Vizeleri Tanzanya girişinde 50$ vererek aldık. Etiyopya’dan geldiğimiz için de ebola belirtisi var mı yok mu onu anlamak için bizi cihazların önün koydular. Baktılar temiziz geçin dendi. Etiyopya, Kenya ve Tanzanya’da çanta araması yapılmadı. İnsansız hava aracı ile gökyüzünden çekimler yapmak bu ülkelerde özel izne tabi. Bu cihazla beni ülkeye bile almaya bilirler fakat şu zamana kadar bir sıkıntı yaşamadım.
Sınırı geçtikten 10 metre sonra restoranlar başlıyor. Haliyle yola çıkmadan önce enerji lazım. Gözüme kestirdiğim iyi gibi gözüken bir restorana oturdum. Müşteri nerede fazlaysa oraya oturmaya özen gösteririm. Aman burası boş sakin diyip oraya oturmaya kalksam içerde bir satış olmadığından gıdanın bayat olma ihtimali yüksek. Mümkün mertebe kalabalık olan yerleri tercih ediyorum.
Yola çıkmadan bir balık söyledik tatlı niyetine de kızarmış bir muz alayım dedim. İlk defa yiyeceğim. Daha önce hiç yememiştim.
– Bööööö lan bu çok kötüymüş
– Yok yok güzel olanı da var bunu değişik yapmışlar farklı bir muz bu.
Esra eski iş yerinden dolayı daha önce Tanzanya’ya bir veya iki defa gelmiş halkı ve buradaki tatları az çok biliyor. Yemek sonrası yola koyulduk.
Etiyopya ve Kenya’dan sonra Tanzaya’nın yolları için çok çok iyi diyebilirim. Gidiş geliş şeklinde de olsa asfaltın kalitesi bisiklet sürmeye uygun. Üstelik Arusha, ya kadar olan bölümde oldukça az araba geçti. 10 kilometre veya 15 kilometre aralıklarla yolun sağında veya solunda ufak patika yollar var. Yüksek bir alana geldiğimizde bu yolların iç kesimlerdeki Masai halkının yaşadığı ufak köylere gittiğini gördüm.
Masai, halkının yaşam alanı sadece Kenya ile sınırlı değil. Kenya’nın güneyinden başlayıp, Uganda ve Tanzanya’nın kuzey bölgesini de içine almış. Hatta Doğu’da ki kıyı şehri olan Tanga’ya kadar da uzanmışlar. Halkın bu kadar geniş bir coğrafya da yer almasının sebebi hayvancılık ve göçebe hayat. Bazen bisikletle terk edilmiş temizlenmiş düz alanlar görüyordum. Sonrasında o noktaların göçebe halkın terk ettiği alanlar olduğunu anladım. Hayvanlarını otlatacak alan bulamadıklarında bölgeyi terk ediyorlar. Masailerin dünyanın en iyi çobanları olduğu konusunda bazı söylentiler de var. Yaklaşık 2 kilometrelik bir alanda ip gibi dizilmiş belki de 100 den fazla büyük baş hayvanı tek başına otlatan bir Masai Çobanı da gördüm. Eskiden bu kabileye Masai savaşçıları dense de günümüzde köylerde artık Masai savaşçısı diye bir tabir yok. Masai çobanları var. Masai savaşçıları adı turistler için daha çekici geliyor. Instagram veya facebook da “Masai Warrior – Masai Savasçısı” diye mi paylaşmak yoksa “Masai Sheperd – Masai Çobanı” diye mi paylaşmak?
Haaaa, bu savaşçıları da günümüzde görmek mümkün. Büyük şehirlerde yerel kıyafetleri ile ya otopark görevlileri veya bina güvenliğinde çalışırlar. Birde Zanzibar’da gelen turistleri ilgilenen Rayban gözlüklü, renkli Casio Saatli Masailer var.
Tanzanya’nın kuzeyi de güneyine göre kısmen kurak. Fakat sondaj atıldığında suyun çıkacağına inandığım bir bölge. Sondajın maliyeti fazla olduğundan ve imkan da olmadığından ortamda su yok. Bölge halkının hakikaten suyu yok. Fakat Arusha’ya doğru giderken çevrede çok fazla yükselti buna paralel olarak da su kaynakları olduğunu söyleyebilirim. Ee, peki neden kuraklık var? Fakirlik, tarım aletlerinin yetersizliği, bölgeye olan devlet desteği az gibi.
2014 Ocak-Şubat ve Mart aylarında bisikletle dünya turuma eşlik eden takım arkadaşım Enes Şensoy ile birlikte Fas’da 4000Km den fazla yol kat emiştik. Bu ülkede gezdiğimiz zaman zarfı içinde ülke genelinde sadece bir adet Traktör görebilmiştik. Tarım arazilerini sulayabilmek için dağlardan aşağılara kütük ve çamurlardan kanallar yapmışlardı bunların fotoğraflarını da çekmiştim. Yerleşik düzende yaşamayı tercih edince bu düzen için ne yapılması gerekiyorsa halkta onu yapmaya başlamış Fas’da. Hatta bir gün çölde bir bedevi çobanla denk gelmiştik bize hayvanlarını otlattığı alanda çamurlu su dan çay yapmıştı bizde afiyetle içmiştik : ) ( Enes’e, çayı içmeye başladığımızda suyu nereden aldığını söylemiştim haha)
Göçebe halklarla Asya seyahatimde karşılaştığımda çadırlarını suya yakın alanlara kurmaları gözümden kaçmamıştı. Bunu bende çok defa yapmışımdır. Tabi o alanlarda irtifalar çok yüksekti suya ulaşım rahattı.
Tanzanya’da doğu kıyısı hariç irtifa genellikle 800 ile 1000 metre arasında. Özellikle Kilimanjaro dağının etrafında ciddi su kaynakları var. Fakat Fas’da olduğu gibi yerleşik düzene geçen halkın tarım arazileri Fas’da ki gibi değil. Dağın eteklerinde yaşayan Masai çobanları da yukarı da ki suyu aşağıya getirecek kanal sistemi yapmamışlar. Kısacası Kuzey bölgesinde Göçebe olarak yaşayıp suya ulaşamayan ve yerleşik yaşama geçip tarım arazisini verimli kullanamayan bir halk var. Olay güney bölgesinde tam tersi. Yükseltiler hemen hemen aynı fakat halk kanallarda yapmış, tarım arazilerini de gayet verimli kullanıyorlar. Üstelik ortam Traktör dolu.
Çobanların hepsinin elinde boş ped şişeler gözümden kaçmadı. Gün boyunca hayvan otlatan halk yanlarında taşıdıkları ped şişelerle bölgede yer alan bir bitkinin kökünden su çıkartıp bunu şişelerde muaafaza ediyorlar. Önümde ilerleyen Esra’yı küçük bir çoban durdurdu. Arkadan yavaş yavaş yaklaşıyorum Esra çocuğun bir iki kare fotoğrafını çekip tekrar pedallamaya başladı ki çocuğun bir şey istediğini anladım. Büyük ihtimal Esra para istediğini düşünerek yola devam etti. Beni zaten biliyorsunuz. Bu para isteme konusunda oldukça katıyım bazen yerlilere sert çıkıştığımda oluyor. Durumları iyi olsa bile herkes para istiyor. Fakat bu çocuğun para istemediğini anladım.
Çocuğun yanında durdum çocuk Esra’ya ne dediyse aynısını bana da diyordu. Elindeki Pet şişeyi de uzatıyordu.
Para değil su istiyordu. Çocuğun pet şişesini ağzına kadar doldurduktan sonra suyu içisini seyrettim. Moğolistan’da, Fas’da, Cezayir’de, Suudi Arabistan’da, Umman’da susuzluktan dolayı yaşadıklarım saniyeler içinde gözümün önünden geçti gitti.
Göçebe halklarda bu su sorunu her coğrafya da hemen hemen var. Sebebi göç edecekleri alanların artık eskisi kadar verimli olmayışının yanı sıra alanın daralması! Yerleşik hayata geçenlerinse hem bulundukları bölgeyi verimli kullanamadıkları hem de kullanmak içinde bir girişimde bulunmamalarını söylenebilir.
Hah işte bu noktada da beyaz adam devreye girmiş. Ulan Arusha şehrine 150 kilometre mesafede Küçük Masai çobanı içmeye su bulamıyor ama şehirde Aslan ve Fil safarilerini 800$ Kilimanjaro’ya tırmanışı 1500$ satıyorlar. Daha öncede dediğim gibi Afrika halkları ne yaptılarsa hep kendilerinin kötülüğüne yapmışlar.
Arusha şehrinde Guest house fiyatları olukça ucuz. Bu şehir Serengiti ‘de dahil olmak üzere diğer milli parklara yapılan Safarilerin başlangıç noktası. Ayrıca gene bu şehirden Kilimanjaro dağına tırmanış turları da yapılıyor. Safarilere tek kişilik fiyatı 800$ çekiyorlar. 6 gün 3 öğün yemek konaklamalar da dahil bu fiyatlara. Onlarca şirket var. Her birinden fiyat isterken bir önceki bu kadar verdi diyip fiyatı en düşük 400$’a kadar çektim. Gittim mi? Hayır gitmedim çünkü Afrika’nın daha güneyinde safari fiyatları çok çok daha ucuz. Aslan rengi de aynı filin rengi de aynı neden daha fazla para vereyim ki? Arusha şehrini yürüyerek de dolandık. Bizi cezbeden bir tarafı olmadı zaten iki günlük konaklamadan sonra da yolumuza devam ettik.
Arusha Şehrinden Kilimanjaro dağının hemen yanı başındaki ayrıma gelene kadar yol berbat ötesi. Bu bölgede çok fazla kaza oluyormuş. Ayrıca bisiklet sürmek için de oldukça tehlikeli bir alan. Alternatif tek bir yol var o da milli parkın içinden geçtiği için bisikletle o alanı geçmekte sakıncalı. Hiç denemedim fakat izin vereceklerini de düşünmüyorum. Tanzanya’nın güneyine doğru giderken yol üstünde bir park var. Bakalım İzin verecekler mi?
Kilimanjaro dağının etrafındaki 4 günlük parkur toprak yoldan oluşuyor. Kasım ayında genellikle yağmurlu diyebilirim. Hatta bir gün yağmur öyle bir yağdı ki kovadan döksen ancak bu kadar olurdu.
Dağın çevresindeki yerleşim yerlerine geniş tarım arazileri var. Tam olarak neler ektiklerini söylemem çok zor. Toprağı incelemedim veya sohbet etmekte pek istemedim. Bir akşam Esra ile birlikte köylünün arazisine kamp atmak istedik. Evinden uzak bir noktaya arsanın dibine çadırımızı atacaktık. Aile ile gittim tanıştım ve biraz sohbet ettik. Çadır kurmak için izin istedim tamam dediler. Esra’nın çadırı kurduk. Tam benimkini kuracağım. Gelip bizden çadırları oraya kurduğumuz için para istedi. Suratına dalgamı geçiyor diye baktım ama yok adam harbi harbi para istiyordu. Hiç üşenmedim. Çadırı geri topladık ve yolumuza devam ettik. Sonra yol üstünde gene İngilizce konuşmasını bilen birine kamp atabileceğimiz bir yer sordum. O da bizi bir yere götürdü. Gayet korunaklı güzel bir yere. Esra arkamdan konuşuyor
– Gürkan bu da para isteyecek bisikletleri aşağıya indirmeyelim.
– Dur Esra bir gidelim görelim acelesi yok. En azından durumu teyit etmiş olurum
Bizi çok güzel bir noktaya getirdi. Tam çadırı kuracağız ama önce abimi aramalıyım burası onun arsası izin verecek mi vermeyecek mi bilemiyorum dedi. Abisini aradı ve abisi hemen motoru ile o alana geldi ve para istedi. Tabi bu seferde Esra dellendi haha. Neyse yukarı çıkıp yolumuza devam ettik. En sonunda kimsenin ekin ekemediği taşlık bir alan buldum. Hah dedim burası iyi. Çadırları kurduk ettik. Masailerden biri geldi ..
– Buraya çadır kurmaktan korkmuyor musunuz?
– Korkmak için bir nedenim yok
– Çitalar ve Filler var bu bölgede
– Çadırımı kurdum artık umurum da olmaz
– Peki siz bilirsiniz.
Esra’nın o anki bakışları tam videoluktu.
– Gürkan adam Çita ve Fil dedi
– Aman salla bir şey yapmazlar
Arazi filin yürümeyi sevebileceği bir arazi değil büyük ve sık kayalar etrafımızı sarmış durumda. Ayrıca Çita da korkak bir hayvan bize saldırmaz. Ayrıca manzaraya değerdi
En neticede bölge halkı ya bizden para istedi veya bizi kazıklamaya çalıştılar. Haliyle durum böyle olunca bende pek fazla muhatap olmak istemedim insanlarla.
Sabahları Kilimanjaro ya bakıp uyanmak, çevresinde pedallamak hiç fena değildi. Önümüzdeki yıllarda Kilimanjaro dan daha yüksek bir geçitten bisikletimle geçeceğimi de göz ününde bulundurunca böylesi daha iyi oldu.
Dağın çevresindeki köylerde ucuz guest house bulmak mümkün hemen hemen her köyde var. Genelikle barların yakınında veya aynı binada bulunuyorlar.
Google map de gözükmeyen ara yollar GPS haritasında gözüktüğünden bölgedeki ara yollara girip çıkmak çok daha keyifli. Yol iniş çıkışlarla dolu. Esra yol boyunca sadece bir yerde isyan etti diyebilirim. Söylemeden mızmızlanmadan geldi. Kendisini tebrik ederim. Fakat Kenya’da o Masai’li çobana sorduğu “ Duş var mı ?” sorusu unutulmayacak. 2100 metreye kadar tırmandırdığı bir alan var.. Kilimanjaro dağının doğu tarafında iniş çıkışlar olsa da ortamın yeşilliği ve halkın renkliliği yolu çekilir kılıyor.
Kilimanjaro dağından gelen suyun toplandığı Chala gölünün yer aldığı milli parkta çadırlı konaklama 7$ fakat milli parka giriş 25$. Tazanya’da yediğim en güzel yemeklerden birini de bu gölün çevresinde yer alan restoranda yedim. 1990’da gölde timsahlar varmış bölgeye gelen bir İngiliz turistin gölde yüzmesi ve timsahlar tarafından yenmesinden sonra gölü timsahlardan arındırmışlar. Şuanda yüzmek serbest fakat ne olur ne olmaz diyerekten ucundan azıcık girdim o kadar. Etrafta çok fazla maymun olduğundan göle doğru inerken Esra biraz tedirgin oldu. Issız bir alan olduğundan sürekli biri var biri var diyip paranoyak yaptı kendisini. Maymunlar Gece çadırın etrafını sarıp çadıra bir şeyler attılar. Gayet normal adamların bölgesinde bulunuyorum merak ediyorlar : ).
Göl’den sonra pedallığımız alan ise efsane bir bölgeydi. Ne GPS de yol izi var, Ne google map de. Gps ekranına bakıyorum bir ara Kenya’ya geçtik yani ortamda sınır falanda yok. Yolda yok Esra arkadan bağırıyor
– Gürkan yavaşla aslan çıkabilir birlikte gidelim.
Dediği mantıklı yan yana pedal çevirmemiz hayvanı ürkütecektir. Sonuç olarak bir milli parkta geziyoruz. Aslan yok buralarda dense de bu hayvanların bir denetimi yok. Alır başını gider bizim olduğumuz yere gelir “Aaa varmış” derler. Etiyopya’da bu durumu yaşadım.
Chala gölünden Tanga’ya olan alandaysa oldukça fazla portakal ağaçları var. Kasım ayı hasat mevsimi olduğundan bölgedeki köylerde konaklayacak yer bulmak çok zor. Kenya ve Etiyopya’dan bölgeye portakal almaya gelen esnaflar var. Portakalı da oldukça lezzetli yolda giderken tezgahlardan veya ağaçlardan üçer beşer almak güzel oldu.
Tanga Şehri ile beraber Hint okyanusu kıyısına da ulaşmış oldum. Şehir büyük bir Liman kenti ve oldukça kalabalık. Deniz kıyısında oturup bir saat kadar soluklandıktan sonra akşam kalmayı planladığımız kamp alanına doğru yola çıktık.
Pangani adındaki küçük kasaba Portekizliler tarafından kurulmuş. Hatta o dönemden kalma bir iki kalıntı da var. Şehre gelmeden 25 km kilometre öncede Peponi Kamp alanı var.
Uzun bir aradan sonra araçları ile seyahat eden Avrupalılar ilk defa bu alanda gördüm. Bu alanda kamp ücreti olarak 13$ verdik. 5 gün kadarda dinlendik. Dinlediğimiz günlerde denizden çıkan taze Soman balığı alma imkanımız oldu. Koca balığa 12$ verdik. Almanya dan Jeepleri ile gelen çiftle beraber paylaştık. İskoçya’dan çocukları ile birlikte gelen bir ailede vardı. Onların hayat ve yol tecrübeleri de oldukça ilgi çekiciydi.
25Km uzaklıktaki şehre bir gün yüksüz bisikletlerle gittik. Tarihi kalıntılar falan vardır belki dedik ama hiçbir şey çıkmadı. Sadece yanıma aldığım çantalardan birine Pazar alışverişi yapıp geri döndük.
Peponi Kamp alanında Hint Denizindeki gelgit olayını da yakından izleme fırsatımız oldu. Gündüzleri su kıyı şeridinin hemen dibindeyken akşamları deniz yaklaşık 200m geri çekiliyor. Bu gelgit her akşam oluyor.
Kaldığımız günlerden birinde de kişi başı 23$ dolar verip suyun en fazla çekildiği dönemlerde ortaya çıkan bir kum ada da vakit geçirmeye de tekneyle gittik. Hayatımda hiç görmediğim büyüklükte denizyıldızlarını da ilk defa burada görmüş oldum.
Pangani’den sonraki Rotamız Zanzibar’dı. Fakat bu noktadan Zanzibar’a giden herhangi bir feribot seferi yok. Kaldığımız yerden rica ettik bize kasabadan bir balıkçı teknesi ayarladılar. Bisikletlerle beraber kişi başı 35$ Darüselam’dan 1 saat 40 dakika süren yolculuk bu noktadan balıkçı teknesi ile 5 saat. Tabi 5 saat boyunca teknenin bir yukarı bir aşağı sallanması Esra’nın mideyi faaliyete geçirdi. Valla ben beşikteki bebe kadar rahattım.
Zanzibar’da kıyıya yanaştığımızı nokta ise Nungwi. Adanın en hareketli olduğu bölge veya bölgeymiş demek daha doğru. Biz Esra ile tam sezon başında gittiğimizden dolayı biraz boştu. Ortalıkta hiç turist yoktu bile diyebilirim. Fakat Darüselam’da kaldığım süre zarfında adaya iki defa daha geldim ve her ikisinde de ada da turist sayısı oldukça azdı diyebilirim. Halk sebebini yakın tarihte yapılan seçimlere bağlıyor.
Zanzibar Tanzanya’dan ayrılmak istiyor. Normalde ülkeye giriş çıkış yaparken bile pasaport kontrolünden geçiliyor. Şimdiye kadar toplamda 46 ülke gezdim 10 kadar ülkede benzer sıkıntılar yaşanıyor.
Adada tam bir turistlik atraksiyon havası var. Deniz güzel, yunuslarla balinalarla yüzme imkanı var hatta köpekbalıklarıyla bile yüzme olanağı mevcut. Çevresinde ki adaların birinde büyük kaplumbağalar bir diğerinde güzel mercanlar var. Stone Town’a vardığım efsane şarkıcı Freddie Mercury’nin adına açılmış restoran ve müzeyi görmek mümkün.
Eski şehir falan demem gerek yok şehir merkezi ise oldukça kalabalık ve karmaşa içinde. Sokak yemeklerinde çeşit dolu. Fakat yemekler taze değil. Önceden kızartıyorlar göresele koyuyorlar sen istediğinde de mangal üstünde ısıtıp veriyorlar. Eee haliyle tadı güzel olmuyor sadece karnını doyurmuş oluyorsun. Hatta Stone town çıkışındaki parkta her akşam kurulan yiyecek büfeleri ucuza yemek yemek için güzel bir alternatif. Suriyelilerin dönerci tezgahı vardı çok seviyordum onları fakat son gidişimde kendilerini görememiştim.
Esra’nın artık Türkiye’ye dönmesi gerekiyordu biletini birkaç gün öncesinden almıştık. Fly Dubai Hava yolları ile 1000TL Zanzibar’dan Dubai aktarmalı Türkiye’ye dönebiliyordu. Stone Town’da konakladığımız yer uzun süredir beni takip eden Lucas ve Çisem’in evinde oldu. Onlarda fırsat buldukça tur bisikletleri ile geziler yapıyorlarmış. Belki önümüzdeki yıl Güney Amerika da birlikte pedallayacağız bakalım bu hayalimizi gerçekleştirebilecek miyiz?
Esra ile birlikte bisikletlerimizi feribota atıp ki burada bisikletler için ekstradan para aldılar. Yaklaşık olarak 20$. Zanzibar’a gemi ile geçmenin fiyatı: Ekonomi 25$ Vip 35$ Bussines 35$ Royal 50$
Beyaz adam olduğumuzda dolayı bize VIP otomatik olarak verdiler ekonomik alamıyoruz hayret. Eğer ülkede oturum izni varsa o zaman 15$. Ben oturum izni olan bir arkadaşıma bilet aldırsam ve öyle geçsem bu seferde pasaport kontrolü sırasında yakalanma olasılığı yüksek. Adamlar zaten rüşvet almak için yabancıların açığını arıyorlar.
Ana karaya döndükten sonra Esra’nın bisikleti kutulayıp kendisini Türkiye’ye uğurladım. Son 1 aydır seyahatime eşlik ettiği için tekrar teşekkür ederim. Bundan sonraki günlerimi Darüsselam’da elçiliğimizde geçirdim ve bisikletim için eskimiş parçaların yenilerini beklemeye başladım.