Bu yeni sayfaya eski blog da bulunan yazıların bazılarını eklememiştim. Onlardan biri ve benim çok beğendiğim canım Çağlarımın yazısıydı. Onuda şimdi ekliyorum. Dünya turunda da Artçı olarak benle birlikte yolu alacaktır kendisi : ) Moğolistandayken Prensese Mektuplar‘a bende bir yazı yazmıştım.
Herkese merhabalar,
Az önce aklımı yerinden çıkartan bir mesaj aldım. Tam İstanbul’da İf Film Festivali’nde oynayan bir Japon filminden çıkmştım. Üstüne aldığım dergileri kurcalamak için de bir bara oturmuştum. Birden bir mesaj sesi geldi telefondan. Gürkan! Mesajda son bir yazıyı da benim yazmamı rica ediyordu.
Sandığınız kişi değilim evet, adım Çağlar. 11 aydır elimden geldiği kadar, uzaklardan Gürkanımın yazıları düzenlemeye çalıştım. Dediği hiç birşeye dokunmadan, sadece farkettiğim imla hatalarıyla ilgilendim.
Mesajı okuduğum anda kalbim duracak zannettim. Hani çok aşık olduğunuz bir adamı/kadını yolda karşınızdan gelirken görürsünüz de kalbiniz yerinden çıkacak zannedersiniz.Hah işte aynen o duygu.
Anlayacağınız Gürkan kadar özel bir adamın arkasından konuşacak olmak beni pek heyecanlandırdı. Gürkanım bundan sonrasını okuma. 🙂
Bu adam benim için çok özel. Herşeyden önce çok kısa bir şekilde nasıl tanıştığımızı anlatayım. Biz Gürkan’la internette tanıştık. O profil fotoğrafına kızları tavlamak için snowboard yaparkenki bir fotoğrafını koymuştu, ben de buna kanıp hep snowboard yapmak istemiş ama hep çok tembel olmuş birisi olarak mesaj atmıştım.
Tarihler konusunda pek iyi değilim, Gürkan beni düzeltir gerekirse (Çağlarcım mayıs 2004 ) ama bir şekilde başlayan konuşmalarımız 4,5 sene boyunca birbirmizi görmeden devam etti. O Ankara’da ben İstanbul’daydım, çok da uzak değildik birbirimize aslında ama denk getiremiyorduk. Belki de denk getirmek istemiyorduk. 4,5 sene boyunca internet üzerinden herşeyi konuşan iki insan bir gün ev arkadaşımın bir arkadaşının Ankara’da evlenecek olması üzerinde yüzyüze birbirini gördü.
Bu gereksiz olabilecek ayrıntıyı verdim çünkü internetin gücüne bu sayfa sayesinde defalarca şahit olduk, bir örnek de ben vermiş olmak istedim.
7 senelik arkadaşlığımızın kısa başlangıç özeti böyle. Seneler sonra Gürkan karşımdaydı. Gözlerinin içi parlıyordu, belli ki memnundu hayatından. O zamanlar bir restoranın hem sahibi ve işletmecisiydi.
Bizim Gürkan’la öyle kocaman kocaman anılarımız yok anlayacağınız. Ne çoook eski arkadaşız, ne de zorlu yollardan geçitik. Ama bir şekilde gecelerden birinde ikimizde bilgisayar başındaydık ve hiç ama hiç haberimiz yoktu nasıl bir dostluğun başladığından.
Bu kısa Ankara macerasından sonra Gürkan bir gün telefon edip o sıralar sıklıkla ilgilendiği bisikletiyle Japonya’ya gideceğini, ne düşündüğümü sordu.
Hiç şaşkınlık hissetmedim. İlk sorum “Ne zaman yola çıkacaksın?” oldu sanırım. Uzun konuşmalar sonucunda aslında çevresindekilerin çoğunun kendisine pek inanmadığını, bu yüzden de biraz üzüldüğünü söyledi.
Ben de o zamanlar kendime boyumu pek aşan bir motosiklet almıştım (evet tembelliğime doğru orantılı, pedal basmak bana zor gelir, ver gazı gitsin. 🙂 ve çıktığım kısa yolculuklarda yolda olmanın ne demek olduğunu tecrübe ediyordum.
Gürkan’ın bu geçici tereddütleri arasında ona tek birşey söyledim:
– Önemli olan Japonya’ya varman, “Ben başardım.” demen değil. Ankara’dan çıkıp Karadeniz’i pedallasan yolda yaşayacakların, tanışacağın insanlar, göreceğin yerler varmandan daha önemli. İster japonya’ya git, ister 50 km sonra dön, önemli olan yolda olman.
Çok klişe bir laf biliyorum. Ama motor tepesinde geçirdiğim kısa süreler içinde anladığım tek birşey vardı:
Rüzgarı burnumda, bazen patlayacak kadar üşüyen ciğerlerimde, donma tehlikesi atlatan ellerimde hissettikçe heyecanlanıyordum. Bu böyle durduk yere hissedilen bir adrenalin değil, altından akan asfaltın, toprağın, burnuna gelen kokunun gerçekliğinin verdiği bir mutluluk.
Gürkan bunu kendisine Japonya gibi kocaman bir hedef koyarak tecrübeye karar vermişti ve bizim ona inandığımızdan daha çok, o zihnine inanıyordu.
Ve üstünden 11 ay geçti. Gürkan şimdi geçtiği onca yolun üstüne canım kuzenim Elif ve onun eşi Teppei’nin evinde döneceği tarihi bekliyor. Bir yandan Tokyo’yu gezerek, keşfederek, herşeyden önemlisi videolarda gördüğümüz ışığını insanlara yansıtarak, paylaşarak.
Hayatta arkadaşlıklarının, dostluklarının, insanların değerini “gerçekten” bilen az insan vardır, Gürkan onlardan birisi. Bilmemnereredeki bir gölün kenarına oturduğunda “Vay anasını, bu yolu alıp buralara geldim.” derken yolda gördüğü, tanıştığı herkesi anabilecek kadar güzel bir adam Gürkan. Ben bunu başardım diye sevinirken bunu başarmasında kendisine destek olan ailesini, arkadaşlarını, sevdiklerini, günlüğüne yorum yapanları unutmayacak kadar hafızası geniş bir adam.
O’nu özel kılan sadece cesareti değil aynı zamanda kalbi de. Bu adam bizimle hüzünlerini paylaşacak kadar yürekli. O birbirine sarılıp 10 dakika boyunca ağlayan çifte bakıp daha önce hiç böyle aşık olmadığını itiraf edebilecek kadar samimi bir adam.
Bizimle tüm bunları paylaştığı için güzel bir adam, hala paylaşmadığı ve kitabına sakladığı kimi şeyler olduğunu anlatarak ağzımızın sularını akıttığı için de pek kötü bir adam. 🙂
11 ay boyunca bu sayfayı okumak bizler için Gürkan’la birlikte yol almak demekti. Yorumların birinde yazdığı gibi; ben gerçekten artık bu yol hikayelerini bir süre okuyamayacağımız için üzülüyorum. Ama seminerler, etkinliklerle canlı canlı şahit olacağımız için de çok ama çok seviniyorum.
İnternetin, ne kadar önemli yerlere ulaşabildiğini, nasıl arkadaşlıklara, dostluklara sebep olabildiğini hepimiz tecrübe ettik Gürkan’la birlikte.
Ben hepimiz adına Gürkan’a teşekkür ediyorum. Bu upuzun yolda onunla birlikte gitmemize olanak verdiği ve bizimle bunları paylaştığı için.
GÜRKAN!!!! Bundan sonrasını okuyabilirsin. HOŞGELİYORSUN! SENİ ÇOK SEVİYORUZ. 🙂