Dünya turuna çıkmadan son bir defa daha kardeşim, annem ve babam masada oturmuş kahvaltı yapıyoruz. Sohbet her zamanki gibi biraz rutin konulardan biraz da benim turla ilgili.
Gürkan Genç bisikleti ile dünya turuna çıkabiliyorsa o süper aile sayesindedir. Güçlü bir aileyiz. Bu gücü de birbirimize olan sevgimizden, kararlarımıza olan saygımızdan alırız. Anneye babaya olan saygı, kardeşler arasında olan sevgi her daim mevcuttur. Kardeşim çantaları aşağı indirirken bile şakalaşıyoruz. Güçlü ve birbirine güvenen 4 kişi. Her kıtada belli noktalarda yanıma gelmeye çalışacaklar belli aralıklarla görüşmeye devam edeceğiz. bunun dışında internet üzerinden görülmeye hep devam. Tabiki de bu turun en zor olayıdır aileyi geride bırakıp dünyayı gezmek. Fakat onlar da, ben de biliyorum döndüğümde gene birlikteyiz.
Yola çıkış noktası olarak 1.Meclis önünü seçtim. Türkiye – Japonya turu Samsun’dan başlamıştı. Eh, dünya turu da o turun devamıdır. Bu yüzden Ankara’dan hareket edeceğim nokta da tabi ki 1.Meclis olacak.
Bisikletle evden çıktım, yavaş yavaş şehrin boş sokaklarından aşağı doğru pedallıyorum. Evet, Cumhurbaşkanlığı’nın önünden uzun süre geçmeyeceğim, Cinnah Caddesi’ni de bir süre tırmanmayacağım. Acaba ben Ankara’ya döndüğümde Melih Gökçek hala belediye başkanı mı olacak? Son 1,5 senedir koca Ankara şantiye alanı gibiydi.
İçimde enteresan bir his var. Bu heyecan değil. Sanırım 2010-2011 Türkiye japonya turundan sonra bu şekilde yollarda olduğumdan dolayı mutluyum. İlk turumda sınır kapısının önünde derin derin nefes aldığım zaman aklıma geldi. ‘Hedef neresi Gürkan? Japonya’. Fuwwwwwwwwwwww huuwwwwwwww…. İnsanın kendi kendini bu şekilde motive edebilmesi gaz vermesi de zor. Belki o zaman bir heyecan vardı, fakat şuan mutluluk var. Türkiye’de bir süre pedalladıktan sonra sınırdan çıkacağım. Bu işin heyecanı Fransa’daki ilk geçit tırmanışında ama o zamana kadar yolda neler yaşanacak bilmiyorum.
Kızılay Güven Park önüden geçiyorum. Evet, uzunca bir süre Ankara’daki Perşembe Akşamı Bisikletlileri ile birlikte de pedal çeviremeyeceğim. 2009’da ilk bu noktaya bisikletimle geldiğimde Funda Ulutürk yanıma gelip ‘HEY SEN!! YENİSİN KENDİNİ TANIT BAKALIM!’ demişti. Ben de tanıtmıştım. Sonrası geldi. : )
Ulus’ta yer alan TRT radyosuna 1,5 sene için kaç defa konuk olduğumu hatırlamıyorum. Bir kişi bir kişidir dedim hep. Elimden geldiğince Türkiye’nin dört bir yanından gelen davetlere sunumlara gittim. Vay be, böyle anlatınca da gene zamanın ne çabuk geçtiğini daha iyi anlıyorum.
Birinci meclisin önüne geldim. Hum eh iyi. Görmeyi tahmin ettiğim tüm arkadaşlar dostlar hemen hemen burada. Vay ilkokuldan Mustafa oğlu ile birlikte gelmiş. Aaa bu eski komşumuz Turan Amca. Ben sadece birkaç arkadaş gelir diye beklerken hakikaten ciddi bir kalabalık gelmiş. Annemin arkadaşı Tülay Abla, Fatma Abla hemen elime nazar boncuklarını sıkıştırdılar. Bir anne geldi tanımıyorum ‘Evladım oğlum gelemedi onun yerine ben geldim’. Nasıl ya… ‘Gurur duyuyorum seninle’. Derken gözüm hemen yanımda bulunan amcanın yakısındaki Kore Türk Bayrağına ilişti.
– Evlat Seni tebrik ederim yolun açık olsun.
– Teşekkürler efendim. Kore bayrağı takmışınız, neden?
– Ben Kore gazisiyim.
Amca ben 2010 aralık ayında senin silah arkadaşlarının yanına gittim. Neden orada olduklarına anlam veremediğimi fakat onlar sayesinde Güney Kore’de ne kadar iyi karşılandığımı onlara anlatıp teşekkür ettim. Kunuri Destanı aklıma geldi. Sen kimsin amca? Nereden duydun beni? Hızlıca kocaman bir yutkundum. Fatma Abla damardan girdi.
“Oğlum sen bir sürü gence örnek oldun bunu da başarırsın.” Ne kadar güçlü olursam olayım öyle anlar var ki duygularıma teslim oluyorum. Dünyanın en zor bölgelerini geçmeyi başaracak biri için bu anlar daha zor. Bu yüzden ayrılıkları sevmem.
Melek’in kızı Yağmur yanıma gelip kulağıma “Gitmesen olmaz mı?” dediğinde acaba gitmesem nasıl olurdu diye düşündüm. Böyle bir şeyi istemiyorum ki. Gidip gezip görmeliyim, bunu istiyorum. Durmamalıyım, gezmeliyim. Belki büyüyünce kendisi de bir yerlere beni görmek için gelir.
Oraya gelen tüm arkadaşlara, dostlara, tanıdıklara teşekkür ediyorum. Beni böyle bir yolculuğun başlangıcında yalnız bırakmadınız. Döndüğümde tekrar buluşuruz. O zamana kadar zaten internet üzerinden sohbet ederiz.
Tam pedallamaya başlamak üzereyim birileri eksik. Berna!! Burak’ın telefondan bana ulaşıyor. “Beklesin yoldayız geliyoruz”. Yahu bir bilse beklemesi ne kadar zor! Neyse ki fazla beklemeden hem Berna hem de bir önceki gece Zafer’in doğum gününde olan ekip de geliyor hep beraber pedallamaya başlıyoruz. Ankara dışında bulunan bir kafeye. Yolda ODTÜ’lü Kertenkeleler grubu da bize katılıyor üstelik bir hafta önce yolda karşılaştıkları Fransız gezgin Adam ve yol arkadaşı da benim bu ilk kilometrelerime eşlik ediyorlar.
Adam’ın bir ara yanıma gelip. “Gürkan 3 gündür seni tanıyorum. Arkadaşların ve çevren tarafından ne kadar çok sevildiğini gördüm. Türkiye’de bisikletle ilgili kime ne sorsam bana seni söylüyorlar. Fransa’dan 2 seneliğine ayrılırken bana deli demişlerdi. Benden daha deli biri ile tanıştığımı tüm dostlarıma internet sayfamdan anlatacağım.”
Yol üstünde bir mekanda kısa süreli bir mola verdikten sonra tekrar yola koyulmak için o alana kadar benle pedallayan arkadaşlarla vedalaşmaya başladım. Hepsi birbirinden değerli dostlar pedallamıştı. Fakat biri vardı ki aralarında… Türkiye’den Japonya’ya pedallarken sınıra kadar bana eşlik etmişti. Karşımda konuşuyor, bir şeyler anlatıyor anlatırken gözleri doluyor. Ama konuşmaya devam ediyor. Ne anlatıyor hiç hatırlamıyorum. Gözlerim doldu. Tamam, kes konuşmayı dercesine sarıldım sıkıca sonra hemen bırakıp bisikletimin başına döndüm. Funda Ulutürk! Kalbimdeki yerin hep ayrı olacak dostum. Sen ne anlattığının farkında değildin. O gözler bana her şeyi söyledi sen merak etme canım kardeşim. Her şeyi….. Bu arada Uğur ayrıldıktan sonra kulaklarımı çınlatmışın duydum. : ) 11 kiloyu boşuna vermedim. : )
Sinan, Barış, Anıl, ve Kertenkele grubu ile yola devam. Uzaya fırlatılan bir modül gibiyim, kilometreler geçtikçe herkesi geride bırakmaya başladım. Sivrihisar’a varmadan Anıl, sonrasında Sinan ve Barış da benden ayrıldı. Akşam Sivrihisar yakınlarında kamp attığım yere Aygül ve Canan da geldi. Onlar da tatilden dönüyorlardı. Eh yol üstündeydim onlarla da vedalaştım. Bu arada kamp attığım noktaya Eskişehirli genç bisikletliler de geldi. Gitmeden tanışalım son bir defa daha görelim. Diyecek söz bulamıyorum. Canı gönülden sarılıp iyi dileklerini söylediler.
Ve sabah uyanıyorum. “Kara şimşek” tam donanımlı bir şekilde yola çıkmaya hazır. O ve ben gene yalnız yollardayız. Asya Turu’ndan döneli 1,5 sene oldu ve ben o zamandan beri bu şekilde tam donanımlı bir şekilde yola çıkmamıştım. Bir iki saat geçti. Yüzümde kocaman bir gülümseme. Hah işte ya olay bu! Ben yolda olmayı seviyorum! Bu yolu da tek başıma almayı seviyorum. Benciliğimden falan değil. ”Gürkan uzun yolda bir yoldaş olsa iyi olmaz mı?” diyen çok oldu. Kimisi vardır arkadaşsız yapamaz, konuşacak birini arar, tek başına olduğunda canı sıkılır, geceleri tek başına uyuyamaz, ilişki yaşadığı insanı yanında ister, tek başına seyahati güvenli bulmaz. Yükleri paylaşmak ister. Yanındaki kişi yolu alabilmesi için onu motive eder, güç ve cesaret verir.
Ben tek olmayı seviyorum. Birinin performansına göre pedallamıyorum. Takım arkadaşım için kafamı çevirip arkama bakmıyorum acaba nerede veya ben hızlı mı gidiyorum. Canım isterse o zaman duruyorum veya pedallıyorum. Koca bir kamyon gibi gezmek hoşuma gidiyor. O yüklerle olabildiğince dik yerlere tırmanmayı seviyorum. Her seferinde “Oha lan gene yokuş”, “Bu ne ya çık çık bitmiyor” desem de tırmanmayı seviyorum. Ayrıca sadece kendimden sorumluyum. Çok fazla risk alıyorum. Hayatta kaldığım sürece başıma ne gelirse gelsin BEN ÜSTESİNDEN GELİRİM! Pedallarken konuşmayı sevmiyorum, erken kalkıyorum hızlı toparlanıyorum. Tek başımayken daha az para harcıyorum. Dağ başında, tır parkında, genelevde, tanımadığım insanların evinde canım nerede isterse orada uyuyorum. İnsanlarla daha rahat iletişime geçiyorum.
Bunları seviyor olmam iyi bir takım arkadaşı olmadığım anlamına gelmesin. Bir önceki turumda 2 ay kadar yabancılarla birlikte pedalladım. Gene Dünya turunda da birlikte pedallayacağım yeni arkadaşlar dostlar olacaktır. Ve ben bir takım elemanı olup onları yalnız bırakmayacağım. Fakat bisikletimle yoldaysam tek başıma padallamayı seviyorum.
Türkiye’nin şehirlerarası karayolları pedallamak için çok iyi durumda. Bunu hangi bisikletli gezgine sorarsanız sorun Türkiye’de yollar çok iyi diyecektir. Ben sordum. : ) Geniş emniyet şeridi, güzel asfalt. Sivrihisa – Afyon arasında bulunan yol da aynen bu dediğim şekilde. Eğim Bayat’a kadar gayet makul ufak tefek iniş çıkışlarla devam eden sağı solu bozkır olan bir yol. Pedallamaktan başka bir şey yapmıyorsun bu yolda.
Türkiye içinde yapacağım pedallama süreci bisikleti daha iyi tanımak amacı ile ve 7 senelik tura hazırlamak için yapacağım yarı performans yarı gezi turu olacaktı. Şu ilk kilometrelerde gördüm ki ön tarafta kullandığım Sigma yol bilgisayarımın wirless modeli çantaların altında kaldığından dolayı istikrarlı çalışmıyor. Ayrıca Türkiye – Japonya turunda olduğu gibi ön çantalara kesinlikle kancalı lastiklerden lazım. Çünkü çantaların yoldaki çıkıntılardan düzensiz sallanması yokuş aşağı inerken 50km üstünde sarsıntı yapıyor.
Köroğlu Beli tırmanışından önce Bayat ilçesi var. Eh karnım da biraz açıktı. Şehrin girişindeki benzinlikte durdum. Aslında market vardır diye durmuştum fakat market yoktu. Marketin yerini adamdan öğrendik, bu arada birkaç kişi bisikleti incelemeye başladı.
– Abi nerden geliyorsun?
– Ankara.
– Nereye gidiyorsun?
– Dünya turuna çıktım.
– Haaa. Bunla mı?
– Haaa bunla.
Böyle sanki olabilir gibi düşünen birileri ile ilk defa karşılaştım.. İlk hedef neresi diye sorduklarında. Amerika’ya doğru gidiyorum cevabına çocuk heyecan yapıp içeri seslendi. “Amca gel gel abi Amerika’ya gidiyor!” Haha dünya turuna çıktım dediğimde bu kadar heyecanlanmamışlardı. Alla alla ilginç. Amcasının cevap daha ilginç oldu. “Eh len gider tabi ne var. Gaza bastımı gider bu alet.“
Ne gazı yahu?
“Yok abi bu bisiklet.”
“O nasıl bisiklet lan öyle. Yok mu şimdi bunda motor falan?”
Hahaha. Altta bir motor aramalar. Sonrasında gözler çaktırmadan bacaklara gitti. Eh kaslar belli ediyor kendini. Kaç yılda gidip kaç yılda döneceğimi söyleyince olay daha da koptu. Bense muhabbeti kısa kesip hemen yandaki çay bahçesine geçtim.
Bir tost soda falan derken çay eşliğinde köy ahalisi ile sohbet başladı. Osman mekanın sahibi önce beni dinledi sonra ben onu dinledim. 1950 sonrasında inanılmaz bir Türk filmi arşivi yapmış. “Böyle arşiv yoktur kimsede” diyor. “Önce beta, vhs kasetlerle başladım, sonra cd ve dvd lere geçtim. Artık internetten indiriyorum” Bayat ilçesinde çay bahçesi olan bu arkadaş Türk filmlerini izliyor ve izlettiriyor eşine dostuna çocuklarına, bizim filmlerimiz ayrı bir güzel diyor.
Masaya katılan diğer insanların merak ettiği konu ise Köroğlu Beli geçidini bu kadar yüklü bisikletle nasıl geçeceğimdi. “Pedallayarak” cevabını verip, yola çıktım. Çok kolay ve rahat bir tırmanış oldu. Zirvesine vardığımda suratımda bir gülümseme vardı. Tajikistan’da bisikletle 4650 metreye kadar pedallamıştım tabiî ki de gülümserim. Güney Amerika’ya kadar bu gülümseme olacak. Çünkü orada 5000 metre üstüne çıkacağım. O anlar farklı oluyor….
Senelerce bu güzergahta yaz tatillerinde ailemle birlikte seyahat ettiğimden yolum üzerinde bulunan şehirleri, ilçeleri, gezip görülecek yerleri hemen hemen biliyorum. Afyon şehrinin içinden geçip dışında yer alan dinlenme tesislerinin ve restoranlarının olduğu alana doğru pedalladım. Bu arada yol üstünde emniyet genel merkezine denk geldim. Eh bu adamların bahçesinde kamp atabilirdim veya bana en yakın kamp atılacak yeri gösterebilirler. Hatta hatta polis evinde kalabilirdim ucuza neden olmasın? Merkezden içeri girince görevli polis bir an yabancı sandı beni, sonrasında Türk olduğumu öğrendiğinde suratta bir tebessüm. Hemen yan tarafın Polis evi olduğunu, gidip orada kalabileceğimi söyledi. “Kamp atma buralarda hiç gerek yok. 20 TLye polis evi senin kabul eder”. Eh bu sözden sonra ne yaparsın, yan tarafta bulunan polis evine pedallarsın.
Polis evinin resepsiyonunda bulunan adama kendimi tanıttım. Yaptığım işi söyledim. Bakanlıktan aldığım belgeleri gösterdim. Önündeki internette web sayfamı açtım. Sonuç olarak kendimi en iyi şekilde tanıttım. Gelen geri dönüş şu şekilde oldu. “Tanıdık olmadığı sürece burada kalamazsınız fakat ben gene de bir müdürüme sorayım.” Müdürünün konuşmasını da duyuyordum; “İstediği kadar dünya turu atsın kefil olan bir polis yoksa olmaz.” Resepsiyondaki adamın kefil olması bile yeterdi. Fakat olmadı. : ) O civarda kamp atacak birkaç yer bakındım bulamadım. Arkalardaki tarlalara girdim. Aha yer buldum dememle lastiklerdeki dikenleri fark etmem aynı oldu. Oha ki ne oha! Ulan lastiğin üzerinde 20 tane diken, arka lastikte aynı. Evet işte şimdi shwalbe Mondial serisinin gücünü göreceğiz bakalım patlayacak mı? Neticede bu civarda kamp yeri yok. O halde akşam yemeğine Afyon – Antalya ayrımında bulunan Varan tesisine gidilir. Küçüklüğümden beri o mekanın domates çorbasını hep sevmişimdir. Ve bu turda ilk defa geceye de kalmış oldum. Ön ve arka ışıklarımı takarak Varan Tesisi’ne kadar sürdüm. Hemen yandaki bezin istasyonunda çalışan vatandaşlardan izin istedim. Yok efendim patronları görünce kızarmış. Yahu arkadaş ben bu işi anlamadım ha. Yahu bahçede kamp atacağım altı üstü uyuyacağım da nedir bu insiyatif alamama durumu? Aklıma Çin geldi. Çin’de benzin istasyonunda çalışan elemanların büyük bir bölümü kadındı, geceleri benzin istasyonlarında kamp yapmak için izin istediğimde güle oynaya izin verirlerdi. Buradan da ayrılıp Denizli yolunda 100 metre kadar ilerledim. Afyon Tabiat alanının tabelası karşıma çıktı. Eh, artık burada kamp atamazsam pes. Kapıdaki görevliler her zaman olduğu gibi beni görünce şaşırdılar.
– Merhabalar gece içerde kamp atmak istiyorum.
– Bu saatte kapalıyız.
– Yahu kapına doğa dostu bisiklet kullanan bir adam geliyor, ağaçlar altında kamp atmak istediğini söylüyor. Cevabın bu mu?
– Önce bir müdürü aramalıyım.
Anlaşılan ben gece yatacak yer bulamayacağım. Vay be. Neyse ki müdür insaflı çıkıyor da kalsın diyor. Ne kadar çok korkuyoruz insiyatif almaya.
Küçükkün babam tüm aileyi Dumlupınar şehitliğine götürmüştü. Hatta o şehitliğin hemen dışında bulunan bakımsız demiryolunda aracın egzozunu patlatmıştık. O demir yolu hala bakımsız halde. Yahu kullanılmıyorsan sök gitsin kullanılıyorsan da bakımını yap. Seneler önce bıraktığımız gibi duruyor.
Bekçiden başka kimsecikler yok. Rüzgardan dolayı sancaktaki bayrağın çıkardığı ses alandaki sessizliği bozuyor. Kapının önüne kadar gidiyorum. Tepede Türk askerinin kocaman anıtı. Alanda şehitler için duamı edip sessiz bir şekilde oradan ayrıldım. Bekçi sanırım beni yabancı sandı ve kısık gözlerle uzun uzun inceledi.
Manisa iline kadar monoton bir seyahat geçirdim. Sadece pedalladım. Bir ara molla verdiğim bir yerde yaşlı bir adam yanıma gelip;
“Hey where are you from?“ deyiverince yolculuğun ilk yabancı dostları ile tanışmış oldum. : ) Adrean ve Sue. 1979 model motorsikletleri ile İngiltere’den yola çıkıp Bulgaristan’a sonrasında Türkiye’ye gelip gezmeye başlamışlar. 70 yaşında olduklarını duyduğumda inanamadım. Ne kadar güzel bir kadın. Mavi gözleri hala ışıl ışıl parlıyor.
“Sue 70 yaşındasın ve hala çok güzelsin. Kendimi, bunu söylemek zorunda hissettim.”
Ne güzel hayatlar bunlar ve ki bir motorla gönül verdiğin insanla dünyayı geziyorsun. Acaba bunu ben de yapabilecek miyim çok merak ediyorum.
“Gürkan biz artık bedenen çok yaşlandık. Fakat motorsiklet kullanmak benim görünümümü gençleştiriyor. Ayrıca ruhum, bedenim enerji ile doluyor. Motorsikletle gezmeyi seviyoruz. Kitaplara bakıp gezmesini seven bir çift değiliz. Şurası çok güzel kesin gidin, burada yiyin burada için deyip belli sınırlar içinde gezen insanlardan değiliz. Türkiye’de ki köyleri gezmeyi seviyoruz. Kimsenin bilmediği kitaplarda yazmayan yerlere gidip oraların yemeklerini yemek hoşumuza gidiyor.”
Ve işte Gürkan Genç 70 yaşındaki hali ile karşılaşır. Vay arkadaş, adam anlatıyor ben kendimi görüyorum. Sanki aynaya bakıyorum. Bir de hatun bulsak 7 sene benle gezecek fena olmayacak. Ama önce şu Romanya, Ukrayna, Rusya, Çek Cumhuriyeti, Finlandiya ayağını bir bitireyim sağlıcakla huzur içinde, sonrasına bakarız hehe. : ) Anne merak etme tek gittim, 3 kişi dönerim sıkıntı yok.
Yakınlarda gidebilecekleri bir yer olup olmadığını sorduklarında 10km ileride peri bacaları olduğunu ve motorsikletle oraya rahat bir şekilde gidebileceklerini söylediğimde çok mutlu oldular.
Peki Gürkan sen gittin mi oraya? Hayır gitmedim. Peki neden? İşte bahsettiğim olay buydu. Çünkü Türkiye içinde yaptığım rota tamamı ile pedallamak, bir noktadan bir noktaya varmaya çalışıyorum. 7 senelik dünya turunda belki de görülebilecek en güzel ülke benimki ama bu ülkede pedallıyorum. Çünkü bir yerlere dostlara arkadaşlara, sunumlara bir şeylere yetişmek zorundayım. Bu yazı neden bu kadar geç kaldı sanıyorsunuz. (e-postasına veya yorumlarına kendi sayfamda cevap yazmadığım biri kaldı mı? : ) )
Bayır aşağı kaptırmış tam gidiyordum. Aha birkaç tır durmuş yandaki kasayı da açmışlar çay içiyorlar. Hemen ben de kendi tırımı araçlarının yanına çektim. Muhabbet koyu, tır firmalarının şöförlere paralarının vermemeleri ile ilgili konuşuyorlar. Bir firmanın şoförü parayı alamadığı için kamyonda bulunan mazotu satmış. Vay be böyle şeyler de oluyormuş.
“Ya Gürkan’ım sen gezen adamsın bizim gibi, dolar bozarsın bize, üstümüzde Türk lirası yok. Yoldaki lokantalar da bozmuyor aç kaldık” dedi Hasan. Hemen 50 doları oracıkta bozdum. Uzun yol şoför dayanışması. Hadi benim yol uzun, size hayırlı yolculuklar bir yerlerde tekrar karşılaşırız diyip yola koyuldum. 15 dakika sonra 3 tır birden beni geçerken kornalarına asıldılar. Korktum ama olsun özlemişim bu duyguyu da. : ) Yazılarımı okuyan uzun yol şöförleri yollarda beni veya başka bisikletlileri gördüğünüzde o kornalara uzakta basın daa. Ürkitisunuz bizi..
– Alo Gürkan.
– Muhlis Abi?
– Perşembe günü Manisa’dasın sanırım. Burada kal her şeyi ayarladım.
Muhlis Abi Türkiye’deki Perşembe Akşamı Bisikletlileri’nin kurucusu. Benim macera da zaten bu Perşembe Akşamı Bisikletlileri ile başladı. Tamam abi Manisa’da görüşürüz deyip telefonu kapadım. Bu arada Türkiye’ye Japonya yolculuğunu en başından takip eden Urim Abi de beni Salihli’de karşıladı ve Manisa’ya kadar da onla birlikte pedal çevirdik.
Salihli’ye girmeden önce bir benzin istasyonunda kamp atmak için durmuştum. 4 genç oturmuş bana bakıyor. İlk başta yabancı sandılar sonrasında oturup muhabbet etmeye başlayınca durumu anladılar. Benzin istasyonun sahibi Diyap 20 yaşında. Babası dükkanı ona bırakmış. Mardin’den göçmüşler bu bölgeye. Belli çok özlüyor oraları, gitmekte istiyor. Defalarca abi gitme kal bu gece burada dediyse de ben o gece orada kalamadım çünkü pedallamam gereken bir mesafe vardı.
Manisa Gençlik Spor il Müdürü Mehmet Bey’in 1 gün misafiri oldum. Kendisine buradan tekrar teşekkür ediyorum. Manisa’da çok güzel ağırladı. Gene aynı zamanda Manisa’da bulunan Perşembe Akşamı Bisikletlileri ile de pedallama imkanım oldu. Bu arada arkadaşım Belgin telefon açıp Manisa’dan beni görmeden ayrılırsan o pedal dönmez dedi. Onu da görmeden ayrılmadım.
İzmir için son düzlüğe girildiğinde Fatih’i arama zamanı geldi. Fatih kimdir? Fatih ile Ankara’da tanıştık. Kuruyan göllere daha doğrusu Türkiye’de kurutulan göllere dikkat çekmeye çalışıyor. Genellikle siktir len bana ne deyip mevzu geçilir. Bu dünyayı bizden öncekilerden emanet aldığımızı unutmayalım. Ben üstüme düşen görevi yaptığıma inanıyorum. Fatih ile beraber İzmir yakınlarındaki Kuş Cenneti’ne birlikte gittik. Sonrasında ordan da beraber şehre pedalladık. Bu arada Fatih bana devletin göllerle ilgili politikasını anlattı. Ne yaptılar ne yapacaklar.
İzmir ‘e vardığımda kalacağım yer belli idil. Fakat İdil yelken yarışlarına katılacağından ben ailesinin evinde kalacaktım, Osman Abim ve Güliz Ablamın yanında. Beni 1 hafta ağırladılar. İkisine de buradan teşekkür ediyorum. İzmir’de fazla konaklama imkanım olmadı fakat bu süreç içinde İstanbul’a otobüsle gidip bisiklet film festivaline katılıp geri döndüm. İzmir’de Perşembe akşamı Bisikletçileri ile pedal çevirdim.
Son Akşam da Özge evine davet ediyor ve İzmir’deki Antik Kentler gezisinde tanıdığım 3 güzel insanla hoş sohbet eşliğinde izmir’in o güzel manzarasını seyrettim. Kızlar seviyorum sizi pedallamaya devam (Çişil, Duygu). : )
Evet, pedallamaya devam. Program belli; takım arkadaşım Enes, kız arkadaşı Özlem, Salihli’den sonra bana eşlik eden Urim Abi ve pedallayacağımız gün Ankara’dan gelen Onur. Hep birlikte İzmir’in kuzeyine doğru demir atlarımızı süreceğiz. Onur’un iki günü var, artık nereye kadar pedallayabilirsek.
Türkiye – Japonya turuna başladığımda Enes gene yanımdaydı. Enes’in bisikletle gezi anlayışı tam benim gibi. İlgimizi çeken her alana üşenmeden pedallıyoruz. Ayrıca Enes ile birlikteyken fotoğraf çekmeme de gerek yok.
Sağa sola bakınırken tepenin birinde surlar dikkatimi çekiyor.
– Enes dur lan! Gel şu tepeye çıkalım. Sanki bir şeyler var.
– Emin misin? Sadece bir kalenin yan cephesi gözüküyor. O da yıkık.
– Eminim.
İkinci defa sormadı bile, hop hemen yolumuzu değiştirdik oraya doğru tırmanmaya başladık. Ana yol bitti. Bisikletleri o alana bırakıp tepeye tırmanmaya başladık. Tepeye bir vardık ki karşımızda bir bayan iki genç arkadaş ölçümler yapıyor. Gördüğümüz manzara ise süper. Lan tepede bildiğin kale var. Arkeologlar belli bir alanını ortaya çıkartmışlar.
Nazlı Hocam bu kazı alanının yetkililerinden biri. Üniversite öğrencisiyken bu alanda kazı yapmaya gelirmiş. Mezun olduktan sonra akademik hayatına devam edip bu alanı bugünki haline getirmek için çok çalışmış. Yahu niye tabela falan yok, kimse burayı göremez ki. Ödenek olmadığını öğrendik. Bu alandan çıkan bulguları arşivleyecek ne bilgisayarları var ne bu alanı fotoğraflayacak iyi bir fotoğraf makinaları. Alanın tepeden görüntülerini çekmek istemişler. Harcadıkları para inanılmaz. Destek yok. Ülkede bu kadar çok kazılacak alan olunca devlet bazılarını koy vermiş gibi, nasıl olsa benzeri bir başka yerde var. Bu arada Nazlı Hocam şunu da ekledi: “Tepeden aşağı hemen bakıldığında bir mezar alanı gözüküyor. Bu alan mimari düzenle yapılan ilk mezarlıklardan biri”. M.Ö 14. yy başlanılan yerleşik hayat, Osmanlı dönemine kadar devam etmiş. Orta tunç çağından Osmanlıya kadar. Nasıl ya?
Enes ile birlikte tepede çakılı kaldık. Nazlı Hoca anlatıyor biz dinliyoruz. Kendisi bana bu alan ile ilgili tüm bilgileri ve fotoğrafları gönderdi. İzmir’in Menemen ilçesinin 13 km batısında 7 tepeler olarak anılan kesmin kuzey ucunda yer alıyor. Önümüzdeki yaz bu bilinmeyen antik kente gidin Nazlı Hocamızı bulun. Kendisinden alanın muhteşem tarihini dinleyin başkalarına da haber verin. Belki bu şekilde devletten veya özel sektörden bu özel yer daha fazla destek görür.
Bu arada Onur tutturdu Aliağa’dan geçerken sultan midyesi yiyeceğiz diye. Onu da dinleyip Aliağa içlerine dalıp Sultan midyecisini de bulduk. Kaç tabak midye yedim şimdi hatırlamıyorum.
Sıradaki gidilecek yer Aigai.Benim şu zamana kadar ziyaret ettiğim en iyi antik kentlerden biriydi. Bu arada Enes ile Özlem bildiğin tencere kapak ha! Aklıma yolculuklarımda karşılaştığım diğer gezgin kadınlar geliyor. Mızmızlanma yok, her yere sevgilisi ile gidebiliyor pedallıyor. Araştırma yapıyor, fikir yürütüyor hayal kuruyor. Birlikte içeride yürürken gezdiğimiz alanların ne olduğunu tahmin edip sonrasında tahmin ettiğimiz gibi olduğunu öğrenince ikimiz de mutlu oluyorduk. Aynı hayal gücü düşünce yapısı Enes’de de var. Bu yüzden tencere kapak olmuşlar.
Aigai bitti, hop oradan Bergama’ya pedallarsın. Bergama’ya girmeden kamp mı atsak yoksa Bergama’da mı kalsak bir türlü karar veremedik. İyi ki şehre girmişiz. Önce bir pansiyon bulduk, adı Gobi Pansiyon. Sahibi 80 yaşında bir amca. “Neden adını Gobi koydunuz?” dedim. “Ee, biz orta Asya’dan geldik, oranın en büyük çölü” dedi. Vay be.. O çölü bisikletle geçen adam da bugün Türkiye’de o pansiyondaydı işte. Anılar aklıma geldi. Birkaç defa derin derin nefes aldım verdim. O çöl zordu arkadaş, hakikaten zordu.
Bergama’da bir gün kalalım derken 3 gün kalıverdik. Neresinden başlayayım nasıl anlatayım bilmiyorum ki. Bir kere Zeus Tapınağı’na çıkıp bakalım dedik. Teleferikle çıkıyorsun tepeye. Zaten o teleferik olmasa inmesi çıkması zor olurdu. Gerçi yüzyıllar önce adamlar her gün inip çıkıyormuş. Serdal ve Murat ile tanıştık o noktada. İkisi de bu teleferik sisteminin yetkililerinden. Sağolsunlar Bergama’da 1 gün kalacağız dedik, 3 gün kalmamıza sebep oldular. : ) Çok güzel de gezdirdiler. Arkadaşlar bu şehir hakikaten özel bir şehir, Türkiye’deki ilk antik kent gezinizi buraya yapın. Şehrin yemekleri, tarihi, insanı çok güzel. Ayrıca ucuz bir kent. Çam fıstığı ezmesi kesin yiyin. Özellikle bu bölgede çok meşhur.
Enes ile bir araya gelince tabiî ki antik kentler de bitmiyor. Hadi bakalım Behram Kale ve Assos Tapınağı. Fakat öncesinde akşamına rakı balık. : ) Gezeriz pedallarız. Gediğimiz gördüğümüz yerleri paylaşır anlatırız. Bizler yeni çağın gezginleriyiz, bunu büyük bir keyifle yaparız. O rakı masasının verdiği keyif var ya! Yeşilliği soğanı, kömürde kızarmış levreği, ve edebi dostluğu simgeleyen o bardakların birine vurduğu anki ses. “Bir ömür pedallamaya dostum!”
Behram Kale ve Assos gezilerinden sonra rota Ezine’ye doğru döndü. 1 hafta o kadar çabuk geçti ki ne ara pedalladık, ne ara o kadar çok mekanı gezdik inanılır gibi değil. Ayrılık zamanı geldiğinde üzgündüm. Neyse Enes dünya turunda hepimizin güzel yerler görmemizi sağlayacak takıma arkadaşlarımdan biri. Benim fark edemediğim güzel yerlerin koordinatlarını gönderecek.
Benim Rotam İstanbul oldu. Artık bisiklette bazı değişiklikler yapmanın zamanı gelmişti. Bu arada Kron bisikletlerini tasarlayan Bahadır ile birlikte yeni kasamız için uzunca bir çalışma yapma fırsatımızda oldu. Yeni model bir tur bisikleti. Daha fazla detay ve ayrıntı içeren ve benim de bir süre sonra kullanmayı düşündüğüm bir bisiklet. Bu arada İstanbul’a varır varmaz Yalova’da bisiklet festivali yapıldığını öğrendim. Oraya da uğramadan yapamadım. Perşembe Akşamı Bisikletçileri ve Yalova Belediyesi güzel hazırlanmışlar. Ayrıca bir çok bisikletli abimi, ablamı ve değerli arkadaşları tekrar görme fırsatım da oldu. Az bilinen Antik Kentler gezisinde tanıştığım Başak, Seçil ve Alex ile de orada tekrar karşılaştık. Hatta İstanbul’a döndüğümde de bir gün onlarda misafir oldum.
Japonya’dan döndüğümde dostum Emre karşılamıştı. İstanbul’dan ayrılırken de otogara kendisi bıraktı. Nasıl olsa birkaç ay sonra tekrar birlikteyiz, Stockholm’e uçak biletlerini Meyzi ile birlikte aldılar.
Yolculuk Edirne. İzmir’de kendime bir pantolon ararken Konak meydanında iki gezginle karşılaştım. Melih ve Sercan. Hatta bana mesaj atmışlardı. ”Çanakkale’den aşağı iniyoruz abi senle karşılaşır mıyız?” Tabii ki ben istediğim tarihlerde pedallayamamıştım. Fakat ne tesadüftür ki Konak meydanında karşılaştık. Sonrasında Melih ile birlikte Edirne Trakya Üniversitesi’nde bir sunum ayarladık. Edirne’ye geldim. Melih’in evinde misafirim. Furkan ve Sercan beni karşıladı. “Abi bir arkadaşımız var seni dinlemek için İstanbul’dan geliyor, O da bu akşam gelecek.” Sunumun yapıldığı saatlerde facebook’dan bir mesaj; Kayhan adlı bir arkadaş. İstanbul’dan motor kiralamış sunuma geliyormuş. Tabii ki yetişemedi fakat Melih akşam onu da misafir etti. Gece sohbet etme imkanımız oldu. Sonraki gün Edirne yol bisikleti yarışçıları ile birlikte 40 km pedalladım. Çağrı ile tanıştım. Bana yarışlara nasıl hazırlandıklarını, neler yaptıklarını anlattı. Her şey o kadar hızlı geçiyor ki artık yavaşlamam lazımdı. Bu arada Edirne’de ne kadar müze var hepsini gezdim. Selimiye Camisini gezerken dondum kaldım. Büyüksün Mimar Sinan!
Atılım Üniversitesi’nden Dinçer Hoca ve öğrenciler geldi. Sınır kapısına kadar birlikte pedalladık. İki üç kamera kullanarak bu anı ölümsüzleştirdik. Vay be artık sınırdayım. Sınırdan sonra da yalnız değilim. Angeliana, Nathan ve Ayça Bulgaristan’da bir süre beraber pedallayacağız. Sonrasında Nathan Bukreş’e kadar benle birlikte gelecek. Uzun zamandır demek istediğim bir cümle vardı. Bu yazı aslında bu yüzden bu kadar geçikti. Bir önceki turumda yeni bir ülkeye geçtiğimde hep söylerdim. Şimdi sıra onda iste. Sınır kapısından geçerken de bunu diyeceğim.
Nerde kalmıştık? Sıradaki ülke BUL-GA-RİSTAN! Ohhhhhhh beee! : ) Macera başlasın!
Bir sonraki yazı için Lütfen Buraya tıklayın
https://www.gurkangenc.com/dunya-turu-yazi/bulgaristanda-cole-girdim/