 4 veya 6 kişilik odalarda kalmadığım sürece çok fazla para gittiğinden zorunlu kalmadıkça otellere uğramıyorum, yoksa bu tur bitmez. Bisiklete yaptığım masraflar ve beklenmedik giderler zaten bu tur için hesapladığım miktarın üstüne çıkardı beni. Yapacak bir şey yok, o Japonya’ya varılacak o kadar!!
Ertesi gün Xi-an’dan yola çıktığımdan beri en az mesafemi yapıyorum 70 km.. Durduğumda yoruldum be yahu dediğimi hatırlıyorum. Nadir de olsa yoruluyorum. 😀 Durduğum yer küçük bir kasabanın içiydi, sağa sola bakınıyorum, iyi dinlenmem lazım o yüzden de iyi uyku şart. Sıva yapan bir kadın görüyorum. Evet evet sıva yapıyor. Ya burada bu kadınların her işe el atmaları çok hoş. Amele, otobüs şoförü, çöpçü, motor tamircisi kadını görmeye alışık olmadığımı işler, helal olsun diyorum. Bir süre seyrediyorum bayağı da iyi sıva yapıyor. Bu sıvasını yaptığı inşaatın birinci katında kalıp kalamayacağımı soruyorum. Çık yukarı kal diyor. Fakat yandaki binayı işaret ediyor.
Yoldan geçenlerin dikkatini fazla çekmeden hemen bisikleti ve eşyaları yan apartmanın birinci katına taşıyorum. Her şeyi güzelce kurup yemeğimi yedikten sonra da yatıp uyuyorum. Güvende olduğumu bildiğimden çok güzel uyuyorum. Açık arazide kaldığım gecelerde en ufak sese bile uyanıyorum. Bünye bunu nasıl ayarlıyor anlamıyorum. Sabah köpek havlaması ile uyanıyorum. Eşyaları toplayıp aşağıya indiğimde bir kurt köpeği beni karşılıyor.
Sabahtan beri gelene geçene havlayan bu köpek beni görünce susuyor. Ben giderken de yol verip kenara çekiliyor . Güne gene yağmurla başlıyorum fakat öğlene doğru bu yağmur kesiliyor. Yağmur kesilince de benim üzerimdeki kıyafetlerin bok kokusu burnuma gelmeye başlıyor. Eee günlerdir suların içinde çamurda orada burada gezmekten, normal.
Öğlene doğru bir tapınakta mola veriyorum. Aslında tapınaklara daha önce de uğramıştım. Yolumun üstünde sıkıştığımda tuvalet yapacak yer de yoksa civarda bu tapınakları kullanıyorum. Ama bu tapınak bir farklıydı.
Adını bilmiyorum, fotoğrafını çektim adı da orada yazıyor. Tapınaktan içeri girdim bir kadın rahip karşıladı. Selamlaştık falan aa bir baktım içeride başka kadın rahipler de var hatta 2 dk sonra bu tapınakta tüm rahiplerin kadın olduğunu anlıyorum. Tapınağın ismini de çok merak ediyorum. Gel bir Buddha’ya selam ver diyor tabi vermek lazım. İçeri girip selam veriyorum fakat 1 tanesine değil 8 tanesine. Hepsini bana ayrı ayrı gösteriyor. Bu arada ilk defa bir rahip bana nasıl selam verilir onu gösteriyor. Bakıyor ki ben doğru eğilip kalkıyorum. Geçiyor yanıma doğrusunu bana gösteriyor. Bu öğretinin karşılığında bende 10 Türk Lirası değerinde yeun atıyorum sandığa. o yeunu attım ya. Yemin ederim bana 100 yeunluk yemek hazırlıyorlar. şaka maka Çin’de halden anlayan yardımcı olan çok insan oldu. Ama önce tuvalete gitmem lazım.
Şimdi tuvaletin yerini öğrendim ama tuvalete gittiğimde bir durdum. Burada kadın erkek resimleri yok. İki sembol var len hangisi kadın hangisi erkek? Eee baktım hangisi daha çok kullanılıyorsa o kadındır dedim, hangisi olduğunu anladıktan sonra diğerine gittim. Şimdi bu tuvaletler enteresan. Altı tane deliği yan yana koymuşlar arada paravan yok. Arkadaşınla beraber çömelip tuvaletini yapıp aynı zamanda sohbet edebilirsin ve bu yerin tepesi açık. Bizim ülkemizde Efes antik tiyatrosunda ki açık tuvaletleri görenler vardır. İşte onlara benziyor durum. Eh iyi zaten erkek rahip yok ben tek başıma rahat rahat çömelip yaparım dedim ve hemen ardından biri içeri girdi hemen yandaki deliğe çıkarıp işemeye başladı. Yahu o duvara işedikçe oradan seken taneler götüme sıçrıyor hissediliyor. Tam ıkınıcam yandaki döndü bana.
– Where are u from (nerelisin).
Ulan günlerdir İngilizce konuşan birini bulmak için bir taraflarımı yırttım. İngilizce konuşan herif beni tuvalette buldu. Tam ıkınırken
– I am From Türkiyeeeee – (bu arada löp bir parça gitti)
– Are you come china for taveling? (Çin’e gezmeye mi geldin diyor)
Kardeş iki dakika dur da, bir sıçalım daaa. hay bu nasıl şanstır. Çömelmişim herife döndüm mi pipisi görünüyor. Herifin çocuğu da geldi diğer yanımdaki deliğe işemeye başladı mı?. O da sıçratıyor. Rezil bir durum oldum göt ablukaya alındı. Siz misiz yanımda sallandıran. Kestim tuvaleti, dal taşak açıkta ayağa kalktım.
Ya öyle bakarsınız işteeee töbe töbe…
Bu arada yandaki bayan tuvaletinde de icraat var sağlam ses geliyor zaaaarrrtt zorrrtttt. Tuvaletin en iyisi arazide yapmak çok net.. Tuvaletten çıkıyoruz, adamın hanımı da yan tuvaletten çıktı.
Hanımefendi tebrikler o sesler sizden mi çıktı? Demeyi çok isterdim. Görsen boy 1.50
Bu arada bisikletle Türkiye’den geldiğimi söyledim hemen hanımına Çince bir şeyler dedi. Kadın önce çığlık attı sonra fotoğraf makinasını kapıp geldi.
Poz verelim fotoğraf çekilelim, yahu bir dur pis herif elimizi yıkamadık alla alla. Neyse elimi yüzümü yıkayıp poz veriyoruz. Rahipler de benim nereden gelip nereye gittiğimi öğrenince o yemeğin yanına meyvalar ekleniyor haha.. Ben yemekleri ve meyvaları yedikten sonra burada öğlen uykusuna yatmışım. 😀
Uyandığımda hemen bisikletin yanına gidip hazırlanıp pedallamaya başlıyorum. Sanki bir acelem varmış gibi Pekin’de bekleyen varmış gibi.. Yolun karşısında kasklı çantalı bir ekip geliyor. Ahanda turcular dedim ama Çinli olanlarından.
Türkiye’nin bir ucundan bir ucuna gidilir artık yani en azından ben rahatlıkla giderim. Ama bu Çin’in bir ucundan öbür ucuna veya şehir şehir gezmeye kalksan zor, kasar. Amcamlar teyzemler toplanmış bisikletle turluyorlar, süper yahu. İngilizce bilen yok her zamanki gibi. Anca tuvalette karşılaşırım ben.
Pekin’e yaklaştıkça deniz seviyesinden yükseklik de düşmeye devam ediyordu. Ortalma hızım 18-24 km arasında değişip dururken ağaçların arasından biri HEYYYYYYYYYYYYYYY diye seslendi. Genelde her seslenene bakmıyorum ama arkamdan yola birinin çıktığını hissettim. Yavaşladım geriye dönüp baktığımda maske takmış bir adam ve hemen yanında da tur bisikleti. Geri döndüm. Tayland’dan Mike bu amcanın ismi. Amca diyorum kendisi 62 yaşında olup bulunduğumuz noktaya kadar 5280 km pedallamış. Yahu bir normal turcu ile karşılaşamayacağım, herkes deli. : ) Shljazhung şehrine beraber pedallıyoruz.
Şehirde ucuz otel arıyoruz fakat bulamıyoruz. İkimizin de otelde dinlemeye ihtiyacı var. Ben 152 km geride bırakmışım, amcam da 115 yapmış. Şehirdeki otellerin hemen hemen hepsine uğruyoruz, ya yabancı kabul etmiyorlar ya da çok pahalılar. Tamam diyorum şehir dışına çıkalım ben güzel bir kamp yeri bulacağım diyip pedallamaya başlıyoruz. 10 km de öyle yapıyoruz..
Gözüme kestirdiğim bir benzin istasyonuna dalıyorum. Benzin istasyonunda çalışan kızlar bizi görünce hemen dışarı çıkıyorlar. Vücut dili ile gece orda kalıp kalamayacağımızı soruyorum. Kızlar önce gülüşüyorlar sonra da kabul ediyorlar. İstasyonun hemen yanındaki ağaçlık alana çadırlarımızı kuruyoruz. Mike daha önce bir çok defa istasyonlarda kamp kurmak istemiş ama hiç izin veren olmamış. Dilden dile fark var amca diyemiyorum ki. : )
Akşam yemeğinde deneyimlerimizi ve geçtiğimiz ülkeleri anlatıyoruz birbirimize. Sonra da kendisi bana sabah erkenden ayrılabilirsin çünkü ben hem geç kalkıyorum hem de senin kadar hızlı pedallayamıyorum dedi. Pekin’de hangi otelde kalacağımı kendisine söyledim, sabah da erkenden yola koyuldum.
Amacım o gün Pekin’e varmaktı çünkü ertesi gün 30 ağustos ve ben elçilikte olmak istiyordum. Gün içinde neredeyse 2 veya 3 defa mola vererek yola devam ettim. Eveeeeeeeeeeeeeeet işte Pekin yazısı, işte Pekin şehrine geldiniz tabelası! Allah’ım bacaklarım inanılmaz ağrıyor, 112 km yapmışım. Tabelanın altına oturdum ve geldiğim yola doğru baktım. Dalmışım; önce Ayşe’yi, Enes’i, Funda’yı ve bana Karadeniz’de eşlik eden arkadaşları gördüm. Gürcistan’a geçtiğimde tepeden Türk toprağına ve bayrağına baktım, Azerbaycan’daki dostlarımı gördüm, Türkmenistan’da çöl aklıma geldi Allah’ım ne sıcaktı, Kavasoğlu ailesi ile yemek, Aykut, Hamit, Polimeks firmasındaki dostlar, Özbekistan’da Nathan yakaladım. Tacikistan; off nasıl geçtim ben o dağı hala inanamıyorum, Benjamin, Nora, Terry, Elana, Choung, Young hepinizi özledim. Diğer tarafa baktığımda yolu görmek için önce gözlerimi silmem gerekti.. Yahu ne sulu göz adam oldum ben de. Fazla mı yoruluyorum nedir?
Pekin’deyim artık. Pedallamaya tekrar başladım, şehir merkezine ulaşmak için 50 km daha pedalladım evet 50 km! Oteli bulmakta çok zorladım, harita ebadı o kadar berbat ki. Neyse uzun uğraşlar sonunda otelin yerini bana bir çift gösterdi.
Otelde yer yoktu, 4 kişilik ve 6 kişilik odalar doluydu. 18 kişilik odada kalmak ister misiniz dediler tamam dedim. Pedallayacak halim yoktu. Sonra eski ortağım Onur Demiroğlu’nun Çin’deki dayısını aradım. Abi ben vardım diyorum, yahu neden resepsiyona gelmedin de otele gittin diyor. Nasıl yani? Eee bugün 30 Ağustos davet eden olmadı mı seni elçiliğe diyor. Ben birkaç gün sonra gelirim demiştim Turhan’a (bu arada Turhan elçilik de 3. Katip, benim de Çin’deki yol arkadaşım. Gittiğim her yeri kendisine söylüyordum, her şeye yardım etti süper adam) Zaten ben, değil o resepsiyona, iki adım öteye gidecek hal derman kalmamış. Abi ben gelemem yorgunum yarın görüşürüz diyip yatıyorum.
Bu arada otele girer girmez çok güzel bir kız dikkatimi çekiyor. Hatta ona bakacağım merdivenlerdeki basamakları fark etmemiştim yere düşmüştüm. İnsanlar yardıma gelmişti. Bayrağı gören bir vatandaş iri kıyım “Sen Türkiye’den buraya bu bisikletle geldin” diyor. Evet diyorum. Elini açıyor güzelce bir tükürüyor o elin içine, BEN İRLANDA’DAN ERIC, SEN DE GÖRDÜĞÜM EFSANE ADAMLARDAN BİRİSİN diye bağırıyor. Bir filmde seyretmiştim İrlandadılar aynen öyle tokalaşıyorlardı, ben de elime tükürüp teşekkür ediyorum. Bu arada konuşmaları duyan başka insanlar da tebrik ediyorlar. Sanırım fazla yorgunum, çok tepkisiz kalıyorum. Odaya çıkıp hemen uyuyorum. Gece yarısı da horlama sesleri ile uyanıyorum. Ertesi gün ilk işim 4 kişilik odaya geçmek oluyor.
Sabah erken bisikletimi servise veriyorum. Shimano’nun evladiyelik xt fren ve vites telerini taktırıyorum. İnanır mısınız daha ilk defa fren tellerini değiştiriyorum. Bakımını her 1000 km.de yapıyordum ama artık değiştiriyim dedim çünkü farklı bir iklim, farklı bir coğrafyaya geçiyorum artık. Bakım yaptırırken şunu fark ettim; arka aktarıcının (vites sisteminin) her iki minik çarkı da sizlere ömür. Dişler iğne gibi olmuş. Yeni dişli tabii ki de bulunamadı, al sana hiç beklenmedik bir masraf daha! Hemen yenisi takıldı ama bu sefer Shimano XT shadow. Bir tane de yedek dış lastik aldım Michlein’in. Ayna kolun göbeği söküldü, içi bir güzel temizlendi. Yeni kask alındı. Bisiklet bakımından sonra uyku tulumu -38 derece kadar dayanıklı ve bir tane de yeni mat aldım. Yeni mat aldım çünkü eskisi bozuldu. Yeni aldığım mat biraz da kalın olduğundan askeri mata da ihtiyaç kalmadı (mat uyku tulumunun altına serdiğim, toprakla iletişimimi kesen zımbırtı).
Şimdi detay detay şunu yaşadım bunu yaşadım demeyeceğim, ama birkaç bir şeyden bahsetmek istiyorum. Rostar abi, Edip abi, Can abi, Kamil abi, Mine abla, Turhan, Özlem inanılmaz bir Türk tayfası vardı Çin’de, muhteşem vakit geçirdim. Beni o kadar güzel ağırladılar ki. Akşam yemekleri sabah kahvaltıları.. Hele bir gün Rostar Abi’de peyaz peynir, sucuk, zeytin yedim bu üçlüyü en son Türkiye’de görmüştüm. : ) Mine abla ilk başta benim oraya trenle veya uçakla geldiğimi sanmış, videoları ve fotoları gösterince diyecek söz yok dedi. : ) Edip abi süper. Çinlilerle Türkçe konuşuyor . Oğulları Bartu Çinli kızların gözdesi. Blog sitesi varmış birkaç tavsiyede bulundum bakalım ne yapacak göreceğim. Turhan ve Özge ve kardeşi bir akşam beni yemeğe davet ettiler, anlat dediler. Tamam her şey komik güzel eğlenceli de ben daha çok azını anlatmıştım, saat gece yarısını geçmişti. Çenem düşmüş biraz. Yani anlayacağınız çok keyifli bir ortam vardı Pekin’de. Bu arada Pekin elçimiz Murat Bey sayesinde de Pekin’deki konaklama ücretim elçilik tarafından ödendi. Kendisine de buradan çok teşekkür ederim. Hatta bir akşam beni yemeğe, elçiliğe davet etti. Rotam konusunda sohbet edip Çin halkı ve ülkesi hakkında daha detaylı bilgiler aldım kendisinden. Ve uçak biletim içinde ( Moğolistan Ulanbatur – Güney Kore Seoul) Gökhan ve Rostar abinin şirketi bana sponsor oldular. Atılım Üniversitesi, Güngörler Bisiklet ve Bisikletliler derneğinden sonra bu da beni destekleyen 4. Firma oldu. Çok teşekkür ederim kendilerine. Bu arada kaldığım otelde önce Daniella ile tanıştım, hani bakarken düştüğüm kız. Arjantinli çıktı.
Sonra Şili’den Carmin ve Antonyo, biz hep beraber akşamları yemeğe gündüzleri de tarihi ve turistlik yerleri gezmeye başladık. Yasak şehir hakkındaki duygu ve düşüncelerimi de kitaba saklıyorum.
Yazının başında dünyayı küçülttük demiştim o hikayeyi atlamadan geçmeyeyim. Bir akşam gene hep beraber yemek yiyoruz. Benim ne kadar manyak olduğumdan bahsediliyor ben de benden daha manyakları var diyip Kanadalı’dan bahsediyorum adını vermeden. Antonyo “A evet ben de bir Kanadalı ile tanışmıştım bundan 4 sene önce Şili’de sahilde pedallarken görmüştüm, adı Nathan’dı!” demez mi… Hadiiiiiiiiiiiii Ulaaannn. Biraz düşündüm evet Nathan 4 sene önce Bolivya’da olduğunu söylemişti. Ben de aynı kişiden bahsettiğimi söyleyince ikimiz de donup kalıyoruz. Herif şu anda Çin’e girdi dedim. Hala geziyor diyince, Antonyo önündeki içkiden koca bir yudum aldı, “Siz bisikletçiler delisiniz kesinlikle!” dedi. : ) Ve maalesef bu tayfa iki gün sonra dağılıyor. Daniele vedalaşırken tek bir kere öpüp, “Hayatımda tanıdığım en muhteşem ve komik adamsın, o yüzden seni bir kere öpüyorum ikincisini almak için Arjantin’e gelmen lazım.” diyor. Arjantin güney yarım kürede Şili’den sonra, ulan dünya turuna mı çevirsem? İşte kadın milletinin gücü, bir öpücük iki cümleyle adamın hayatını alt üst ederler. Ben Moğolistan’a gidiyorum, belki başka bir turda diyorum. : ) (Aslında hikaye biraz daha uzun fakat ben kısa kesiyorum)
Pekin muhteşem bir şehir, gelip görmek lazım. Anlatacak çok şey var tahmin ediyorsunuz fakat kısa kesiyorum. O kitabı dolu dolu çıkartacağım tahmin ediyorsunuzdur ki, burada bir dolu komik olay yaşadım bazen yukardaki keyif alıyor diyorum hani bu kadar da tesadüf olmaz ki..
Pekin’den ayrılacağım gün Klasik Oto Yarışı vardı. 1907’den beri yapılan bir yarış. Pekin’den başlıyor Paris’de bitiyor. Ahmet ve Erdal Bey’di, isimlerini belki yanlış hatırlıyor olabilirim. Türk basını ikisinden Çılgın Türkler diye bahsediyor. Yarıştıkları araç 1967 model Anadol. Üzerinde hiçbir değişiklik yapılmamış sadece parçalar kuvvetlendirilmiş o kadar. Bu yarışta onlara sponsor olan firmalardan gelen paraları eğitime harcamışlar. 250 cocuğu ünıversitede burslu okutma imkanı doğmuş. Keşke ben de böyle şeyler yapabilseydim. Kendileri benle tanışınca “Biz de kendimizi çılgın sanıyorduk, senin yanında ne rotadan konuşmak istiyoruz ne de başka bir şeyden.” diyorlar. 60 yaşını aşmış bu iki genç delikanlıyı kıskanıyorum. Bu iki arkadaş muhteşem bir proje gerçekleştiriyorlar ve bu genç yaşlarında, umarım ben de benzerini ilerde yaparım… 😀 Erdal abi durup durup “Gürkan ben hala algılayabilmiş değilim senin oradan buraya bisikletle geldiğini.” diyordu. Ben de değilim abi boşver diyorum.
Yarış sabahı erkenden başlangıç noktasına gidiyoruz. Yabancılar benim nerden gelip nereye doğru gittiğimi duyunca deli oluyorlar. Nasıl ya inanılmaz diyorlar. Teşekkür edip gülümsüyorum sadece. Nathan’ın ne hissettiğini şimdi anlıyorum işte..
Bu ara parantez açıyorum; Moğolistan vizemi alırken biri yanıma gelip “Bisikletle mi geldin Çin’e” diyor. Ulan üstümde ne forma var ne de bir şey, elçiliğe de bisikletle gitmedim. “Nerden anlıyorsun, evet” diyorum. “Baldır belli ediyor, ben de bisikletçiyim, ikimiz de Moğolistan’a gidiyoruz anlaşılan.” diyor. Türk olduğumu da söyleyince, arkanda Türk bayrağı ile gezen bisikletli sensin o halde diyor. Ulan resmen bisikletçi alemine damga vurmuşum diyorum! “He o benim” diyorum “sen nerden biliyorsun?” diye sorduğumda, Xi-an’da tanıştığım Fransız Eric 1 hafta önce buradaymış, benim yolda olduğumu söylemiş. 😀 “Evet” diyorum ve soruyorum kendisine: “Sen nerden geliyorsun, ne kadardır geziyorsun?”. “9 senedir aralıksız geziyorum” diyor. Sıradaki herkes kafayı döndürüyor. Bu da “Evet evet manyağım ben!” diyor. Hahahah yahu kardeşim bir tane normali denk gelsin, 9 sene mi? Herif Türkiye’den 3 defa geçmiş “Hahaha yahu kaçıncı turunu atıyorsun sen dünya çevresinde?” diyorum “3 bitti sanırım.” diyor. Manyak ki ne manyak! Sırada ne kadar hatun varsa heriften gözlerini alamıyorlar, bu da herkese pas veriyor. Vize sırasından çıkar çıkmaz da iki tane Rusla tanışıyoruz. Sonra da muhabbeti yarıda kesip gidiyoruz. “Kaçalım, bunlar hayat kadını.” diyor. Hahaha “Para harcamam hiçbir kadın için” lafını da koyup yemeğe gidiyoruz . Kendisi 38 yaşında ve Arjantinli ve ünlü bir bisikletçi : ) muhabbetin kalanından sonra bahsederim.
Ha bir de otelde Türkiye muhabbeti geçiyor. Her zamanki gibi yanlış bilgiler, bunları gene düzeltiyorum. Konu gene Türkiye’nin doğusu. Bir Kanadalı ilk başta beni çok sinirlendiriyor sonra gerçekleri öğrenince çok şaşırıyor. Bunları bilmediğini söylüyor ve özür diliyor ardından da beni Kanada’ya davet ediyor.
Neyse eski araba yarış başlıyor ve ben de Moğolistan’a doğru pedallıyorum. İlk gün hemen tırmanışa geçiyorum. Daha önce güzergahı incelemiştim, tırmanış olduğunu biliyordum. En son bu tarz tırmanışları Çin’in batısında, hemen sınırdan sonra yapmıştım. Kamp yeri bulmakta zorlanmıyorum, arazi buna çok müsait. Bu arada dün Enes, “Kaç gün çadırda yattın hesaplayabilir misin?” dedi . Ben de hiç hesaplamamıştım. Şöyle bir baktım, tahimini 140 gün çadırda geçirmişim. O yüzden yatakta pek rahat uyuyamıyorum. : ) İlk gün arazide, ikinci gün boş bir benzin istasyonunda, üçüncü gün de bir kasabın kesimhanesinde. Çünkü arazi çıplaktı ve çadırı nereye kursam araçlar beni görürdü. Adamın da kapalı tek alanı kesimhanesiydi. Koca tezgahın üstünü yıkadı temizledi benim için, ben de çadırı oraya kurdum. Yan tarafta domuz kafaları, organları falan. : ) Komşusu geldi, beni gösterip sen deli misin işareti yaptı. He dedim deliyim! : )
Bir çok hikayeyi atlaya atlaya gittim fakat daha yolum uzun, hikaye de çok.
3 Nisan 2010’dan şu güne kadar doğa beni hiç bu kadar zorlamamıştı. Babama 3 günde sınır şehrine varırım dedim, vardım da. Son gün 118 km. kalmıştı, ama ne 118! Yola çıktıktan sonra fırtına patladı. Delice yağan bir yağmur, tersten esen rüzgar ve en kötüsü de soğuk hava. Üzerimdeki kıyafetler belli bir damlacık sayısından sonra su geçirmeye başladı. Aldığım yağmurluk rüzgardan üzerimde durmadı. Bayrak direğinin bantları esneme yapıp, direk yerinden çıktı, ki bu ilk defa oluyor. Ne bir ağaç, ne bir ev, ne bir araç, ne insan, kocaman boş bir arazi.. Ulan yanlış yola saptık da çöle mi girdik diye de gps’i açıp birkaç defa kontrol ettim. Son 20 km kala bir köprü bulup altında dinlendim. “Ha gayret ulan son 20!” deyip 10 dk sonra gene pedallamaya başladım. Bu mudur? Budur! Yaparım dediysem yaparım!! Moğolistan’a 4 km, Çin bitmiştir!!!
Bugün sınır şehrinde 2. günüm yarın sabah Moğolistana gobi çölüne doğru pedallıyorum. Moğolistanda başkent Ulanbatur dışında internet bulabileceğimi sanmıyorum . En geç 15 gün sonra ulanbaturdan tekrar yazarım : )
Çin de Toplamda
47264 kalori yaktım,
4640 metre tırmanış yapmışım,
2220 km pedal çevirmişim, : )
Türkiye’den çıktığımdan beri toplamda 6400 km. pedalladım.