Tunus Hi Hostel eski şehrin tam içinde insanlara sorarak belki bulunabilir. Fakat sağa sola sokak adlarına bakacak olursanız zor. Eski şehir dedikleri alana zaten araç girmiyor, her yer çarşı pazar. Hosteli gps yardımı ile bulmak çok kolay oldu. Hostel’den içeri girdiğimde duvardaki tablo hemen dikkatimi çekti. Vaay vayy vaayy… : )
Kocaman bir poster. Bir tarafında Türk bayrağı diğer yanında Tunus bayrağı var. Posterde de Osmanlı döneminde bölgede valilik yapmış paşaların fotoğrafları. Yetkiliye bu binanın o dönemlerde vali tarafından kullanılıp kullanılmadığını sordum. Paşalardan biri kullanmış fakat o da hangisi olduğunu bilmiyor. Binanın içi oldukça eski; geniş bir oturma alanı ve üst katlarda yatakhaneler banyolar, alt katı daha çok restoran olarak kullanıyorlar. Alt katta ufak vitrinli bir alan var. Osmanlı döneminden kalma bir iki parçanın da sergilendiğini görmek mümkün. O gece de tesadüf eseri dünyanın dört bir yanından bu kurumun yetkilileri bir araya gelmişler. Toplantıları varmış. Bisikletle dünya turu yaptığımı ve yolculuğum boyunca da Hi Hostel’lerde kaldığım öğrenilince o akşamki akşam yemeği de beleşe gelmiş oldu.
Yemekten sonra toplulukla beraber çay içmeye eski şehrin sokaklarına daldık. Güzel bir çayhane bulundu oturuldu kimisi “şişe” istedi. Şişe ne acaba diye düşünürken bir iki dakika içinde nargileler geldi. Yanımdaki Tunusluya sordum:
– Siz buna şişe mi diyorsunuz?
Gülümseyerek,
– Evet. Aslında şişe Arapça bir kelime değil, Türkçedir. Siz Türkiye’de nargile diyorsunuz işte o Arapçadır. Fakat biz hep şişe deriz.
Şimdi bu muhabbet ne kadar doğru bilmiyorum, iki kelimenin Arapçası hangisi, Türkçesi hangisi araştırmadım. Karşımızda oturan Amerikalı kız bizim ingilizce muhabbet ettiğimizi görünce merak edip sordu:
– Bildiğim kadar ile çok uzun yıllar Osmanlı İmparatorluğu bu bölgede kaldı. Neden bu bölgedeki insanlar Türkçe bilmiyor?
– Bu sorunun cevabınıTürkiye’de okuduğum tarih kitapları ile cevaplayabilirim fakat Muhammed’in bu soruyu cevaplaması daha doğru olur. Bu bölgede bilinen tarih benim Türkiye’de öğrendiğim tarih bilgileri ile pek örtüşmeyebilir.
Bu arada Muhammed üniversite eğitimini Fransa’da bitirmiş ve Tunus’da esnaflık yapıyor. Pazar içinde bir iki dükkanı olduğunu söyledi. Hali vakti yerinde biri. Bu soruyu cevaplaması için ben de kendisine baktım. Gelecek cevabı az çok tahmin ediyorum : )
– Yaklaşık 350 sene Osmanlı İmparatorluğu bölgede kalmıştır doğrudur. Fakat Osmanlı kendi dönemi içinde bölgede hiçbir şey yapmamıştır (hiçbir şey yapmamıştır demek biraz acımasızca oldu), hiçbir şey katmamıştır buranın halkına. Kaynakları da sömürmüştür. Ayrıca ipte sallandırılan yerli halk sayısı da oldukça fazladır… ( acaba niye saldırıldılar iplerde bunları da bilmek lazım. Bu arada Cezayir Konstantin’de Vali uçurumdan aşağ atarmış hırsızlık, ahlakızlık yapan insanları. Tabi bu olaylar günümüze farklı bir şekilde ulaşmış)
– Peki can güvenliği? Düzen?
– Can güvenliğimiz dış saldırılara karşı vardı. Fakat Osmanlı İmparatorluğu da halkı köle olarak kullanmıştır.
Biz Türkler Osmanlı da olsa Türkiye Cumhuriyeti tarihi de olsa bölgede adımız geçerse bir kabarırız. Hele buralar bizim topraklardı eskiden demek kabarmayı çarpı iki yapar. Peki, Osmanlı bu bölgede ne yapmış? Müfredatta yer alan tarih bilgisi ile olaya girdiğimde Külliye, şehrin yenilenmesi, kaleler ve bolca cami. Bölgedeki kaynakları nasıl kullandığımız konusunda bir açıklama bilgi verilmez. O bilgiyi kendimiz öğrenmeye çalışsak o da olmaz.
Osmanlı arşivlerini anlayabilmek için Arapça, Farsça’ya hakim olmak, bunun üstüne Osmanlı Türkçesini bilmek gerekiyor. Yoksa Osmanlı Türkçesini öğrenip çeviri yapmaya kalkarsam o çeviriler bir tarafımda patlar, yalan yanlış bilgiler veririm. (Yani demem o ki Osmalı Türkçesi ile gündemi meşgul etmeyelim. Dil öğrenmek güzeldir, Arapça öğrenelim hiç bir sakınca yoktur fakat bunun getirisini halka anlatabilmek maharet ve uzman işidir. Oldu bitti ile olacak iş değil. Bak burada okumamış cahil adam dilin kutsallığı falan demeye başlamış. Aynı kıvamda yoğrulmayalım)
Şimdi Muhammed’de Arapça var. Eee bu vali neden adam salandırmış, neden uçurumdan fırlatmış anlamak için neye bakacan ülkedeki Osmanlı arşivine! Bu osmanlı arşivini kim okuyacak ülke de? Sadece Arapça bilen mi? Ulan Türkçe ve Farşça bilen kaç Tunus’lu var? . Açık söylemem gerekirse bu bölgede Osmanlı arşivinin bulunduğu kütüphanelere gidip yazılan arşivleri okumak isterdim. Bunu ister ve İlber hocamın karşısına geçip sohbet etmek, bir dolu soru yöneltmeyi arzu ederdim. Geçen bir programını seyrettim adam nasıl rahat, gevrek gevrek konuşuyor. Yanında ki tarihçi konuşuyor, ilber hoca adamın hikaye anlattığının farkında. Neden mi? çünkü kendisi buralara kadar gelip Osmanlı arşivlerini tek tek araştırıp okumuş. Kendi Seyahatnamelerinde üstün körü geçmiş detaya inmemiş. Fakat diğer kitaplarında seyahatlerinin detaylarını görebilirsiniz. Kalkıpta başkasının nereden aldığı belli olmayan akademik yazı ile halkın karşısına çıkıp bıdı bıdı konuşmuyor. Boş konuşana da, güzel türkçesine arapça ve farça kelimelerle süsleme yapıp lafı yapıştırıyor. benim lugattan yorumladığımızda” La bırak a.k hikaye anlatmayı angut” oluyor… Fakat şu durumda Arapça ve Farsça üstüne Osmanlıca öğrenmek hedeflerim arasında yok. Yoksa 2 senede halk gibi konuşur Osmanlı Türkçesinde bir nebze öğrenirim! ( sittir len diyen oldu!! La demeyin artık şu cümleyi a.k istedikten sonra oluyor. Elin yabancısı gelip öğreniyor. Biz mi öğrenemeyeceğiz zaten sürü ile benzer kelime var!) Fakat bende ki zihniyet ile günümüz Türkiyesi’de ki Osmanlı Türkçe zihniyeti farklı. : ) ) Şu halde 400 sene öncesinden konuşuyorsak merkezden bu noktaları nasıl yöneteceksin? Bölgeye gönderdiğin valilere ve onların oluşturdukları ağa güvenerek : ) (bakın bu ağ olayı muazzam bir şey şuanda oluşturduğum ağı örnek olarak gösterebilirim. Lan çölün ortasında ki çaycının telefonu var! Adam e-posta atıyor “Nasılsın Gürkan” diyor.
Ee, peki bilmediğimiz bu tarihi kimden nasıl öğrenebilirim ve ne kadarı doğru olacak? Çünkü günümüzde bu bölge insanın aldığı eğitim Fransız hükümetinin bölgeyi ele geçirdikten sonra inşa ettiği eğitim sisteminin bir ürünü. Bu eğitim sisteminin benzerini Cezayir yazımda dile getirmiştim.
Geçmiş yıllarda yaptığım tarzda seyahatler Osmanlı İmparatorluğu ve diğer devletlerin yöneticileri tarafından da yapılıyordu. Bölgeye saha adamı seyyahlar gönderiyorlardı. Mesela 2. Abdülhamid döneminin gözden kaçan detaylarından biri Osmanlı İmparatorluğu’nun vilayetleri hakkında günümüze intikal eden çok sayıda seyahatname türünde eser kalmış olmasıdır. Bunlar sayesinde bugün Osmanlı imparatorluğun en uzak bölgeleri ve vilayetleri hakkında bilgi sahibi olup bölgedeki durumu değerlendirebiliyoruz. Bu eserlerden bir iki tanesini yolculuğum sırasında okuma fırsatım oldu. Böylelikle yaptığım seyahatteki gözlemle geçmiş ve günümüzdeki değişimi bir nebze olsun karşılaştırabilme yetisi kazandım. Fakat görüneni kurgulayıp düşünüp kağıda dökme işi oldukça zor. Neden kurgulama dedim? Arap coğrafyasında sadece gezen Osmanlı İmparatorluğu’nun seyyahları değildi. Yabancı milletlerin seyyahları da benzer seyahatler yaptı. Hatta bunların arasında halkı imparatorluğa karşı kışkırtanlarda oldu ki bu süreci de 10 sene süren seyahatlerinde yazdıkları seyahatnamelerinde kaleme almışlar (ingiliz gizli servisinin 1700-1800 yılarında Osmanlı’ya karşı yürüttükleri çalışmayı da bir ajanın anılarından okudum bu kitap aslına bakarsanız roman tadındaydı. Bazı konular abartılı gelsede gerçeklik payı yüksek bir eserdi. Sonrasında Pensilvanya üniversitesinin 19yy da bölgede yaptığı araştırmalar halkla dialoglar var ( okudukça a.k demekten yoruldum). Yani ortamın tarihi kısaca bombok durumda ve her olayı birbirine bağlamak yap-boz gibi ve parçalar eksik dağılmış durumda haliyle kurgusu da zor.
Netice de Muhammed konuştu, bizler dinledik. Sonra benim bir cevap vermem istendi. “Her ülkede o ülke insanına anlatılan tarih farklı, bizler bu şekilde öğrenmedik veya dönemim eserlerinde bu şekilde yazmıyor.” diyip konuyu kapadım. Kalkıp o noktada “Hey bu böyle değil doğrusu şudur.’’ demem bireysel mastürbasyondan öteye gitmeyecek. Bu yüzden sohbeti uzatmak istemedim.
Akşamı hostelde geçirip sabah Büyükelçiliğe doğru pedallamaya başladım. Bu arada eski şehrin içinden geçiyorum. Renk renk kumaşlar, cilebalar, kaftanlar sıra sıra dizilmişler yol boyunca.
Ara sokakların da birinde kuru incir satan bir seyyar satıcı. Kaktüs meyvesi veya piteya veya sabura (bir çok adı var bu meyvenin, bizde bişey inciri deniyordu unuttum ha). Bir iki tane atıştırmalık yesem fena olmaz. Deneyenler bilir biraz çekirdeklidir. Tadını seviyorum bu meyvenin. Sindirim sistemini çalıştırdığı doğru ama böyle iki üç tane yedin mi bir faydası dokunmuyor. En az 10 tane yedin mi bir saat sonra tuvalete depar atarsın. Bu yüzden tuvalet yakınında gezinin bu meyveden çok yediğinizde. Satıcının yanında bir adam oturuyor. Tezgah altından parmağı ile 3 işareti yapıyor. Lan angut, en azından bana gösterme. 0.25 dinarlık meyvenin tanesini 3 dinardan satacak bana. Satıcı 3 dinar işaretini gördüğümü anladı. Göz kırpıp kafamı salladım:
– Ne lan o 3 dinar alttan işaret yapıyorsun? HARAM HARAM! Kaç dinar olduğunu biliyorum.
Bunu ingilizce dememin bir faydası yok ama fiyatı bildiğimi ikisi de anladı. 4 adet yedim. 1 dinarı verdim gittim. Gps’den elçiliğin yerini bulup o tarafa doğru pedallamaya başladım. Şehrin içinde özellikle ana caddede askeri araçlar ve önlerinde dikenli teller, halka tehditlermiş gibi bakan askerler her an bir ayaklanma çıkacakmış gibi hazırda bekliyorlar.
Bir akşam o tellerin önünden yürüyorum, askerin teki geldi buradan geçemezsin diye bağırıyor yahu. İyi de arkadaş kaldırımın tamamını dikenli telle kapatmışınız. Geri git karşıya geç oradan yürü. Eh peki tamam diyip geri döndüm. Fazla diklenmemek lazım.
Caddelerdeki insan profili rahat, tabii bölgenin turistlik bir merkez olmasının da bir avantajı bu. Cezayir tam bir islam devletiydi, kadınların baskı altında olduğu anlaşılıyordu fakat Tunus’da bu olay kalkmış durumda. Kimse kimseye “Lan niye şortla geziyorsun, bikiniyle mayo ile niye denize giriyorsun!’’ demiyor. Tabii durum köylerde gene biraz daha farklı fakat Tunus şehri kadının özgürlüğü konusunda diğer gördüğüm 2 arap devletine göre daha ilerde. En azından el şıkışıyorlar veya bay bay derken yanaktan öpüşebiliyorsun.
Büyükelçilik binası merkezin 6-7 kilometre dışında yer alıyor. Vardığımda da biraz şaşırdım. Dün önünden geçerken koca Türk bayrağını görmemişim yahu. Hayret acaba o sıra gözüm neye takıldı da koca bayrağı ve elçiliği görmedim. Evet, Tunus Büyükelçilik binası uzun zamandan beri gördüğüm en büyük elçilik diyebilirim. Arsayı satın almışız üstüne de binayı kondurmuşuz. Tunus Kartaja Havalimanı’na 5 dakika uzaklıkta.
Diplomatlarımızdan Özkay karşıladı. Binada kalacağım noktaya götürdü. Sonrasında içerdeki arkadaşlarla tanışmaya başladım. Sonraki günlerde gündüzleri Başkomiser Ahmet ile sabah koşuları,Gökhan ile gece nöbetleri sohbetleri. Pelin ve Öskay ile salatacıda öğlen yemekleri.Erol Abi ve eşi Özge ile Tunus sahil keyfi ve Büyükelçimiz Ömer Bey’le de elektronik eşyalar üzerine oldukça fazla sohbet ettik. Bazı öğlenler birlikte yemek yedik. Akşamları dışarı çıktık. Sahilde 10 kmden fazla yürüyüşler yaptık. Zaman bu ekiple nasıl geçti anlamadım. Genellikle bu tarz elçiliklerde ne iş olur ne yaparlar, sadece yatıyorlar, tatil yeri gibi bir izlenim çıkar uzaktan. Konsolosluktan tepeye kadar herkesin yoğun bir şekilde çalıştığı doğrudur. Personel eksiği bile var!!
Şimdi genel olarak Tunus’un başkentindeyken neler yaptım biraz ondan bahsedeyim. Öncelikle ilk Suudi Arabistan vize başvurumu burada yaptım tarih 20 Ağustos 2014. : ) Askeri ateşelerimiz ile birlikte Suudi Arabistan Büyükelçiliğine birlikte gittik. Arkadaş ne elçilik yapmış adamlar ağzım açık kaldı. Askeri ateşelerle gidince tabii ki mevkidaşlarını ziyaret ediyoruz.Odasına buyurduk oturduk, ne içersiniz dedi ve sekreteri geldi. Saçlar açık, gayet hoş giyinmiş güzel bir kadın girdi içeri. İlginç…. Hani benim bildiğim elçilik ülke toprağından sayılıyordu!!!! Nerede siyahlar?? Neyse çaylarımızı içerken neler yaptığımı ve yapacağımı anlattım. ‘Tamam, Dışişleri Bakanlığımıza yollayacağız evraklarını.’ dendi. Biraz da pohpohlandık, sonrasında elçiliğimizin yolunu tuttuk. Sonraki günlerde tek başıma aynı kişi ile görüşmeye gittim. Bu görüşmelerden birinde:
– Gürkan Bey kara yolundan değil de tur şirketi ile Umre’ye gidebilirsiniz.
– 1200 senedir insanlar develeri ve atları ile gitmiş, ben de bisikletimle gideyim diyorum neden olmuyor?
– Hac döneminde giren çıkanı kontrol etmemiz, böyle bir önlem almamız lazım. Milyonlarca insan geliyor.
– Bir kişiye kontrol etmeyi verin!! Ayrıca sizin denetiminizde gidiyorum zaten.
– Tamam, Gürkan Bey kesin bir sonuç aldığımızda haber vereceğiz.
En neticede Tunus’dan o vizeyi alamadım! Son bir durak daha vardı. Ürdün! Şansımı orada da deneyeceğim.
Gelelim ikinci sıradaki olaya. Göbeğin o kırılan parçasını bulmam gerekiyor. Seçeneklerim neler?
1) Türkiye’den yeni göbek sipariş etmek.
Fakat bu sefer jant setini de değiştirmem gerekiyor çünkü şu an kullandığım 40 telli. 40 telli jantı bizimkilerde bulmak kolay değil. Bu yüzden ilerde böyle bir sorun yaşarsam diye Almanya’dan Oğuz Kutlu hazır ve nazır ürünü bana postalamak üzere bekliyor. Göbekte Shimano XT 40 delikli. Bu göbeği bulduğumda “işte ya olay budur baba” demiştim harbiden de öyleymiş.
2) Sadece kırılan parçanın siparişini verelim. İngiltere’de var. Fakat stokta kalmamış
3) İhtimal vermiyorum ama bir de bu şehirde Shimano XT göbek bulmaya çalışayım.
Türkiye’ye kırılan parçayı sordum kimsede yoktu. Parçayı internet sayfasından bulduk, öyle her yerde de olmayan bir parça. Adamların elinde de yokmuş. Enes İngiltere’den bir şirketten siparişi geçti artık ne zaman gelirse o zaman Tunus’dan ayrılıyorum. Bu arada Tunus’da bir bisikletçi buldum adamın elinde 32 delikli 10’lu kaset takabileceğimiz bir göbek çıktı.. Adam numunelik almış. Lan elinde bir tane varmış öyle süs niyetine. : ) Hiç ikilemedim. Koştum lastiği getirdim. Hazır alet edevat var. Jant setini sökmeden göbeğin içini açtık. Sonra adama dedim ki “tamam şimdi mengene ile yeni göbeği sıkıştır”. Bunu dediğimde adamın surat ifadesini görmeniz lazımdı. “La şıkıştır şıkıştır”. Baktım ki tam sıkmıyor. Göbeği ezmek istemiyor fakat açamıyoruz. Çekil dedim üstüne tüm ağırlığımı verdim deliklerin çevresi zedelendi. Hiç önemli değil bana içi ve kırılan parça lazım. Oldukça zor bir şekilde sökmeyi başardık. Yenisinin içini aldım benim bisikletin içine yerleştirdim. Dış kaplama aynı içinı sıfırladım. hahahah : ) ulan bu çok işime geldi haa. Demek oluyor ki bu göbeğin dış kaplamasını kırana kadar devam (onu da kırmak imkansız gibi geliyor). Yedeği beklemeye başlayalım. Bu sırada civarda gezilecek nereler var bir bakalım. : )
Fakat bunun öncesinde sizlere şu noktadan başka durumları ve izlenimlerimi anlatayım. Malum elçilik içinde kalınca ister istemez sağda solda neler olmuş, her şeyi birinci ağızdan dinleme olanağı var.
Elçilik binası içinde 3 adet siyah kallavisinden araç duruyordu. Leş içindeler. Bir tanesinin üzerindeki boya koruma filmleri kalkmış, lastik patlak. Araçların iki tanesi kurşun geçirmez. Plakalar Libya’ya ait. “Bunlar ne yahu” dedim. Libya’da kapatılan elçiliğin araçlarıymış. Bir tane de binanın içinde altta garajda varmış. “Eee lastiği stepnesi ile değiştireydiniz”. Hangi birini değiştirsinler hepsi gitmiş. Nasıl oldu bu diye sordum. Şöför ve içindekiler ölümden dönmüşler. Bu araçlar haliyle kurşun geçirmez olunca tonaj olarak diğerlerinden ağırlar. Sadece aracın gövdesi değil lastikler de kurşun geçirmez. Ee nasıl patladılar ne oldu? Tunus Libya arasında Libya’da mahsur kalmış vatandaşları kurtarmak için çok yüksek hızlarda seyrettiklerinden araçların lastikler yarılmış. Bir lastiği gördüm darma duman, iyi valla o hızla kontrolü kaybedip takla atmamışlar. Libya müsteşarımız oradaydı. “Abi neler oldu bir anlatsana o dönem?” Eğer bir gazeteci o dönem buralarda olayları hakkıyla takip etseymiş, yemin ediyorum deli manşet yazılar çıkarmış. : ) Bak şimdi ben birkaç seçmece yapayım:
Libya’da olaylar başladığında Türkiye Cumhuriyeti devleti diyor ki “İmkanları olmayan vatandaşlarımızı şu şu tarihlerde ülkeden tahliye ediyoruz. Can güvenliğiniz için ülkeyi terk edin.”
O an imkanı olmayan vatandaş olabilir. Devlet şöyle bir şey yapıyor. İşçileri bir araya topluyor; kimlerin imkanı yok devletimiz kendilerine yardımcı olacaktır. Herkes el kaldırıyor. Buyrun gelin adınızı yazın ve şu senete imza atın. İmkanınız olduğunda bu paraları rica ediyoruz devlete ödeyin. Tabii o kalkan yüzlerce parmaktan sadece gidiyor 4-5 kişi. : ) Bu arada bu olayı Tunus sınırı hemen geçildikten sonra ilk şehirde yer alan bir otelde yapıyorlar. Otel masrafları yemeler içmeler hep Libya Büyükelçiliği ödeneğinden harcanıyor.
Bu toplama kurtarma durumundan bir hafta sonra bir firmanın iş vereni ve çalışanları tam da ayaklananlar köyleri şehirleri yaka yaka üstlerine gelirken Libya konsolosluğunu arıyor:
– Yardım edin. Savaşın ortasında kaldık.
– Sizin orada, o kadar insan ne işiniz var? Haftalar öncesinden vatandaşları çıkardık neden uyarıları dikkate almadınız? Aramızda savaş var o bölgeye biz gelemeyiz artık!!
Neden dikkate almadıkları tartışmalı bir konu. Hepimiz neden orada kalındığını aslında çok iyi biliyoruz! Hani bir umut.
Bu arada olay Davutoğlu’na ulaşıyor. ‘Bölgede Türk işçiler var efendim.’ Anında emir tepeden geliyor. “Kimsenin burnu kanamadan herkesi oradan çıkartın.’’ Şimdi böyle bir emir gelince alttaki memur ne yapacak?
Ağa adamlar diplomat lan!!! Öyle özel kuvvet falan yok savaş gölgesine girecek! Olsa olsa bir elçilikte en fazla iki tane özel harekattan adam vardır. Hazır özel harekat demişken bir parantez açalım. Çok net bir şey söylüyorum; şu anda elçiliklerimizde özel harekat eğitimi almış polislerimiz elçiliklerde bulundukları süreç içinde atış talimine senede 2 kere gidebiliyorlar ( Hadi 1 tane de benden bonus olsun 3 defa gidiyorlar!) , hatta 1 defa giden de var. Spor salonlarına gidecek vakitleri yok. Bir çok elçiliğimizde güvenlik 3 kişi çalışıyor. Hemen hepsinin ailesi var. Vardiya yapsan kim nasıl dinlenecekte spor yapacak, izne çıkacak, özel yaşamı olacak? Bu adamların bırak özel harekatı, hareket edecek durumları kalmamıştır! Yahu adamı yurt dışına misyona gönderiyorsun 3 sende ülkeyi gezemeden vatanına geri dönüyor.
Emir geldi, tabii o vatandaş oradan çıkarılacak. Vatandaşa Tunus sınırına hareket edin deniliyor, sizi oradan çıkarmaya çalışacağız. İyi de Tunus sınırları kapatmış nasıl olacak bu? Tunus elçiliği aranıyor. Durum budur, sınırda vatandaşlarımız var uçun, nasıl çıkaracaksınız çıkarın. Şöför arabaya atlıyor!!!! 620 km yardır babam. Ulan ha dedin mi de varacağın bir yer değil. Sınıra gidiyorlar ki ana baba günü. Sınırdaki polislere yahu burada Türk vatandaşı sizden yardım istedi mi, gelen kimseler var mı? Yok… Karşı tarafa geçemiyorlar. Saatlerce bekliyorlar o kalabalık arasında ‘Biz Türk’üz.’ diyip kapıya giden kimsecikler yok. Dışişleri Bakanı Davutoğlu oraya ulaşan şöförü arıyor, durum hakkında bilgi alıyor. Bizimkiler bakıyor kimse yok en yakındaki şehre gidiyorlar dinlenmeye ( robot değilki adamlar dinlenecek tabi) Her iki sınır da, feci durumda. Bizimkiler alandaki en yüksek rütbeli askerle işi bağlıyor. Türkler geldiğinde onları hemen içeri alıyorsunuz. Biraz da rüşvet veriliyor sanırım. Bizimkiler dinlenmeye en yakın şehre gidiyorlar. Gecenin bir yarısı bizim vatandaşlar kapıya geliyor. Türk diyince asker bunları içeri alıyor. Ama bir türlü anlaşamıyorlar. Bu arada asker bizim diplomatları arayıp haber veriyor. Aynı zamanda sınırı geçen Türkler de Dışişleri Bakanlığı’nı arayıp “bizi burada karşılayan olmadı açıkta kaldık” falan filan saydırıp durmuşlar. Bizimkiler de yolda vatandaşları almaya gidiyorlar polis haber vermiş, fakat tam bu sırada pat Türkiye’den telefon, zılgıtı yiyor bizimkiler tabii. Bizim şöför de Türkleri almaya gittiğinde kalayı alayına bir basıyor. Sonrasında aradan bir hafta iki hafta geçiyor o kurtulanların bir kısmı Libya’ya geri dönüyorlar çalışmaya. Sonra bir halt oldu mu da büyükelçiye ve diplomatlara yükleniliyor. (yorum sizlerindir!! ha bu arada olayları çalışan tarafından da dinledim. “bizim işçilerin şerefsizlikleri saymakla bitmez” diyor )
Bir de şöyle bir durum var. Mesela bir ülkeyi motorla, bisikletle, araba ile gezeceksiniz veya çalışmaya gidiyorsunuz ilk yapacağınız işlerden biri büyükelçiliğe bir telefon açmak olmalı “Ülkede motorla, bisikletle, araba ile takılacak bir vatandaşım hani haberiniz olsun”. Ülkede sakat bir bölge bir yer var mı? Bunları da öğrenin. Aynı şekilde yabancı ülkeye çalışmaya gidiliğinde gidilecek ilk nokta elçilik. Yumurta göt deliğinin ucuna geldiğinde, kaza yaptığında veya başına bir şey geldiğinde telefon açıp yardım edin ben buradayım gelin beni alın demekle olmuyor o iş yabancı ülkede. Öyle diplomatik araçlar ha dedin mi kafasına göre ülke içinde gezemiyorlar. Yasak arkadaşım yasak!!
Elçiliklerden mevzu açtım bak aklıma ne geldi. Birilerinin akrabası gelir, taharet musluğu olan tuvalet ayarlanmasını ister. Arkadaş 2 gün kalacan gidecen, sittir et taharet musluğunu, sil peçete ile gitsin. Elçilikteki diplomat, ayırttığı 5 yıldızlı otelde taharet musluğu var mı yok mu ona mı bakacak? Üç senedir arazide tuvalete gidiyorum sıkıntı yok. Dötümüz boklu da kalmıyor.
Bizim bu elçilik binaları da enteresandır. Belki anlatmışımdır ama hazır burada aklıma gelmişken bir daha elden geçireyim. 36 ülke gezdim. Elçiliklerimizin %80’nin yenilenmesi lazım. Fakat bütçe yok. (bütçe konusu ürdün yazısına :D) Bazı elçiliklerde koridora masa atılmış, bazılarının boş alanında altışardan çift kale maç yaparsın!! Binayı yeni yapıyorsun boş alanı çok tutuyorsun sonra da personel için yer yok deniliyor!! Bak mesela şu anda Türkiye’nin en büyük elçiliği Berlin Büyükelçiliği, ama gel gör ki binada personele yer yok. Yoksa içerde dalgalı camlar, futuristik bakış açıları, 50 metrelik tavan yüksekliği. Geleceği düşünmeden gerçekleştiren devlet binalarına ekle gitsin. Heybetli göstereceğim derken kullanım alanını yiyorlar. Tunus elçiliği de bunlardan biri. Yahu sıfırdan bina dikiyorsun, daya gitsin 3 kat. Geleceği düşünerek oda sayılarını da ona göre yap. Ortaya gene kocaman lobi çakılmış. Arkadaş o kadar boş alan niye bırakıyorsunuz şu binalarda anlamıyorum ki? Yani heyet gelip güreş mi tutacak orada, ne yapacak. Bu şekilde düşünmemin sebebi bu bölgede hali hazırda var olan Türk şirketler. Türkiye’den gelen işçi sayısı ortada ve gün geçtikçe artıyor. Türkçe öğrenmek, Türkiye’de burslu okumak isteyen zebille insan var. Ticari anlamda inanılmaz bir ivme kazanmış. Her alandan ataşe atanması zamanla şart gibi! Bu kadar insan, evrak, doküman dosya nereye koycaksın? Valla bazı konsolosluk birimlerinde dolap ve evrak koyacak yer yok. Lan yap fazladan oda gitsin, geç şekli şemali. Ama protokolde dünya ikincisiyiz. Yahu kaçıncı olursak olalım da bir işi doğru yapalım be kardeşim ya.
Bir de şöyle bir durum var: Elçiliklerde geçmişten günümüze kadar gelen hataları müfettiş tarafından bir şekilde uygun görünen veya uygun gösterilen durumları anlık düzeltecek şekilde geçici ayar çakma durumu. Teftiş geçiyor, her şey eski haline dönüyor sonrasında sıkıntı devam ediyor. Yani Dışişleri bakanlığından gelen müfettişi fazla yormama gibi bir mantık mı var? Yoksa bu hatalar şikayet olarak gittiğinde sicile mi işleniyor, nedir sıkıntı anlamış değilim? Bana kalırsa bu yanlışların olduğu gibi gösterilmesi böylece hataların düzeltilmesi gerekiyor. Çünkü bu düzelmeler orada çalışan personelin çalışma performansını arttıracak. Mesela elçilik binasındaki tuvalet, mutfak tadilatının yenilenmesi için ta Ankara’ya mesaj çekilmemeli. Yap elçilik ödeneğinden gitsin. Sonrasında müfettiş ziyarete geldiğinde gösterirsin ödemeleri. 1 sene tuvalet tadilatı için onay mı beklenir arkadaş. Sanarsın gökdelen dikilecek.
“Yaz evladım 1 adet pisuar, iki adet alaturka….’’ Bir iki de fayans söylersin bitti gitti ama yok onay gelmeli!!
Bir gün gene oturuyoruz elçilikte Ahmet Komiser “Gürkan Türkiye’den gelip Tunus’da işe başlayacak öğretmenler geldi. Tanış istersen.” Süper, olay çok hoşuma gitti. İlkokul veya orta okullarda Türkçe seçmeli dil. Güzel hamleler bunlar, severim böyle olayları. Tanışalım bakalım.
Öncelikle öğretmenler arasında bir şehir kavgası yaşandı. Kim hangi şehirdeki okulda eğitim verecek??? Alla alla ne var canım her yerde öğrenci öğrencidir. Tunus’da güzel yer.
Sebep; Okullar başkentte değil, hepsi civar ilçe veya illerde. Öğretmenlerin bir kısmı tatil havasında geçirebilecekleri bir yer istiyorlar. Ee, eğitim?
Öğretmenlerimizden biri açıkça “Ben dersi anlatırım çıkarım” dedi. Bir diğer öğretmenimiz zaten 10 senedir masa başı işindeymiş ilk defa ders verecekmiş. Bir öğretmenimiz Arapça öğrenmeye gelmiş. Bu arada gönderilen öğretmenlerimizden sadece 2 veya 3 tanesi arapça biliyor. İmam hatipte öğrenmişler. İngilizce, fransızca bilen yok.
Vay, ^_^ sayın seyirciler. Ulan bu olay Cezayir yazımdaki bir iki mevzuyu anımsattı.
Grubun başkanı Tunus hakkında düşüncelerimi sordu, ben de güzel güzel anlattım. ‘Yani yer konusunda tartışmayın coğrafya olarak güzel ülke. Yerleştiğinizde de sizi sevecektir halkı.’ dedim. Sonuçta eğitim verilecek. Tabii kimisi evli çocuklu, kimisi bekar ona göre de bir yer seçimi oluyor. Kadın olanlar torpilli falan.. LEEYYNN HANİ EŞİTTİK BİZ ALOOOOOOOOOO? : )) Hehe.
Öğretmenlerden bir tanesi; “Gürkan Bey belli para çok, keyfiniz yerinde geziyorsunuz. Peki geziyorsunuz da ne oluyor? Ne amaca hizmet ediyorsunuz?’’ diye sordu. Hocamıza kısa bir özet geçtikten sonra 🙂 Neyse şimdi anlatmayayım muhabbeti.
Bu sene Tunus’da yanlış hatırlamıyorsam 50 kadar öğrenci Türkiye için burs almış. Burs alan öğrencilere devletin verdiği rakamlar: Öğrenci 600 TL, Lisans 900 TL, Doktora 1100 TL alıyor. Bunun yanında yurt ücretleri gene TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ’NDEN. Büyük devletsen böyle destekler vermelisin tabii ki.
Gürkan Bey Merhabalar,
Benim adım Cem Ö. yaşım 22.
Sizi internet sitenizden yaklaşık 2 aydır takip ediyorum. Yayınladığınız yazıları okuyorum.
Sakarya Üniversitesi’den mezun oldum. Eylül 2013’de gene Sakarya Üniversitesi Yüksek Lisans eğitimime başladım.
Fakat Ağustos 2013 tarihinde Master başvurusu yaptığım Leoben Montan Üniversitesi beni Master öğrencisi olarak kabul etti.
Yaklaşık 40 gündür Avusturya’dayım ve burada ki yaşama ayak uydurmaya çalışıyorum.
Sakarya Üniversitesi öğrencisiyken arkadaşlarımla Sakarya Üniversitesi Bisiklet Topluluğu’nu kurmuştuk. Sakarya ve çevresine çeşitli turlarla üniversitesinde okuduğumuz şehri bisikletle gezmiştik.
Sizi rahatsız etmemin sebebi buraya kendi imkanlarımla geldim ve maddi olarak yeterli gücüm yok. Avusturya Devleti yabancı öğrencilere çalışma izni vermiyor. Ancak mezun olunca çalışma izni veriyor. Ki bu da hiçbir aksilik çıkmazsa yaklaşık 2 sene sonra mezun olunca çalışma izni alabileceğim demek oluyor.
Acaba benim gibi yurt dışında eğitimini devam ettirmeye çalışan öğrencilere burs veren herhangi bir kurum biliyor musunuz? Tanıdığınız yönlendirebileceğiniz birileri var mı acaba?
Bir diğer sorunumda burada bisikletim yok. Daha doğrusu bisiklet alacak maddi kaynağım yok. Eğer tanıdığınız veya yönlendirebileceğiniz birileri var ise bisikletle Avusturya’yı gezmeyi planlıyorum. Tabi öncelikle yaşamaya başladığım şehri gezmeye çalışıcam.
Şu ana kadar 42 günde beslenmeye 62,75 euro harcamışım. Dikkat ediyorum bütün alış-verişlerime ve her aldığımı yazıyorum. Bu gidişle sanırım 3-4 ay sonra 10-15 kilo vereceğim
Benim buraya gelişim çok ani gelişti üniversite kabulüm geldikten yaklaşık 15 gün sonra Avusturya’ya geldim. 3 Mart’ta zorunlu Almanca Hazırlık sınıfında derslerim başladı.
Size garip gelebilir ama bizim ülkemizin burs veren kuruluşlarına pek güvenim kalmadı. Hak edene veya zor durumda olan öğrencilere değil tanıdıkları yeğenlerine ve eş dostun tanıdıklarına veriliyor genelde burslar. Ama tabi ki gerçekten hak eden zor durumda ki öğrencilere burs veren kurumlar veya kişiler var. Henüz iletişim kuramadım onlarla ve size mail atma sebebim de bu. Belki sizin aracılığınızla iletişime geçebilirim diye düşündüm.
Güvenin neden kalmadı diye sorarsanız. Ben Eylül 2009’da Sakarya Üniversitesi Metalurji ve Malzeme Mühendisliği Bölümüne girdim. 17-18 yaşında bir gençtim o zamanlar. Ancak üniversiteye gitme sevincini yaşamak yerine çok ağır duygular yaşadım. Hayat hiç iyi gitmedi benim için. 25 Şubat 2010’da Babamı kaybettim. Sonrasında ekonomik olarak çok zor zamanlar geçirdik. Üniversitemin ilk senesinde bu yüzden adapte olamadım derslere. Ancak yaz okuluna ve bir sonraki senelerde derslerimi alttan alıp hepsinde başarılıoldum. Ve okulunu sudan sebepler yüzünden uzatan öğrencilerin yanında ben 4 senede mezun oldum. 1 dönem bile uzamadıokulum.
Ayrıca üniversite öğrenciliğimin son 3 senesinde de Sakarya Üniversite Enerji Teknolojileri Topluluğu(SETT)’nda Malzeme ve Kompozit Birimi Başkanlığı yaptım. Bu ekiple prototip ve urban kategorilerinde hidrojenle çalışan 4 tekerlekli ve 3 tekerlekli arabalar ürettik. Bu arabalarla Berlin’de düzenlenen Shell-Eco-Marathon Enerji Yakıt Verimliliği Avrupa Üniversiteleri yarışlarında Avrupa 7.si Türkiye 1.si olduk. Gene ülkemizde TUBITAK’ın düzenlediği Hidromobil Alternatif Enerjili Araçlar yarışmalarında dereceler elde ettik. Bu ekip sayesindede kompozit sektöründe kendimi geliştirdim. Bor Fiber, Karbon Fiber, Aramid Elyaf, Kevlar, Cam Elyaf gibi bir çok elyaf çeşidiyle çalışmalar yaptım. Harika tecrübeler kazanmışoldum.
Bunların yanında Metalik Fikirler 2. Ar-Ge Proje Pazarıyarışmasına katıldım ve toplamda 9 tane farklı projeyle başvuru yaptım yarışmaya. Bu 9 projeden bazıları ürettiğimiz aracın üstünde yaptığımız yenilikler veya farklı işlemlerdi. Bazıları da bitirme tezim, tasarım tezim veya 4 sene boyunca yaptığım detaylı ödevlerdendi. Bu 9 projenin 5 tanesi finale kaldı, 4 proje ise yarı finalde elendi. Ödül aşamasına kalan 40 öğrenci projesinden 5 tanesi benim projemdi. Ancak ilk 3’e giremedim ne yazık ki. Projeler sırasıyla 6.ncı, 9.ncu, 11.nci, 13,ncüve 17.nci ve 25.nci oldu. Bu yarışmadan sonra Türkiye Inovasyon Haftası‘na davet edildim ve burada da genç yaşta harika tecrübeler kazanmışoldum.
Mühendislik alanında bu tür ekiplerle çalışırken birde anlattığım gibi Sakarya Bisiklet Topluluğu’nu kurduk ve Sakarya çevresini gezdik.
Benim 3 tane daha kardeşim var ve 3′üde şu an lisans eğitimlerine devam ediyorlar. Biri Marmara Üniversitesi Müzik Öğretmenliği, biri Ege Üniversitesi İngilizce İşletme, biri de Anadolu Üniversitesi Bölümü öğrencisi. Biz 4 kardeş üniversitede okumaya çalışırken devletimizin verdiği KYK bursundan hiçbirimiz faydalanamadık. 4′ümüze de geri ödemeli öğrenim kredisi çıktı. ArtıYURTKUR yurtlarında da hiçbir zaman asıl sırada yer almadık. Hep yedeklerde ve 1500-2000 sıralarında. 4 sene boyunca 4′ümüz de çalıştık okuduk, birbirimize destek olduk. Çalıştık okuduk. Şimdi ben yurt dışında eğitimime devam etmek için bir şans, bir kapı araladım. Belki bu kapıdan geçebilirsem kardeşlerime de örnek olmuş olacağım. Ancak tek endişem ekonomik sıkıntılar yüzünden burada geçinemeyip geri dönmek.
İşte bu yüzden bireysel iletişimle şirketler veya kuruluşlarla irtibata geçme düşüncesi aklıma geldi. Şuan hazırlık sınıfında olduğum için danışmanım yok, hazırlığı geçince bölüm seçimi yapma hakkım olacak. Petrol, Metalurji, Malzeme Bilimi, Mekanik Mühendisliği vb bölümlerden birini seçip bir profesörle danışmanım olacak. Malzeme Bilimini seçmeyi düşünüyorum.
Yaşadığım şehir Avusturya’nın Steirmark eyaletindeki Leoben. Burs verdiğiniz proje için uygun muyum bilmiyorum. Umarım benim hayatımda da, bana da yeni kapıların açılması için yardımcı olabilirsiniz.
Biraz uzun yazdım kusura bakmayın.
Çok teşekkürler. İyi günler, iyi çalışmalar.
Ah be bu mesajla ne yıkmıştın, ne ağlatmıştın Cem ‘ya. İnsan hüngür hüngür ağlar mı lan. O benim işte?? Ulan koca ülkede adam mı kalmadı da beş parası olmayan macerapereste e-posta atıyorsun? Dikkat ettiyseniz sonunda projeye uygunmuyum diyor. Adam aslında Genç Kaşifler projesine katılmak istiyor!! Bendeniz bu tarz destekler veren vakıf veya dernekler tanımam, onlar da beni tanımaz!!!! Beraber okuduğum ve büyüdüğüm, Japonya’ya gidiyorum dediğimde de, dünya turuna çıkıyorum dediğimde de “sen yaparsın Gürkan”diyen dostuma tek bir mesaj attım.
Zeynep’cim, dostum seni seviyorum. Evet Cem’e kendi firması ile destek oldu. Üstelik Cem’in eğitimini aldığı bölüm tam da Zeynep’in işiydi. Cem ile ara ara sohbet eder konuşuruz. Tabi Hazırlığı geçti Almancasını ilerletti. Her şey yolunda şimdi.
Şimdiiiiiiiiiiiiiiiiiiiii, hal böyleyken Türkiye’den burs alan yabancı arkadaşlara şunu demek isterim!!!! Gördüğünüz gibi Türkiye Cumhuriyeti’nde böyle öğrenciler varken biz bu vatandaşlarımıza destek olmuyor, devlet olarak taaaa anasının gözünde kilometrelerce ötedeki sizlere destek oluyoruz. Bu bursu alan bazı arkadaşlar ülkelerine döndüklerinde Türkiye ve halkı ile ilgili ileri geri konuşmalar yapıyorlar, bir tanesi bana denk geldi : ) O kişi aramızdaki yapıcı konuşmayı ömrü boyunca unutacağını sanmıyorum!
Bu arada yukarıda anlattığım hikayeden çok var arkadaşlar bir cilt kitap çıkartırıp elektronik postada yer alan mesajlarla! Ne mesajlar geliyor. Sohbet edeni, anılarını anlatanı, çıktığı seyahatleri video çekip göndereni. Çok hikaye var çok. Fakat biz büyük devletiz. Gider başkasının ülkesinden öğrenci alır burs veririz. Gider başkasının ülkesine son model çöp kamyonundan, arabasına, ekmek üretim merkezinden, minibüsüne 400 araç hibe ederiz. Birileri de kendini parçalar durur vatanı için ne yapsak diye. “yeni” ile “eski” ile olacaksa bu işler
“Yaz evladım yenisinden 1 adet pisuar , iki adet alaturka….”
Neyse Tunus içinde dolanmaya devam edelim bakalım. Bir gün ne yapsam ne etsem derken bir mesaj:
“Gürkan abi selam ben Yusuf seni severek takip ediyorum. Federasyona bağlı MTB sporcusuyum (MTB=dağ bisikleti) ve Tunus’dayım. Müsaitsen tanışmak isterim.”
Takip edenler bilir ki bazı kriterler doğrusunda Türk sporcularına destek vermeye başladım. Bu desteklerin sayısını arttırmak için farklı yollara da başvurdum Örnek Burada… Sporcu olayı benim için mühim mevzu, elimdeki imkânları sponsorlarımın tamamını onlar için kullanmaya başladım. Yusuf’a müsait olduğumu söyledim. Buluştuk.
Babasının mesleğinden dolayı ailecek Tunus’a gelip yerleşmek zorunda kalmışlar. Üzgün olduğu tek konu bisiklete Tunus’da binememesi. Ne yapacağını bilmiyordu. Üzülecek bir durum yoktu aslında, eğer bir bisiklete sahip olursa Tunus’da Türkiye’yi de temsil edebilirdi. Türkiye’ye gittiği bir tarihte UCİ kartını çıkarttırmasını söyledim. ‘Ama takımım yok ki abi artık.’ dedi. Tamam bireysel olarak çıkarttır. Sonra o kartla gel burada Tunus’daki takımlarla konuş. Türk sporcu olduğun için şu dönemden dolayı ( ilişkilerimiz iyi ya) daha çok şansın var. Bir takıma girebilirsin hatta uluslararası yarışlara bile katılırsın dedim. Durumu babasına da anlattım, en kısa zamanda bir bisiklet alacaklardı ne oldu bitti bilmiyorum. Aynı şekilde kız kardeşi Merve ile de ufak bir sohbetimiz oldu, aklıma gelen iki üç iş alanı söyledim Tunus’da yapılabilecek. Sağ olsun bir akşam da evlerinde misafir ettiler, hep beraber oturup muhabbet ettik. Ufak kardeşleri de Çin’den elektrikli bisiklet getirmeyi düşünüyordu. Oldukça girişimci bir aileydi. Bu arada Yusuf Türkiyedeki antrenörlerinden dolayı çok şikayetçiydi. Bu adamların harcırahlarına ya antrenörler ya da kulüpler el koyuyormuş. Bu ne kadar doğrudur hele, diğer sporcular aşağıya yorum bölümüne yazın. Neler olduğunu siz sporculardan dinleyelim. Kaçınızın hayalleri yıkıldı Türkiye’de bisiklet sporu ile alakalı bir görelim. Antrenörlerde yazsın veya kulüp başkanları da yazabilir buyurun. Bu sayfayı takip eden herkesle birlikte okuyalım durumu.
Bir başka gün askeri ataşemiz, ben ve emniyet ataşemiz Gökhan’ın arabaya atladık Tunus’u gezmeye çıktık. İlk durak Sfax oldu, sonrasında Sousse. Şimdi onlar da ilk defa bu bölgeyi geziyorlarmış. İşte demek istediğim buydu. Adamlar 3 sene büyükelçilikte çakılı kalıyorlar. Vakit bulacaksın da ülkeyi gezmeye gideceksin teeeeey teeyyy. Gökhan bir noktada “Gürkan nereden gidelim sen bulursun yolu” deme gafletinde bulunuyor ve tek kapı spor Mercedes aracını bir anda tarlanın ortasında giderken buluyor. Git git bu yol çıkacak sahile diyorum, bu arada ben de gezemediğim alanlardaki köyleri gezme fırsatı buluyorum. “Gürkan emin misin?” diye soramadan edemiyor. Hahaha bu soruyu sorarken surat ifadesini görmeniz lazım. Neyse o gün oldukça iyi gezdiğimizi söyleyebilirim.
Esnaf ile yaptığımız bir sohbette, bu sene turistin ülkeye çok az geldiğini söyledi. Valla kan ağlıyorlardı. Yaz ayı ve hakikaten ortalık boştu. Ülke halkı gelen turistleri kazıklamaya devam ettikçe o gelen turistte zamanla azalacak. Bu ülkeye gelmeden bisikletli gezginlerin anılarını okudum, ülkenin genel durumu ile ilgili hemen hepsinde kötü izlenim vardı. Ülke genel olarak temiz değil, en ufak köylerde bile turist gördüğünde kazıklamaya çalışan insanlar var. Hani bu bir noktada oldu desem eyvallah. Bu demek değildir ki yardım sever insanlar yok. Var tabii ki de. Mesela bir gün bisikletin ayaklığı yamuldu. Bir kaynakçı bulup eskisinden çok çok sağlam bir hale getirdik. Adam para almadı. Ben de kendisine çok güzel bir alet takımı hediye ettim. Bu alet takımı nerden çıktı? Daha önce de demiştim, yolda bana bir şeyler hediye edilir ve yolumda bu hediye edilenleri ihtiyacı olanlara hediye ederim. Çünkü onların çok daha fazla ihtiyaçları vardır bu ufak hediyelere. Fakat bu hediyelerin anıları bende saklıdır o da ayrı mevzu. Ülkede yaşayan yabancılardan aldığım bilgiye göre hizmet sektörü çökmüş durumda. Otellerde bile iyi bir hizmet bulamıyormuşsun. Tunus devrimden sonra bazı şeyleri inşa etmeye uğraşıyor fakat bu süreç oldukça yavaş ilerliyor. Ayrıca halk çalışmak istemiyor. Hal böyle olunca ülkede özel sektör parça parça her yeri ele geçiriyor, halkta bundan rahatsız (tanıdık mevzular). Bu kurumlardan biri de Türk firması Tav Holding.
Şimdi bu Tav Holding Türkiye’de ve yurtdışında havalimanları yapan bir firma. Bu limanlardan birini de Tunus’a yapmış. Konum başkentin yaklaşık 60 km güneyinde. Tav’ın asıl hedefi Kartaja limanını almak. Fakat o sıra ihale Sousse Havalimanı’na kalmış. Bir sürü hikayesi var işte bu projenin. Havalimanında çalışanların büyük bir çoğunluğu Tunus halkı. Sendikalar bu ülkede çok güçlüler. Yöneticiler de söylüyor “Gürkan burada çalışanların çalışma koşulları Türkiye’dekilerden çok daha iyi. Sendika ile başa çıkamıyoruz.” Fakat bu havalimanın bir özelliği daha var. Benim eski çalıştığım firma ATÜ’nün de bünyesinde bulunması. O sıralar mesleğim de tezgahtarlıktı. Ürün yerleştirir, ürün sayar, ürünlerin tozunu alırdım ve satışını yapardım. Hikayesi uzundur buranın, şimdi anlat deseniz ayrı bir başlık açmam gerekir.
Sağolsun herkes en güzelinden gezdirdi yedirdi. Havalimanını gösterdi. Daha önce de havalimanında çalışmış biri olarak şunu söyleyebilirim: Esenboğa limanındaki güvenlikten daha iyi içerdeki durum. Acil müdahale bölümüne gidip itfaiye araçlarının olaya nasıl müdahale ettiğine dair bile bilgi aldım. Yetkililerden biri olan Doğan bisikletle oraya vardığımı duyunca ben gittikten sonra gaza gelmiş tüm aileye gitmiş Kron marka bisiklet almış. Sonra bana ailece çektikleri bir fotoğrafını gönderdi fakat o fotoğrafı bir türlü bulamadım. Okuyorsan bu satırları tekrar gönderirsen sevinirim. ☺
Sousse şehri başkente yakın şehirlerden biri. Sahil şeridi oldukça güzel. Plajlar kalabalık. Savaştan dolayı her yer Libyalı dolu. O bölgede pek açıkta veya aç kimse yok gibiydi. Herkesin hali vakti yerinde gözüküyor. Şehirde Türk dönercisi ve Türk baklavacısı var. Gene bu şehirde otellerde casino da bulunuyor. Sanırım içeriye yerel halkın girmesi yasak. Gene İskandinav ülkelerinin vatandaşları da bu bölgeyi seçiyorlar.
Gezdiğim diğer çöl ülkeleri gibi burada da hayatın gece vakti başladığını söyleyebilirim. Herkes sokaklarda hava karardığında. Özellikle sokaktaki kadın sayısı akşam vakitlerinde daha çok artıyor. Muhafazakar kadınların da sokağa çıkmalarından bahsediyorum. Bu durum Fas’da da aynıydı. Cezayir’de her iki ülkeye göre çok daha fazla muhafazakardı. Tunusun özellikle şehirlerinde dinle ilgili bir yaptırım olduğunu düşünmüyorum. Vardıysa bile bana hiç denk gelmedi.
Tunus şehirde bir iki yerde tarihi kilise var ve ayaktalar fakat ibadethane olarak kullanılması yasak bildiğim kadarıyla. Bir tanesine Özkay ile birlikte gittik. Hatta o gün içinde ünlü Kartaca Limanı’na da gitme fırsatım oldu. O liman ki dünyanın en eski ve en önemli limanlarınan biri yahu insan biraz allar pullar bir şeyler yapar arkadaş yuh valla.
Tika, projemi vermiş ne etmiş aman ha kesin en kralından çakarsınız bir şeyler ondan şüphem yok tikacılar! Yeter ki alın di mi? Gobi Çölü’nün ortasına çaktığınız o koca depoyu hala unutmadım!! Hatta dönemin başbakan yardımcısı “Evladım bu depoyu niye buraya diktiniz?” sorusuna “Efendim ben de yeni atandım, bu kocaman depo niye yapılmış anlamış değilim.” cevabınızla Tika’nın yüzünü bana göstermiştiniz ki dünyayı gezerken de görüyorum işte. Neler yaptığınızı veya yapacaklarınızı devam.
Kartaja bölgesine sonbahara doğru gittiğinizde hem sıcak olmaz hem de sokak aralarını iyi gezebilirsiniz. Her taraf begonvillerle ve yaseminlerle dolu. O bölgede oturup dinlenebileceğiniz çok güzel mekanlar da bulabilirsiniz.
Tunus’da hayran kaldığım noktalardan biri de Bardo Müzesi. Aslında listenin başında yer alır bu alan. Kendileri dünyanın en büyük mozaik müzesiymiş ta ki Türkiye Gaziantep’te açılan müzeye dek. Şimdi Gaziantep’teki müzeyi gezmedim fakat eminim ki mozaiklerin bir bölümü salonun yerini işgal etmiyordur. Bardo da müzeye topuklu ayakkabılarla girmek yasak.
Evet, müzede o kadar çok mozaik var ki bir salonda tamamen onların üstünde yürüyorsunuz. Aynı şekilde duvarın dört bir yanını da mozaiklerle doldurmuşlar. Salonun bir köşesinde oturup saatlerce o alanı seyrettim. Muhteşemdi, tavsiye ederim gitmenizi. Hatta hala yekpare olarak en büyük mozaik parçasının kendilerinde olduğunu söylüyorlar. 2020 yılında Gaziantep müzesine vardığımda duruma bakacağım. : )
Tunus’dan ne tarafa gideceğim de sıkıntı oldu. Libya sınırı kapalı. Aşağı bölgede de ebola virüsü var. O halde ya yukarı gemi ile İtalya yapıp sonrasında Balkanlardan yardırıp Yunanistan üzerinden Mısır’a gideceğim veya uçağa atlayıp yolculuğa Ürdün’den devam edeceğim. Bu Mısır konusunda biraz tedirginlik var. Çünkü işçilerimizden aldığım bilgiye göre artık halk Türklere karşı biraz cephe almış durumda. Bunu Ürdün’de daha net öğreniyorum. Mısırlı, hakikaten türk halkına karşı artık ön yargılı! Hükümetler arasında yaşananların halka inmesi kadar kötü bir durum daha olamaz. Karar vermek zor oldu ve en sonunda uçakla Ürdün dedim.
Böylelikle bisikleti İngiltere sonrası ikinci defa kargolamaya giriştim. Koca Tunus’da bisiklet kartonu olmaz mı? Ne ben ne şoförler o kartonlardan bulamadık. O sıra görev süresi biten Nilüfer Hanım eşyalarını kutulatmak için bir şirketle anlaşmıştı, beni de onlara yönlendirdi. Gittim firmaya kutu istiyorum. Adam ebatları küçük olan 3 kutuyu zorla verdi. Hatta bu kutuları bisikletim için istediğimde “Aaa ben Nilüfer Hanım’a götürüyorsunuz sanmıştım” deyip vermek istemedi, üstüne para aldı. : ) Ulan ne kıymetli kutuymuş arkadaş. Bisikleti kutuladıktan sonra biletimi aldım. Havalimanına Oskay ile birlikte gittik.
Uçak bileti 220 dolar. Bisikleti uçağa vermek 300 dolar hahaha. : ) Oskay ile ikimiz yalvar yakar 200$’a ancak indirebildik. Ulan inşallah şu Arabistan vizesi çıkar da uçağa bir daha binmem yoksa harbiden hapı yuttuk. Tunus’da misafir eden, ağırlayan herkese teşekkür ederim.
Haydi, sıradaki ülkemiz Ürdün!