Romanya’nın sınır şehri Yaş’dan çıktım. Sokaklardan yavaş yavaş pedallayarak şehri terk ediyorum. Bu arada gps’e bakıp yönü de seçiyorum. Yahu iki tane kapı var. Biri anasının gözünde diğeri şurada hemen yakınımda. Basin adında bir köy. 25 bilemedin 30 kilometre, hah ben oraya gideyim. Önce şehirden çıktım sonra bir köye girdim. Bir terslik var. Sınır kapısına doğru gidiyorum, tırlar arabalar hiçbir şey yok. Batıya mı gidiyoruz len yoksa? Dur bakim.. Yooo doğu gösteriyor. Sınır kapısı gözüküyor, yol da var… Bir şey olacak ya dur bakalım. Bu bölgenin köyleri artık o egzotik havasını kaybetmiş durumda. Fakat yolda beni gören herkes selam verip ”Turçiyaaaa” diye bağran tiplerle dolu. Evet sınır karşıda da, yol döndü başka tarafa gidiyor. İki ülke arasında da nehir var. Nasıl ya? Tren yolunun yanından mı gideceğim? Du bakim. Şu rampada tren yolu var, biraz yukarı çıkayım. Tam bu sırada karşıdan bir adam geliyor, hemen durdurdum.
– Kardeş Moldovya sınırı nerde?
Ben bunları tabi Türkçe konuşuyorum elin köyünde İngilizce bilecek değil ya adam diye düşünürken. Herif bana İngilizce,
– İngilizce konuşmasını biliyorum. İngilizce konuş.
Çöldeki bedevi olayı gibi bir şey işte bu haha olaya gel ya.
– Kardeş bu Moldovya’ya nasıl gideceğiz? (haha bunu söylerken de gülüyorum)
– Geri döneceksin 65 km sonra araç geçiş yeri var.
– Dalga geçiyorsun? Ne geri dönmesi yahu. Gps gösteriyor burada yol var.
– Var da askerler kullanıyor o yolu, tren yolunun yanında yer alıyor. Sen geçemezsin. Bu hataya düşen ilk sen değilsin. Her sene motorsikleti ve bisikleti ile gelen gezginlerin hepsi buraya gelir. Yaş şehrine yakın olduğu için seçiyorsunuz biliyorum.
– Vay arkadaş ya şimdi 65 kilometre geri gideceğim he?
Tam bu sırada iki polis geldi durumu sordular. Ben de yanımda Bükreş elçimiz Ömür Bey’in adıma çıkarttığı özel belgeyi yetkililere verdim. ”Yolcu treni ile karşıya geçmene izin veririz” tamam dediler. Oh bee. Fakat Tren 14:00’da, hiç önemli değil bekleriz. Bu arada tren ile geçeceğim alan toplamda 200 metre. Yahu köprünün üstünden yürü hemen karşısı ama işte ilginç bir kural koymuşlar, bu sınırdan sadece tren ile geçiyorsun. Benzeri Çin’den Moğolistan’a geçerken de vardı, üstelik burada karayolu var. Bisiklet ile Çin’den Moğolistan’a geçemiyorsun : )
Treni beklemeye başladım, orada eski bir istasyon. Önce meraklı bakışlar içinde olan köy çocuklarından biri geldi. O Romence konuşuyor ben Türkçe. Hep dedim çocuklarla nasıl oluyorsa anlaşıyorum. Veya bana mı öyle geliyor..
Bisikletin üzerindeki parçaları soruyor, gösteriyorum. Nasıl geziyorsun dedi, gps’i gösterdim. Sonra da sessiz yanıma oturup bekledi. Beklediğimiz alan terk edilmiş, soğuk, kapıları pencereleri kırık bir yer. Eskiden burası istasyonmuş fakat artık kullanılmıyormuş. Çocuğa market var mı diye sorunca çıktı dışarı gösterdi. Hadi gel dedim benle. Gittik çikolata falan aldık. Sonra da tek başıma tekrar aynı yere dönüp oturdum. Yahu 3 saat var zaman nasıl geçecek derken tren raylarının makas değişiminin yapıldığı odadan beni çağırdılar. Soğukta oturduğumu görünce sanırım adam üzüldü çağırdı. Girdiğim oda hamam gibi bu ne yaa? Çok sıcak hareketini yapınca herif hemen yandakini gösterdi. O ne arkadaş. Ben hayatımda böyle soba görmedim.
😀 Adam çelik kazanı fayansla kapatmış. Haha sıcacık. Oh hemen yandaki koltuğa oturuyorum, 30dk sonra uyuyakalmışım. Adam da tren gelince beni kaldırdı. Vay be ne güzel uyumuşum ama offf.
Dışarı çıkıp şöyle trene bir baktım, gayet güzel. Görevliler beni en arka vagona aldı. İçerisi ana baba günü. Teyzeler gitmiş Romanya’dan mal almış ülkelerine geri dönüyorlar. Biri öbürüne aldığı ayakkabıyı gösteriyor. Öbürü donları çıkartmış, diğeri yeni aldığı çizmeyi bir yere tıkıştırmaya çalışıyor bu ne yahu? Pazar alanı gibi. Görevliler girip tüm yolcuların pasaportları topladı 30 dk sonra geri getirdiler ve tren hareket etti. Yahu 200 metre bilemedin 300 metre için ne enteresan bir serüven oldu. Köprüyü geçti tren gene durdu hah ineceğiz derken trene bir askerler bindi. Aboooooooooo!
Arkadaş bu ne yahu. Gözler yeşil ve sürmeli, saçlar sarı. Asker forması mı farklı, kadın mı güzel anlamadım gitti. Bir tane daha asker bindi bir tane de daha galiba Moldovya’nın sınır pollisleri mankenlik ajansından oluşturulmuş. Bu ne arkadaş. Bir tanesinin önünde Asus Eee pc modeli hemen altında minik tarayıcı yolcuların pasaportları alıp hemen oracıkta tarayıp geri veriyorlar. Şimdi böyle güzel insanlar trene binince ben de pasaportu alacak kıza tebessüm yaptım, kafa eğdim. Selam verir gibi. Böyle bir baktı, pasaport dedi verdik. Üstün körü baktı kapadı,
– Bende kalacak en son alırsın.
Hayda. Trenden herkes indi, ben de indim. Bizle gel dediler. Çok enteresan, nereye götürüyorlar acaba? Binaya girdik, bekle burada dendi. İyi bekleyelim bakalım. Hah işte şimdi bildiğimiz kalıplı rus askerleri geldi. Odaya oturduk. Klasik sorulara başlandı. İlk defa mı geliyorsun, Evet, Ne yapıyorsun?, Dünyayı bisikletle geziyorum. Ne kadar kalacaksın bu ülkede? 1 ay kalacağım. Neden bir ay? Gezeceğim dedim ya dünyayı geziyorum. Nerde kalıyorsun, çadırda kalıyorum. Neden sana bir aylık turist vizesi verildi?
Buradan da turist vizesinin bir aylık verilmediği ortaya çıkıyor.
Sporcuyum ve bisikletle geziyorum ancak geçerim ülkenizi. Devletin sana destek veriyor mu?. Evet veriyor. Başkentte Elçimizle görüşeceğim. Benim ülkeye girdiğimden haberdarlar… ve daha bir dolu soru. Ulan o pasaportun sayfasını eskittiniz. İki ülkeden geçmişim ikisinde de bir aydan az kalmışım işte. Yani çevir çevir her seferinde aynı sayfaları neden o kadar inceliyorsunuz ki?
Yahu hatuna bir tebessüm verdik. Güleydik tutuklanırdık demek ki. Neyse uzunca bir soru bombardımanından sonra pasaportu verdiler. Bir önceki turda iki sınır arasında bir hafta kalmış, gözaltına alınmış ve gizli servislerle ilgili olaylar başımdan geçtiğinden dolayı oldukça sakinim artık. Her şey olabilir bu geçiş esnasında. Ama işte beklemesi geriyor. Bak akşam oldu hava karardı. Şimdi kamp alanıydı, kahvaltıydı ne yapacağım? Yahu para da yok, erzak da yok. Önce kendime bir gsm hat alim. İnternetten öte, hostel var mı bu civarda bakayım. Orange diye bir marka, her yerde reklamı vardı, önüme de dükkan çıkınca bir tane aldım. Ucuz bir otel sordum, gösterdiler. Kahvaltı dahil 300 Lei’ye anlaştım, yaklaşık 30 TL ediyor. Şehirde hemen Rusya’nın o egemen dönemlerindeki varlığı hissediyorsun. Bunu Bulgaristan ve Romanya’da fazla hissetmemiştim. Ara sokaklara bir daldım ki vay vay. Bu arada kredi kartlarını sadece bankadan para çekerken kullanabiliyorsun. Herkes nakit çalışıyor Moldovya’nın Ungheni şehrinde.
Sabah sınır şehrinden yola çıkıp Kişinev’e pedalladım. Rüzgar karşıdan esiyor, hava -5 derece. 25-30 km arası bir hızla gittiğimden dolayı da bisiklet üstünde benim hissettiğim soğukluk -13 ile -15 arası. Bisiklet sürecek kıvamda bir hava. : ) Başkent ile sınır arası 116 km ve ben sadece orman gördüm diyebilirim.. Bu komünist dönemin belki de yaptığı en iyi işlerden biri olmuş. Biliyorsunuz o dönemde yakacak devlet tarafından verilirmiş. Fakat bunun karşılığında da devlet senden 5 ağaç veya 10 ağaç dikmeni istermiş. Bulgaristan, Romanya, Moldovya bildiğin yeşile boğulmuşlar.
Öğlen yemeği için Kebap yazan bir büfede durdum. İyi açıktım yaa. Bu soğuk havada pedallamak adamı açıktırıyor. İçeri bir girdim, elektronik müzik çalıyor of. Bara mı geldim kebapçıya mı belli değil. Barda bu kadar iyi çalmıyor haha.. Adam elektronik müzik eşliğinde bana kebap hazırladı, tadı gayet iyidi. Bu arada Orange hattı aldım fakat içine kredi yüklemeyi unutmuşum. Hemen krediyi nerden alacağımı da öğrendim. Yemekten sonra da oraya. Bir an önce pedallamam lazım. Ee vücut hararet yaptı, üstüne yemek yedi, bütün enerjiyi sindirim bölgesine yolladı. Üşümeye başladım. Arkamı döndüm tam bisiklete bineceğim Haaaaah ben de Kişinev’e nasıl gidecektim diye sorucak birilerini arıyordum iyi oldu. : )
Kişinev’in nerede olduğunu da öğrendikten sonra pedallamaya devam ettim. Güzel tarif etttiler kesin bulurum. Kaybolmam imkansız. Gps bazen yanılıyor.
Kişinev’in yolları kötü, araçlar zaten sıkıştırıyor hatta bilerek yakından geçenler de var. Bu yüzden bisikletli gezginler için tehlikeli bir yol olduğunu söyleyebilirim. Bazı noktalarda emniyet alanları da yok. Kişinev şehrine yaklaştığınızda her yer bir anda ceviz ağacı oluyor. Şehrin girişine neden ceviz ağacı ekmişler ki? Hatta şehrin içinde de var. Bir anda arkamda dağ bisikleti ile biri çıktı. Durdum tanıştık, Alexander. Şehrin içine girdikten sonra beni Türk Büyükelçiliği’ne kadar getirdiler.
Kişinev Türk Büyükelçiliği’nde elçimiz Selim Kartal ve Banu Kartal’ın misafiri olarak bir kaç gün yanlarında konaklayacağım. Bu sırada 120 ve 200 kilometrelik dünyanın en büyük şarap mahzenlerini gezip, iki lise ve bir üniversitede sunumlar vereceğim, Türk iş adamları ile buluşacağım ve medya ile bir araya geleceğim. Eğer gerekli izinler alınırsa yola çıktıktan sonra az bilinen iki Osmanlı kalesine bisikletimle gidebileceğim. İzin diyorum çünkü çok farklı başka bir ülke sınırları içinde yer alıyorlar.
Bakalım Moldovya nasıl?
Bir sonraki yazıyı okumak için Lütfen buraya tıklayın
https://www.gurkangenc.com/dunya-turu-yazi/2-gun-dedik-oldu-mu-8-gun/