Birkaç gün içinde yeni anıları koyacağım fakat bugün başımdan geçen bir olayı paylaşmak istedim.
Akşama kadar Kore’nin eski başkenti Gyeongju’ya varmak için yola çıktım. Baktım ki inişler çıkışlar fazla, olmadı bir sonraki gün varırız diye söyleniyordum.
Öğleden sonra bir rampadan aşağı iniyorum, inerken de hemen diğerinin başladığın görebiliyorum. Tam bu iki rampanın arasında yolda minik bir köpek koşturuyor. Karşıdan gelen araçlar korna basıyor şerit değiştiriyor, bu şeritten gelen de korna basıyor hemen öbür şeride geçiyor . Yaklaştıkça yavaşlıyorum. Arkamdan gelen araçlara da yavaşla diye işaret yapıyorum. Önünü kesip yakalamak için duruyorum ama hemen karşı şeride geçip kaçıyor. Ulan o kısacık bacaklarla pıtır pıtır nasıl hızlı koşturuyor! Bisikleti hemen geri çeviriyorum. Hızlanıp bunu geçiyorum sonra da yolun ortasına bisikletimi bırakıyorum. Her iki yönden gelen araçlar yokuştan inerken yolun ortasında kocaman bir cisim olduğunu görüp yavaşlamaya başlıyorlar. Yaklaştıkça da beni ve yakalamaya çalıştığım ufaklığı görüyorlar. Trafik duruyor ve iki hamlede de ben onu yakalıyorum. Önce parmaklarımı ısırıyor. : ) “Oğlum dur bir şey yapmayacağım.” desem de dinletemiyorum. Bisikletimi yolun ortasından alıyorum, yol kenarına geçiyoruz.
Kucağımda bir süre tutup bana alışmasını sağlıyorum. Sonra çıkartıyorum tavamı içine su koyuyorum. Elime de kurabiyeleri kırıyorum. Açlıktan ve susuzluktan ölmek üzereymiş köpek. Nasıl da yiyor. Bu arada tasmasında adını ve telefonunu fark ediyorum. Oğlumuzun adı Popia. Başlıyorum kendisi ile konuşmaya. Oğlum sahibin nerde? Niye kaçtın sen? Koca ormanda seni yutarlar diyorum. Ben konuştukça köpeğin gözleri doluyor. Ya tamam ağlama dur ben senin sahibini bulacağım diyorum, olmadı benle gelirsin artık.
Alıyorum arka çantamın üzerine koyuyorum, önce bir güzel sıçıyor sonra işiyor.. “Eee oğlum ne yaptın sen? Yumuşak yeri görünce saldın hemen.. Birlikte yol alacaksak böyle olmaz.” diyorum : ) Neyse uygun bir yere geldiğimizde tasmada yazan telefon numarasını arıyorum. Bir bayan çıkıyor. Ben ingilizce konuşuyorum, o Korece. Anlaşamıyoruz. Köpeklerinin adını söylüyorum. Karşıda bir çığlık kopuyor. Heyecanlı heyecanlı bir şeyler diyor da ben anlamıyorum.. Yoldan geçen bir aracı durduruyorum. Kucağımdaki köpeği gösterip sonra telefonu işaret ediyorum. Amca telefonu alıyor konuşuyorlar. Sonra gülücüklerle köpeği alabileceğini ve hemen önümdeki Umni kasabasının adını veriyor. Len oraya 20 km var. Popia sen nasıl geldin oğlum oradan buraya? Ben pedalayacak zor alan buluyorum.
Neyse köpeğin sahiplerini buldum ve evine doğru da o amca ile yolladım. Sonra kelebeklerle kuşlarla yoluma devam ettim..