Zambia sınır kapısında 50$’a vize alınabiliyor. Geçiş oldukça kolay. Yabancılar şubesinde sadece tek bir adam ‘Hoşgeldiniz’dedi, vizeme baktı, bir aylık izni verdi ve gideceğim yönü gösterdi. Bu işlemler 4 dakika bile sürmedi. Sınırda her zamanki gibi klasik görüntüler var. Tırlar sağlı sollu park etmişler. Yol gayet güzel, emniyet şeridi var.
Önümdeki ilk şehir Chipata’ya gidene kadar beni görenler genellikle “How are you?” diyorlar. Hatta çocuklar da aynı şekilde sesleniyor, hayret valla. Para para diye bağıran hiç kimse yok. O kadar alışmışım ki artık çocukların “How are you” dedikten sonra para isteyeceklerini düşünsem de yol boyunca kimse istemedi.
Chipata uzun son bir ayda gördüğüm en büyük şehirdi. Elektronik mağazalar, pizzacılar, hamburgerciler. Şehirde ilk dikkatimi çeken olay Tanzanya’dan sonra gördüğüm Hindistanlılar oldu. Elektronik eşya satan bir mağazaya girdim dükkan sahipleri Hindistanlılardı. Kasada oturan kadının saçları eşarpla örtülüydü. İçeri “Selamın Aleyküüüüm” diye girince gözler bir anda açıldı. Bir beyaz adamın pat diye bu şekilde girmesi çok şaşırtıyor, yüzlerdeki tepkilerden anlaşılıyor. “Aleyküm selam’’ dedikten sonra kocasına kendi dillerinde bir şeyler dedi sonra da nasıl yardımcı olabileceğini sordu.
2015 nisan ayında kullanmaya başladığım Trip 300 yol bilgisayarının pili bitmişti. ANT özelliği ile çalışan bu cihazın demek ki pil ömrü 10 ay, oldukça iyi. O gün bügündür bisiklette kullanmayı sevdiğim yol bilgisayarıdır. Ona yeni bir pil aldım. Bu arada arkadaşlarla da sohbet ettim. İkisi de doğma büyüme Zambialıymışlar. Burada doğup büyüyüp yaşayan üçücü nesil Hindistanlılar. Daha önceki yazılarımda geçmişte İngilizlilerin Hindistan’dan bölgeye insanları getirdiğini ve demiryolu inşaatlarında çalıştırdıklarını söylemiştim. Haliyle İngiltere topraklardan çekilince bölge çalışkan olan Hindistanlılara kalmış ve refah durumları da gayet iyi. Beşinci nesil gençlerle bile tanıştım. Beşinci nesil Türk gençleri ile Almanya’da da tanışmıştım.
Hasarlı olan bisiklete artık bu noktadan sonra bir şey olursa en azından otobüse veya araca atıp başkent Lusaka’ya gitmem daha rahat olacak. Çatlağa bakıyorum da Tanzanya’da o anahtarı yerleştirdiğim andan beri ancak yarım cm daha ilerledi o kadar. Kullandığım 14/16, bu anahtar o bisikletin altında yer alan çelikten ayaklığı kadroya sabitleyen vidayı sıkmak için bulunuyor. Yani yılda ya bir ya da iki defa kullandığım bu anahtar son 1600 kilometredir kadronun kırılmasını önledi. Bisiklette bazen gereksiz olarak taşıdığımı düşündüğüm benzer parçalar hiç ummadığım anlarda beklenmedik işlerde kullanılıyor ve bu da oldukça hoşuma gidiyor.
Şehirde bir süre daha kalıp sonrasında yoluma devam ettim. Bölgede bisikletin bir ulaşım aracı olarak kullanıldığını daha önce dile getirmiş ve fotoğraflarda paylaşmıştım. Bazen bisikletlilerin yanından geçtiğimde arkama takıldıkları oluyor. Hatta ara ara yarıştığımızda oluyor. “Hooopp buralar bizim çöplüğümüz, bizden daha hızlı kimse kullanamaz o bisikleleri!’’ gibi bir havaya giriyorlar. Şartlar hemen hemen eşit gibi. Bende ağırlık var, onlarda yok. Buna karşılık bende vitesler var onlarda yok. Bu bisikletleri kullananlar ya taksi olarak kullanıyorlar ya da yük taşıyorlar, haliyle herkesin performans iyi. Kendilerini geçince hemen arkama takılıyorlar ve benle birlikte pedallamaya başlıyorlar. 25 – 30 km arasında 88 kadansla 5 km gitmeme çoğu zaten dayanamıyor fakat yol düzse kimisi kopup kilometrelerce benle geliyor. Bazıları geçiyor sonrasında tıkanıyorlar. Yokuşlar eğer çok uzunsa sonuna kadar zaten pedallayamıyorlar. Arkamdan bağırıyorlar. Eğer kısa mesafeyi birlikte tırmanıyorsak da tepede mutlaka “Bisikletin çok güçlü” diye sesleniyorlar. O kadar çok gençle kalkış yaptım ki çok eğlenceli oluyor. Yolda giderken yanıma geliyorlar. 18 veya 20 kilometre hızla giderken “Hadi yarışalım mı?’’ diyorlar.. O yüklerle onları geçmeme kuduruyorlar hahah. Bir kere arazide köylerin arasından geçerken ve tırmanış yaparken biri hem benle yarıştı hem de beni geçti hahaha. Soluklanmak için bir köyde durduğumuzda O’na bir kola ısmarladım. Çok güçlü olduğunu söylediğimde yıllardır bisikletin arkasında kütük taşıdığını söyledi. O an kütük yoktu tabi fakat bu adamlar doğuştan bisikletçiler, eminim altlarına karbon bisikletler olsa ve yarışmalara katılsalar inanılmaz dereceler çıkartabilirler. Bisikletimin yanına gidip ağırlığına bakmak istedi. Kaldırmaya çalıştı kaldıramayınca gözlerini açıp bana baktı. Hahaha.
Gene yolda böyle biri arkama takıldı fakat öyle bir yerde denk geldi ki bu arkadaş, yol düzdü hatta eğim de %1 aşağı doğruydu. Yokuş aşağı çok zor o yüklerle yakalanmam. Biraz zaman geçti, ulan arkamda hala bisikletinin sesini duyorum. Hızıma bakıyorım 52 kilometre hızla gidiyorum hala arkamda. Demek ki adamın bisiklet iyi bu kadar hız yapabiliyor arkama dönüp bir baktım ki rüzgarıma Gautier girmiş. HAHAHHA ulan senin ne işin var tam arkamda. O da gülüyor. Öğlen yemeği için mola vermiş, restoran sahibi arkadaşın geçiyor diyince yemeği bırakmış.
-
Gürkan arkandaki adam sana yetişmek için baya çaba sarf ediyordu, ben de onu geçince bıraktı.
Biraz güldükten sonra birbirimize Malawi’de nereleri gezdiğimizi ve neler yaptığımızı anlattık. Malawi Gölü’ndeki balıkçılardan 18$’a bir tekne satın almış biraz onla gezmeyi denemiş, sanıyorum pek hoşuna gitmemiş olmalı, biraz da tehlikeliydi o girişim bana kalırsa. Göldeki yolcu gemilerinden birine binmiş. Sonrasında da karaya çıkıp dağ yollarında takılmış. Gina’da kaldığım gün kendinin bulunduğu köyü ve koordinatı Gautier’e yollamıştım. Gina’ya da demiştim benden sonra o da Gina’da bir gece konaklamış. Aynı günde sınır kapısını geçmişiz. Şimdi önümüzde 5 günlük bir yol var. Artık birlikte Lusaka’ya varacağız.
5 günlük Zambia yolculuğumuzda ortalamamız 100 kilometrenin üstündeydi. Her gün de 1000 metrelik tırmanış yapmaya alışmıştık. Yol güzel olunca ve araç pek fazla geçmeyince keyfimiz de yerindeydi. Yolda sohbet ederek ilerliyorduk.
Konaklamalarımızdan birini Katete’de bir medresede yaptık. Gautier ilk defa medresesi olan bir camide kaldığını söyledi. Genellikle katolik kiliselerinde ikimiz için yatacak bir oda, akşam yemeği ve sıcak bir duş bulurduk. Medresesi olan camilerin de benzer özelliklere sahip olduğunu kendisine söylemiştim. İmamla yaptığım görüşmeden sonra odalarının dolu olduğunu fakat çadırlarımızı kurabileceğimiz bir alan gösterebileceğini söyledi. Gösterdiği alanda çadırlarımızı kurduktan sonra yorgunluk çayı ve atıştırmalık bir iki şey getirmişti. Akşama da yemek hazırlamışlardı.
İmamın adı Abdulkerim. Hindistanlı, son 4 senedir bu caminin imamıymış. Bu iş için Hindistan’dan bölgeye gelmiş. Caminin giderleri bu bölgede yaşayan Hindistan göçmeni Zambialılar tarafından yapılıyormuş. İngiltere’nin bölgeyi kontrol ettiği dönemlerde çalışmaya getirdiği Hindistanlı ailelerin çocukları.
21 yaşında Fransız bir gezgin, Hindistanlı bir imam ve ben dünyada ve kendi ülkelerimizde yaşanan sıkıntılar, savaşlar konusunda biraz sohbet ettik. Konuşmanın bir noktasında konu özgürlüklere geldi. Her ikisi de bireyin sınırsız özgürlüğe sahip olabileceğini savunuyordu. Bense bu duruma katılmıyordum.
Üniversite dönemimde rahmetli hocam Ünsal Oskay özgürlükler konusunda dersinde konuşurken; “Bireyin özgürlüğü, başkasının özgürlüklerinin başladığı noktaya kadardır.” sözünü söylemişti. Sonraki günlerde derslerimizde özdenetim, otokontrol, etik ve benzer kelimelerin anlamlarını da öğrenince, birey özgürlüğünün sınırsız olmadığını gayet net bir şekilde anlamıştım.
2010 yılında seyahatimle birlikte anılarımı yazmaya başladığımda yazıları içimden geldiği gibi yazıyor, düşüncelerimi direkt aktarıyor, bol argo hatta arada bir küfür bile ediyordum. Zaman içinde yolun beni nasıl yonttuğunu fark etmemin yanı sıra yazılarımda da ister istemez eğitim hayatımda öğrendiklerimi uygulamaya başladım. Takip eden kitle değişmeye başlamıştı! Hikayemi sadece arkadaşlarım değil, tanımadığım yüzbinler takip etmeye başlamıştı. Öğrendiğim her şeyi de yazamıyorum, bulunduğum devletin kanunları ile karşı karşıya gelme riskim ortaya çıkıyor. Halkla ilgili öğrendiklerimi de her zaman yazamıyorum. Toplumlarda bulunan fakat yazılı olmayan ahlak ve gelenekler, onlar için kutsal sayılan konularla ilgili belli başlı sınırlar içinde yazmaya başladım. Böylelikle takip eden minik okuyucularımı rahatsız etmiyor, yabancı takipçilerin yaşamlarına gelenek ve inanışlarına saygı duyuyorum.
Şimdi karşımda oturan iki kişi de bu sınırlamaların olmaması gerektiğini söylüyorlar ve ilginç örnekler veriyorlar. Kendilerine katılmadığımı söyleyip sohbetin geri kalanında sadece onları dinledim.
Sonraki günlerde bir başka gece konaklamamızı ıssız bir yerde gayet donanımlı bir şekilde kurulmuş olan katolik kilisesinde yaptık. Kilisede Polonya’dan gelmiş rahibeler çalışıyordu. Bize hastanenin resepsiyon bölümünde çadır kurabileceğimizi söylediler. Aslında yatakhaneleri varmış fakat o sıra doluymuş. Resepsiyon bölümünde her ikimiz de çadırlarımızı kurduk. Binalar yeni bitmişti hatta arka tarafta yenileri yapılıyordu. Resepsiyon bölümünde raflarda ince defterler gördüm. Bir kaç tanesini aldım inceledim. Bölgede yaşayan halkının tamamının adına açılmış defterler bu raflarda duruyordu. Oldukça temiz ve düzenliydiler. Her defterde kişinin sağlık sorunları, kaç kilo olduğu, boyu ve bir çok bilgi yazıyordu. Dijital bir sistem olmadığından bunların hepsi yazılıydı. Gün içinde hastaneye gelen hastaların sağlık durumlarını sorduk. Sadece o hafta içinde hastaneye gelen 45 kişi sıtma hastalığına yaklanmıştı. Polonyolı rahibeler de burada hasta olmuşlar fakat sonrasında iyileşmişler. Bölgede sivri sinek sokmasından geçen bir hastalık daha var. Sarı humma ve kara humma. Sarı hummanın aşısı var. Kara hummanın henüz aşısı da ilacı da yok. Daha önceki yazımda dediğim gibi burada arazide sivri sinek soktu mu hemen bir hasiktir diyorsun. Leeenn acaba virüs taşıyan mı soktu? Bir veya iki güne hastalıklar hemen kendini belli ediyor.
Hastalık belirtileri neler peki? Eklem ağrısı, ulan zaten bizde eklemlerde belli bir yorulma ve ağrı var. Burun akıntısı, bu da yıllardır bisiklet üstünde olan bir durum. Karşıdan rüzgarı yediğimizden dolayı genellikle o burun akar. Hatta bir yazımda nasıl sağlam sümkürmeyi öğrendiğimi de yazmıştım. Vücut ısısında artış, eee bizim vücutta nabız zaten 150 veya üstü. Geceleri uyku sırasında titreme. O da ara ara olan bir şey, tulumu üzerime örtmediğimden gece bir ara titremeyle uyanırım. Bir de bisiklet üstündeyken vücut o nabız ve terlemeyle ne varsa yakıyor veya dışarı atıyor. 6 senedir bisikletle bu seyahatleri yapıyorum daha bir kere Cezayir’de sudan zehirlendim o kadar. Henüz Afrika bitmedi, bakalım bu hastalık bana da bulaşacak mı?
Kenya yazımda bölgede at olmadığından bahsetmiştim. At bölgede zenginlik ifadesiydi. Fakat gene de neden bu bölgede atın olmadığını açıklamıyordu. At her coğrafyanın özellikle de gelişmekte olan ülkelerin kırsallarında en fazla görülen çiflik hayvanlarından biri. Sahra altı coğrafyasındaysa yok. Etiyopya’dan sonra hiç görmedim. Afrika ile ilgili okuduğum bir araştırma yazısında sebebini öğrendim. Bizim dilimizde Çeçe, yabancı dilde Tsetse sineği. İnsanları soktuğunda uyku hastalığına sebep veren sonrasında öldüren, hayvanlarda da nagana hastalığına sebep olup öldüren kara sinekten hallice bir sinek. Ben bu sineği çok defa arazide tuvalete gittiğimde gördüm. Hatta bir seferinde de Tanzanya’da yanımda pedallayan Esra’ya da tuvalet dönüşü söylemiştim; “Esra bölgede çok enteresan bir kara sinek var daha önce hiç görmemiştim”. O sinek bu sinekmiş. Bu bölgede arazide sıçmakta tehlikeli. Bir gece tuvalete gittim, malaria yani sıtmadan korunmak için her tarafımda sivrisinek ilacı sıkıyorum, hayvan yaklaşamıyor. Fakat sıçarken sivrisinek gelip dötümden şişlemişti. Bu hayvan da gelip gündüz vakti ısırabilir. Bu sineğe karşı geliştirilmiş bir aşı yok, bölgede yaklaşık 50 milyon kişi bu sinekten dolayı hala risk altında. Hastalığın teşhisi çok zor olduğu gibi tedavi süreci de çok pahalı. Kırsalda hayvana dayalı tarımın gelişmesini etkileyen bir canlı. Atlar üzerinde daha etkiliymiş. Sineği diğer tüm sineklerden ayıran özelliği dişi sineğin doğumdan önce taşıdığı yavru sinekleri bir memeli gibi sütle beslemesi. Afrika’da kırsalda gezenler hakikaten dikkatli olmalı. Özellikle vücutlarında bir yara varsa kesinlikle o yarayı iyi temizlemeli ve kapatmalı. Kırsaldaki tarım arazilerinin azalmasıyla da sineğin sayısında son yıllarda artış olmuş.
Lusaka’ya varmadan önce internet sayfamda Lusaka’ya varacağımı yazmamla beraber şehirde yaşayan Türk vatandaşımız Evren bir mesaj attı: “Abi gel biz seni bekliyoruz.” Şimdi bisiklette hasar var. Türkiye’den gelecek olan kargonun ülkeye ulaşacağı zaman belli değil. Ee ben milleti rahatsız etmeyeyim, evlerinde ne kadar konaklayacağımı bilmiyorum ki. Kendilerine durumu anlattım. “Bir hafta da kalabilirim 2 hafta da, bu yüzden ben sizi rahatsız etmeyeyim.” “Ev geniş ister evde kalırsın ister çadır atarsın.” dendi. : ) Sorun yok deyince peki geliyorum diye mesaj attım.
Gautier Lusaka’da sadece bir gece kalıp yoluna devam edeceği için couchsurfing’den bulduğu Belçikalı birinde kalacak. Uzun süredir Lusaka’da couchsurfing hesabı bulunan insanlarla mesajlaştı. Avrupa’daki bazı deneyimlerimden sonra couchsurfing kullanmayı bırakmıştım. Kullanacağım benzer tek bir uygulama vardır, warshowers. Gautier’de benimle aynı düşüncedeydi fakat burada warshowers uygulamasını kullanan kimseler yoktu.
Bisiklet kadrosunun üst borusundaki çatlağın tam bir daire olmasına yarım cm ya var ya yok. Fakat bisiklet bu haliyle elçiliğe varmayı başardı. Türk elçiliğinin içindeki garaja park ettikten sonra evlerinde misafir olacağım Evren ve Erman gelip beni elçilikten aldılar.
Erman ve Evren akrabalar. Erman Zambia’ya gelen ilk Türkler’den biri. Evren’in hanımı Yeliz görmüşte Türkiye’den bunlara mesaj atmış. “Böyle bir adam geliyor ev müsaitse misafir edin” Erman’ın hanımı Makbule de doğum için Türkiye’ye gittiğinden evleri müsaitti, beni davet ettiler.
7 sene önce ülkeye gelmişler ve inşaat sektöründe çalışmaya başlamışlar. Bir süre sonra kendi işlerini kurmuşlar. Hem müstakil evler yapıyorlar hem de yapı malzemeleri satıyorlar. Nasıl keyfiniz yerinde mi dediğimde oldukça memnun olduklarını da söylediler. Erman artık Türkiye’de insanların sokakta bile birbirlerine selam vermediklerini herkesin birinden korktuğunu söylüyor. Lusaka’da sokaklarda bir süre yürüyün hem yerlisinin hem de yabancısının size selam verdiğini göreceksiniz.
Hırsızlık ve gasp bu ülkede de diğerlerinde olduğu gibi var. Geceleri yerlisi veya yabancısı için sokaklarda yürümek oldukça tehlikeli. Bu ülkede 10 senelik çalışanınız bile sizi soyabilir. Evin hizmetçisinin eşyalarınızı çalması olası, benzer çok hikaye var. Hatta geçenlerde Ermanların şantiyesinde senelerdir çalışan ve binaların elektrik tesisatını döşeyen adamın kendilerinden mal çaldığını fark ettiler.
Zambia’da geniş bir pazar var. Büyükelçiliğimizde ticaret ateşemiz var. Özellikle ülkede reklam kampanyalarını yönetecek veya afişti kartvizitti, tanıtım yapacak bir reklam şirketi yok. Tabi şimdilik yok, eminimki bir süre sonra bu ülkede de olacaktır.
Ülkenin sudan yana sıkıntısı yok. 50 metreye sondaj attığın her yerden su çıkıyor. Ne eksen kısa sürede hasatı topluyorsun ve çıkan ürünün büyüklüğü ve lezzeti hakikaten şaşırtıcı. Bu durum şehir merkezi ve civarında da aynı.
Yeni bisikletimi Lusaka’da beklemeye devam ediyorum. Karaşimşek de büyükelçiliğimizde Türkiye’ye döneceği günü bekliyor.. Bisiklet geldiğinde neler değişti, neler yenilendi onlarla ilgili bir yazı da yazarım.