Suudi Arabistan’da Bisikletimle gezdiğim rota
Suudi sınır kapısını sonunda geçtim. Arkamda ve önümde iki polis arabası ile kaymak gibi bir asfaltın üzerinde gidiyorum. Gidiş 3 şerit, geliş 3 şerit. Her iki tarafta da oldukça büyük emniyet şeridi var. Mekke’ye 1.680 kilometre tabelasını gördüm fakat 1.000 kilometre sonra Hail şehrinden Tabuk istikametine döneceğim, yani ülkenin kuzeyinden güneyine doğru 680 km inip sonra batısına geçeceğim. Sonrasına, bakarım artık. Hava kararmaya başladığından yoldaki ışıklandırmalar da yandı. Son bir buçuk senede gördüğüm en iyi yol diyebilirim. Ayrıca yoldaki şeritlerinde üzerinde zebille kedi gözlerden var. O kadar sık yapmışlar ki bu kedi gözlerini ilk defa böylesini görüyorum. Yoldaki tüm şeritlerin üzerinde var. Aslında benim açımdan çok iyi, Oldukça uzak mesafeden arkamdan araç geldiğini çıkan sesten dolayı fark ediyorum. (Her bir kesik beyaz şerit üstünde 2 adet var. Emniyet şeridinin yanında tam o beyaz çizgilerin hizasında durduğumda 1 Metrelik tek bir hatta 8 kedi göz var. Birleşik Arap Emirliğinde 4000km pedal çevirdim ve bu kedi gözler ülkenin her yerinde aynı şekilde yapılmış durumda. Olmayan tek bir Asfalt yol yok. Kedi gözlerin tanesi 30$ varın gerisini siz düşünün nasıl bir bütçe ayırdıklarını. Bu şekilde yapılmasının sebebi uçsuz bucaksız düm düz yollarda insanlar araç kullanırken direksiyon başında uyuya kalan çokmuş. Araçların tekerler bu noktalara değdiğinde hemen uyanı veriyorlar ve herkes şeridinde gidiyor. Buna rağmen kaza sayısı oldukça fazla. Bu ara bu kedi göz işi Prenslerden birinin tekelinde : ) )
Sağa sola bakınıyorum, hem acıktım hem yorgunum. Hah çadırlık bir yer buldum ve durdum. Haliyle polisler de durdu. Arapça konuşuyorlar. Önce biraz İngilizce konuştum baktım anlaşamıyoruz ben de Türkçe konuşmaya başladım. ‘Burada kamp atamazsın otele gideceğiz.’ diyor. Lan, param yok param, otele gidemem. Elimle para işareti yapıp sonra da ceplerimi gösterip yok diyorum. Otele verecek param yok. Çadırda kalmak tabi ki de işime geliyor param olsa da gene çadırda kalırım fakat cidden param yok. Baya bir tartıştık. Kalacağım, hayır kalamazsın falan filan. Derken bir sivil araç geldi. Adam İngilizce biliyor ve beni de biliyor. Herif istihbarat çıktı.
– Gürkan Bey can güvenliğiniz açısından bu bölgede çadır kurmanıza izin veremeyiz? Bu yüzden geceyi otelde geçirmenizi istiyoruz.
– Tamam fakat otele verecek param yok.
– Önemli değil biz hallederiz.
Evet dedikleri gibi de oldu beni yol üstünde bir benzin istasyonundaki otele yerleştirdiler. Fakat o otele varıncaya kadar 20km daha yaptım. Ne enerji kaldı ne bir şey. Bir ara durup 2 elma bir muz yedim toparladım olayı. O İngilizce konuşan adam oteli ayarladı, bisiklet ve beni bir odaya koydular. Sonradan odanın gecelik fiyatını da öğrendim, 30$. Odaya ilk girdiğim yer ufak bir oturtma odası. Yer yastıkları ile dört duvarı dönmüşler ve oturma grubu yapmışlar. Hemen karşısında iki yataklı bir oda. Sol tarafında da tek yataklı büyük bir oda ve yanında da mutfak ve kocaman bir banyo. Ulan Avrupa’da 100$ kafadan gittiydi bu odaya. Benzin istasyonlarındaki otellerin hemen hepsinin odaları aynı boyutta. Suriye sorun olmadığı dönemlerde çok iyi gidiyormuş işler fakat savaş başladığından beri işlerin hiç tadı tuzu kalmamış. Bu arada hava da serin ha.. (1 derece) 8 Ocak 2015 tarihinde ülkeye yağmurlu bir günde girdim. Kıyafetlerimi çıkartıp duş aldıktan sonra kendime 10 numara bir makarna yaptım. Tuzsuz, sossuz, ton balıklı. Onu da yedikten sonra öyle bir uyumuşum ki sabaha kadar sanırım hiç hareket etmemişim, kalktığımda sol kolum uyuşmuştu. Saat 6:30’da toparlanıp kimseye görünmeden yola çıktım. Civarda ne bir polis ne başka biri var. Kısa bir mesafe yol aldıktan sonra ilk şehre geldim; Al Qurayyat. Haliyle kargalar bokunu yemeden yola çıkınca ortamda kimse yok. Ben de şehir içinde turlamaya başlıyorum. Tek tük gören insanlar da bisikletle beni gördükleri anda donup kalıyorlar. Selam veriyorum, bazıları şaşkınlıktan selam vermiyor veya hemen cep telefonuna sarılıp fotoğrafımı çekiyorlar. 4 yola geldim ve trafik ışıklarında durdum sağa sola bakıyorum.
Anaaa lan ışıkların yanına çöp kutusu koymuşlar. Şaka mı? Üstelik boyunu da jeeplere göre yapmışlar. Sonra da şehre dikkat ediyorum valla temiz billa temiz. Yok artık. Biraz daha gidiyorum yolun kenarında bir bankamatik. Fakat bu bankamatik arabalar için yapılmış. 42 ülke gezdim ilk defa böyle bir şeye denk geliyorum.
Bisikletle yanaşıp ATM’den para çekiyorum. Ülkemizdeki paramatik kartları burada da çalışıyor. 500 riyal para çektim. 360 TL yapıyor. Şehir içinde pedallamaya devam ediyorum. Hakikaten şehir diğer gördüğüm tüm Arap şehirlerine göre daha temiz, ilginç. Sokakta dolanırken biri araba ile yanımda durup ‘Hello Hello’ dedi. İlla onu takip etmemi istiyor. İyi tamam dedim takip ettim. Adam beni bir lokantaya götürdü sabah kahvaltısı ısmarladı. Konuşamadık, anlaşamadık ama adam otur ye yemeğini sonra devam et dedi gitti.
İlk izlenimlerim Misafirperver bir halka benzedikleri oluyor haliyle. Sabah kahvaltısından sonra yola koyuldum. Şehirdeki gençler yolda gördükçe araçları ile yanıma gelip foto çekmeye başlıyorlar bende El sallıyorum ne yapayım daha? Derken şehir dışında bir polis arabası peşime takılıyor ve uzaktan beni izlemeye başlıyor. Polis arabaları sürekli değişecek bu anlaşıldı. Her mıntıkanın kendi polis arabası bölge sınırına kadar beni takip edip bir sonraki polis karakoluna “Kargoyu getirdik teslim alın.” deyip teslim ediyorlardı.
Tabi bu olay biraz arkadan oluyor. İlk birkaç polis arabası ile beni yakından takip etmemeleri konusunda konuştum. Anlamak istemediler, ben bağırıp çağrınca ve hareket etmeyince mecburen 1 kilometre veya daha fazla arkadan takip etmeye başladılar. Onlar için çok zor bir durum, 15-20 km hızla bir bisikletliyi gün boyunca en az 100km takip etmek zorundalar. Yeşil Renkte olan Polis arabaları Anayolda çalışan devriyeler, Kahverengi olanlar şehir içi.
Ana yola çıktıktan 30 dakika sonra önümde iki araç durdu. Önce bir hoşgeldin dediler, sonra Arap kahvesi ve hurma verdiler, ardından çay, sonra da kurabiye. Bu olay çok hızlı gerçekleşti. Bu arada polis geldi adamlara söylendi. Baktım adamlara sert yapıyor ben de adama sert yaptım; “Sana ne la sanane? Karışma, durduracaklar da fotoğraf da çekecekler.” Uzağı işaret ettim “Hadi oraya sen, yallah.”
Sarılmalar ve fotoğraf çekimleri bitti pedallamaya tekrar başladım 5 kilometre olmadı biri daha durdum. Onunla da fotoğraf çektirdim. Arabasında yiyecek varsa verdi. Üstüne para uzattı “Yok kardeş sağ ol, ihtiyacım yok.” Al al al diye ısrar ediyor, ben baya bir yok yahu ihtiyacım yok şükran şükran diyince vazgeçti. Aboo ne zor yahu ikna etmesi. Tekrar pedallamaya başladım 5 kilometre olmadı 4 araç durdu. 4 araç durunca bu sefer karşı şeritteki araçlar da kalabalığı gördü onlarda geldi, oldu mu 10 araç. Herkes geliyor fotoğraf çektiriyor, nereye gideceğimi söylüyorum. Mekke’yi duyduklarında şok oluyorlar. Gene bir sürü yemek içecek verildi. Arkadaş bu bisiklet, bunu çeviren de caaaan da, bu kadar yükü nasıl taşıyayım.. ‘Teşekkür ederim mevcuuuuuut mevcuuuuuutttt.’ diye diye bir hal oldum, gene para vermeye başladılar. Her birine tek tek ihtiyacım yok teşekkür ederim desem de bisiklette yer alan gidon çantasının içine herkes cebinden çıkartıp bir şeyler bıraktı. Arkadaş bu ne ya böyle?
Gün içinde misafirim, uğrayanım hiç bitmedi. Yemek yapmak için bir alanda durayım dedim. Hemen arabadan yemekler getirildi. Bak arabadan yemekler getirildi diyorum, polisi geçtim artık halk takip etmeye başladı. Hayır bi de kimsenin canı da sıkılmıyor ha? Çölde 20 kilometre hızla giden biri ve bunu takip eden beyaz Toyota pikaplar. Bu beni takip eden grup iddia ederim hayatları boyunca bir daha arabayı o kadar yavaş kullanmamışlardır. Araçların gücü ne kadar Suudi Arabistan da o gücü sonuna kadar kullanmayı seviyorlar.
Yolun çevresi biraz farklı. Mesela sağ tarafım komple stabilize. Kum ve çakıl öyle bir sıkıştırılmış ki asfalt kıvamına gelmiş. Pedalladığım alan yandaki stabilize yolun yaklaşık 2 metre üstünde. Suudi Arabistan’ın tamamında yol hep yüksekte. Çöl kumunun yolu kapatmaması yolu yükseğe yapmışlar. Benzer olayı ilk olarak Gobi Çölü’nde 2010 yılında yapılmakta olan yol çalışmalarında görmüştüm, sebebini sorduğumda kumdan kapanmaması için yüksekte yapılığı olmuştu. Fakat orada araç direkt yola çıkamıyordu. Burada ise araç istediği noktadan istediği şekilde ana yola pat diye çıkıyor. Hatta karşı şeritten gelen araç da istediği alandan u dönüşü yapıp benim yanıma gelebiliyor. Adam 200 kilometre hızla giderken beni görüyor anında ortadaki stabilize alana giriyor oradan yanıma gelip fotoğraf çekiyor. Sonra geri dönüp yoluna devam ediyor. Saatler saatleri kovalaya dursun beni takip eden kitlenin sayısı arttı. Sayı artınca araçlar yanıma çok yaklaşmaya başladı. Bunu fark eden polis hemen arkama yapıştı anons yapmaya başladı. Fakat olacak gibi değil. İnsanlar araçlarının tepesine çıkıp fotoğraflarımı çekiyor. Bir tanesi efsaneydi: Herif arabanın tepesinde ayağa kalkıp selfie çekerken beni de kareye almaya çalışıyor. Hiç abartmıyorum arkamda sanırım bir süre sonra ya 200 veya 300 araçlık bir konvoy oldu. Bu olayın başlangıcını yakalayabildim fakat sonrasında korkmaya başladım. Arabalar önümde slalom yapmaya başlayınca da polis bir araç daha istedi. Derken o da yetmedi 2 polis aracı daha geldi. 4 polis aracı çevremi sardı yola öyle devam etmeye başladım. Arkadaş dilim damağım kurudu bu böyle gitmez dedim bir yerde durma gafletinde bulundum ki……
Gürkan Genc World Tour by Bicycle 2012-2019 – Saudi Arabia from Gurkan GENC on Vimeo.
Aman Allah’ım! Yüzlerce insan arabaları ile çevremi sardı. Üstüme gelmeye başladılar. Gidon çantasını tamamen kilitledim. Yemin ediyorum yolculuk hayatımda ilk defa panik oldum, valla panik oldum billa panik oldum! bU kadar badire atlattım olay başımdan geçti, hiç bu kadar tedirgin olmamıştım. 3-5 insanla uğraşırım sorun olmaz ama bu kadarı normal değil. Ulan ben buradan nasıl çıkacağım? Polisler de araçlarından indi. Su kafesinden su alıp içine kadar insanlar kolumdan tutup fotoğraf çektirmek için birbirleri ile yarışmaya girdiler. La dur hele lan bir yudum su içeyim, kolumu çekiştiriyor. 1 saatten fazla hareket edemedim. Kaç bin fotoğraf çekildi bilemiyorum ama baygınlık geçireceğim. Polislere diyorum, yardım edin yolu açın gideceğim lütfen gidelim hadi. Polisler bağırmaya sirenleri çalmaya başladı tam yola çıkacağız bir adam ilerde durdu, o kadar hızlı şekilde kahve ve hurma çıkardı ki..
‘Please stop and rest a little, please.’ (lütfen dur ve biraz dinlen, lütfen) de diyince gene durdum. Sıçtık arkadaş ben bu ülkeyi bu gidişle bitiremeyeceğim. Bu arkadaşla biraz sohbet ettim ama bu sırada gene yüzlerce kişi etrafımı sardı.
– Arkadaşım beni biri ile mi karıştırdılar? Neden bu kadar beni takip ediyor ünlü biri değilim?
– Korkmanıza gerek yok. Bölgeye ilk defa bir Rahel geliyor uzun zamandan sonra onun heyecanı
Rağheli ilk başlarda gezgin, seyahat eden kişi olarak öğrenmiştim. Katar’da Arap gezgin bir arkadaşla tanıştığımda “Aa sende Rahelsin “ dediğimde “Hayır bize Rahel denmiyor Marko Polo bir Rağhel dir veya Ibn Batu bir Rahel dir. Suudlular seni onlar gibi gördü o yüzden o coğrafya da sana Rağhel dendi” Bunu ülkeden çıkınca öğrendiğime üzüldüm. Beni bu kadar onure ettikleri için teşekkür ederim.
Yolda durduran bu arkadaşla bir kahve içip gene yola devam etmem 30 dakika sürdü. Durduğum anda kımıldayamıyorum. Çünkü herkes çevremi sarıp fotoğraf çektirmek istiyor. Yolda giderken kulaklıkları çıkardım müziği açtım, sesi sona dayadım. Nasıl olsa çevremde polis arabaları var en azından şu araba seslerini ve bağırış çağrışları duymam. Uzunca bir süre bu şekilde devam ettik. Hava kararmaya başlayınca GPS’de bir şehre yaklaştığımı da gördüm. Durup hemen arkamdaki polise bu şehirde beni bir otele götürmesini söyledim. Bu arada çevremdeki araba sayısı 300-400’ü geçti, arkadaş yok böyle bir olay. Bu arada beni takip eden ekip sayısı 5’e çıktı. Bir polis en önde yolu açıyor diğerleri çevremde bana yaklaşmaya çalışan araçları uzaklaştırıyor. Şehre yaklaştığımız sıralar artık öyle bir araç sayısına ulaşıyor ki takip edenlerin sayısı, korna seslerinden kendi dediğimi duyamayacak boyuta geliyorum. Şehrin girişindeki köprünün önünde polis araçları durdu. Tabi durunca insanlar gene yanıma koşmaya başladı. Dedim bu sefer gebertirler beni. Lan ölüp gidecem, neden? “Suudi halkı sevgisini gösterdi!” Tam bu sırada biri uzaktan bağırıyor:
“HEMŞERİİİİİİMMMMMMMM BU TARAFA GELL BURDAYIZZZ!”
Hay canınını yiğim yaa, kim nerden bağırdı?
“Yahu nereden bağırıyorsun, gel yanıma gel!’’
Lan kalabalıktan kimin nereden bağırdığını göremiyorum da. Derken arkadaş yanıma geldi. Yahu bir sarılışım var sanarsın teyze oğlu. “Baba sen ne yaptın ya bu adamlar seni parçalayacak, biz seni saklayalım bizim dükkana getirsin bu polisler. Oradan bize çıkarsın?” Hiç hayır falan demedim zaten hava da karardı. Direkt dükkana çekiyoruz. Polisler önde ben arkada şehre doğru ilerliyoruz ama ne ilerleme. Şehir halkı tamamen ayaklandı.
Toyota sanırım Japonya’da bu kadar Toyota satmıyordur. Şu ana kadar normal bir araba hiç görmedim, Toyota Hillux. Sanırım devlet dağıttı her haneye bir tane. Üstüne herkes ikincisini almış o da Land Cruiser pick-up, yetmemiş üçüncü olarak Land Cruiser Jeep.. Ülkenin kuzeyinden başlayıp Medine’ye gidene kadar başka bir araç görmedim. Ha bir de GMC Yukon. Zaten normal binek arabalarına bakmıyorlar bile. Ha bak az kalsın unutuyordum, bi de çobanlık yaptıkları araç var; Toyota FJ Cruiser. Çok gördüm ha develerini bu jeeple topluyorlar. : )
Araçların benzin deposu 100 litre alıyor ve 11$’a tam dolduruyorsun. Arabalar ortalama bir depo ile 500 km gidiyor . 100 km bisiklette içtiğim suya verdiğim para 3.2$. Yani 500 kilometrede suya verdiğim para 16$. Bu yüzden bu ülkede, neyi istersen araçla kovalayabilirsin sıkıntı yok. Böylelikle Suudi Arabistan Dünya turumda bisikletle gezmenin araca göre daha pahalı olduğu tek ülke oldu. Yani Suudi Arabistanda arsasında suyu olan vatandaş zengindir. Öyle de bir su var ki of.
O akşam Hüseyin’in evine nasıl girdiğimi inanın hatırlamıyorum. Hüseyin Hataylı ve 22 senedir Suudi Arabistan’da yaşıyor. Evli ve çocuğu var fakat aile Hatay’da. Kendine bir dönerci dükkanı açmış Taberjal’da ve uzun süredir de bu şehirdeymiş. Halk onu, o da halkı oldukça iyi tanıyor. Dediğim gibi o akşam o eve nasıl girdiğimi hala hatırlamıyorum. Eve girdikten sonra da olay bitmedi. Bitmek bilmedi. 140 km’ye yakın yol yapmışım, bunun yarısı yağmurda geçti diyebilirim. Yorgunum, şöyle bir toparlanmam lazım. Fakat o akşam boyunca eve gelen giden misafir durmadı. Durduramadı Hüseyin de, şehrin zenginleri, Belediye Başkanı, Emir’in yardımcıları. Yani biri gösterilen hürmeti anlat dese yok böyle bir tarif. Gelen insanlar yanlarında kahvelerini, hurmalarını ve çaylarını da getiriyorlardı. Bu noktada hediye vermeler başladı ve ülkeden çıkana kadar hediye verme olayı devam etti. Suudi Arabistan’dan Türkiye’ye tam 3 büyük koli bana hediye edilen eşya yolladım. O akşam Hüseyin dükkanı kapatıp eve geldiğinde “Allah senden razı olsun dükkanda satacak çöp bile kalmadı.” dedi. Hahaha. Suudi Arabistan’da hayat Cezayir’de gördüğüm gibi gece 19:00’dan sonra başlıyor ve gece 2’ye kadar devam ediyor. O gece kar yağmaya başladı ve Suudiler bölgede ilk defa da kar görmüşler. Bütün gece boyunca dükkana gelenler
“Bölgemize gelen bu Türk bereketi de yanında getirdi” demiş herkes. Ve bu olay dilden dile bütün kuzey Suudi Arabistan’da dolanmaya başlıyor. Hüseyin anlattı durumu. “Gürkan şu anda seni tüm kuzey Arabistan biliyor. Senelerdir bu ülkedeyim ilk defa böyle bir şey görüyorum. Arkanda kaç araba vardı biliyor musun?” Araba çarpacak ezilecek korkusundan durup kaç araba takip ediyor diye bakamadım ki bileyim. Çektiğim videolarda görünen araba sayısı bisikleti sürebildiğim anlarda çekmiştim. Hüseyin’in dediğine göre arkamda inanılmaz bir konvoy olmuş. Kendisine, senin nasıl haberin oldu da oraya geldin diye sordum. Şehrin çocukları, dükkana gelip Hüseyin’e tek tek yolda vatandaşların paylaştıkları fotoğrafları göstermeye başlamış “Bisikletle bir Türk, Türkiye’den gelmiş” Hüseyin de haberi duyunca yanıma dükkandan bir meyve suyu, bir lavaş arası döner kapıp öyle gelmiş. Kendisi beni 4 gün misafir etti. Bu vesileylede tekrar çok teşekkür ediyorum. Neler yaşadık bu 4 günde..
Şerari Kabilesinin bölgedeki en zengin aileleri ile tanıştım. Petrol zengini değiller. Sudan dolayı zenginler. Evet 2011’de dünya turunun rotasını çizerken Suudi Arabistan’a uydudan baktığımda ülkenin kuzeyinde uydudan çekilen fotoğraflarda daireler görmüştüm ve çok merak etmiştim. Onların tarım arazileri olduğunu da sonradan öğrenmiştim. Aradan 4 sene geçmiş ve o arazileri tek tek gözlerimle gördüm. Kaç tane mezra gezdik sayısını unuttum. Kuzey Arabistanda 300 metre sondaj attığın bir çok alanda su bulursun. Devlet bu olaya el atmış. Yeter da bokunu çıkardınız su kaynaklarını bitiriyorsunuz demiş.
Ailelerden biri kendine özel hayvanat bahçesi yapmış, yabani hayvanlarına kadar koymuş. Ülkede yediğim en iyi hurmayı Taberjal’da yedim. Kral’ın hurması dedikleri bir hurma vardı. 500 gramı 160$.. Evet oldukça pahalıydı. Bu arada mezralara davet edildiğim son gün ahali bana sordu, istediğin bir şey var mı diye? Bende İngilizce “Evet eğer bir sakıncası yoksa hurma istiyorum dedim.
Tadı damağımda kalmıştı..’’ İngilizce bilenler gülmeye başladı. Arapça ne dediğimi diğerlerine söyledi. Herkes gülmeye başladı. Hüseyin de gülüyor:
– Gürkan sen bundan sonra sakın Arap coğrafyasında hurma deme.
– Neden yahu?
– Hurma Arapça kadın demek. Adamlar sana ne istersin diye sordu. Sen adamlara kadın isterim dedin. Şimdi soruyorlar evlenmek mi istiyor diye.
– Hahahaha hadi canım hahahah..
– Şu an şurada söylesen evleneceğim diye, hemen baş göz ederler seni yeminlen Gürkan isteyelim mi kız?
– Hahah aman ha … Hurma istediğimi söyle neyse Arapçası
Arap coğrafyasında canım bir daha hurma çektiğinde “Tamır var mı Tamır?’’ demeyi de öğrenmiş oldum.
Bir gün halk pazarına gittim. Sokakta gezmem de olay, halk hemen çevreme toplanıp fotoğraflar çekiyor. Kadınlar uzaktan fotoğrafımı çekmeye çalışıyorlar. Taberjal’da sokakta gezinirken siyahlar içinde iki kadının sadece gözlerinden birbirlerini tanıdıklarına şahit oldum.
Gene bir gün mezralardan birine davet edildiğimde yemekten sonra evin erkekleri bana bedevi ekmeği hazırlamak istediler. Çöle gittiklerinde bu ekmeklerden kullanıyorlarmış. Yaklaşık 1 ay boyunca ekmekler bozulmuyor. Bizdeki vakfıkebir ekmeklerine benziyor diye hayal etmiştim fakat bildiğimiz pide boyutlarında bir ekmek çıktı. Hamuru önümde hazırlayıp, açtılar. Çadırın içinde yerde yanan odunların közlerinin arasına attılar. Hamurun üstünü de kum ve közle kapattılar. Yaklaşık 20 dakika sonra ekmeği közlerin arasından çıkarıp bir tokatladılar ne kum kaldı ne de köz. Ekmeğin tadı da oldukça iyidi. Geçmişte bedeviler çölde yolu bu ekmekle alıyorlarmış. Ayrıca develerin derilerinden yapılan su mataralarının içine yulaf koyduklarını da Fas’da öğrenmiştim.
Mezralarda her evin bahçesinde bir bedevi çadırı var. Bu bedevi çadırlarının içleri komple halı kaplı ve mutlaka bir noktasında ateş yakacak bir alan var. İmkanlarına göre çadırın içini döşüyorlar. Gelen konuğa evdeki ortanca erkek çocuğu önce hurma veriyor sonra Arap kahvesi. Kahve Türk kahvesi gibi kuvvetli değil. Fincanı tam doldurmazlar. Bitirdikçe koyuyorlar. Bu süre zarfında da çocuk başında bekliyor. Ben bitiriyorum önüme koyuyorum bardağı, adamlarla konuşurken her seferinde dolduruyor. Arkadaş ben içmeyeceğim daha fazla sağ olasın dedim. Anlamadı tabi, sonrasında tekrar doldurdu.
Hüseyin’e “söylesene ben içmeyeceğim yeter da kahve kusacağım” dedim. Hüseyin de hemen söyledi. “Gürkan eğer kahve içmeyi istemiyorsan işaret ve orta parmağınla fincanın üstünü kapat ve sağa sola salla.” Haaaaaaaaaaa. Bunu yapınca çocuk hemen fincanı aldı yanımızda içi su dolu olan bir leğenin içine koydu. Sonrasında leğenin içinden camdan bardak alıp bana bir çay verdi. : ) Bir tane içip bunu da içmeyeceğim dedim. O bardağı da aldı o leğenin içine koydu. Gelen misafirlere, o leğenin içine koyduğu fincan ve bardaklardan servis yaptı. Ortam böyle.
İlk kuzu pilav, oğlak pilav ve deve pilav yemeklerini de bu şehirde yedim. Haşlanmış sebzeler ve pilav üstüne konmuş kocaman tam bir oğlak geldi ilk ziyafette. Tabi ahali sandı ki ben çatal kaşık ile yiyeceğim, hemen onlar da getirildi yanıma konuldu. Hadi başlayalım dediler. Hop ellerimle giriştim onlar gibi yemeğe başladım. Tabi bu girişim ahalinin hoşuna gitti. (gittiğim her kültürde o kültürün örf ve adetlerine uymaya özen gösteririm) Ev sahibi sürekli kendi elleri ile hayvanın en güzel yerlerinden et kopartıp bana veriyor.
Yaklaşık 10 kişi aynı kaptan yemek yiyoruz. 30 dakika sonra muhabbetti yemekti derken herkes şişti. Fakat o kadar çok yemek kaldı ki “Hüseyin yazık çok yemek arttı. Kim yiyecek bunu?” dedim. Seyret dedi. Biz masadan kalktık, karşıdaki meclis odasına gideceğiz, sofraya hemen arkamızdan ailenin gençleri oturdu ve aynı kaptan onlar yemeye başladı. Onlar da bitiremezse o yemek kadınların olduğu tarafa gidiyor o tarafta artık ne kadar kalırsa kalanı hayvanlara veriliyor. Ülkenin her yerinde durum aynı diyemeyeceğim. Kırsal bölgelerde süreç bu şekilde ilerlerken şehirlerde herkes kendi yemeğini sipariş veriyor. Fakat porsiyonlar gene bu kadar büyük olduğundan israf olayı da oldukça fazla. Taberjal’da 5 gün kalmama rağmen şehirde çok nadir kadın gördüğümü söyleyebilirim. Misafir olduğum evlerde ise hiç görmedim. Evin gençleri fotoğraflarımı çekip sonrasında kız kardeşlerine ve annelerine gösterdiler. Zaten bu yüzden Instagram’da oldukça fazla Arap kadın takipçim var. Türkçe öğrenmeye başlayıp Suudi Arabistan seyahatim boyunca Türkçe konuşup mesaj atanlar ve sanal ortamdan tanıştığım Suudlu kadınlarda oldu. Fakat hiçbir Suudlu kadınla şahsen birebir tanışıp oturup bir kahve içmedim. Zaten bunu yapabileceğimiz uygun ortamda ülkede yok. Özellikle bana telefonumda Snapchat uygulaması olup olmadığını sordular. Neden özellikle bu programı sorduklarını, sonradan anladım. Bu uygulamada Her ne paylaşırsan paylaş 24 saat içinde paylaşımların siliniyormuş . Yani kızlar erkekler birbirlerine fotoğraflarını gösteriyor, veya yazışıyorlar sonra her şey siliniyor. Bu durum Arap coğrafyasında yaşayanların da işine geliyor. Kullanmadım, hala da kullanmıyorum.
Taberjal ve Şerari kabilesinin bendeki yeri hakikaten özeldir. Bölgedeki gençler hala mesaj atıp hal hatır sorarlar babalarının selamını söylerler. Hüseyin senelerdir o bölgedeymiş bir akşam gene yemeğe davet ettiklerinde sitem etti şehrin ileri gelenlerine, “Madem böyle bir yüzünüz vardı, bunca senedir buradayım niye bize hiç göstermediniz böyle bir misafirperverliği?” dediğinde tebessüm ettim.
Yıllardır dünyayı geziyor ve anlatıyorum. Bazen yol anılarımı okuyup gezdiğim bölgeye çalışmaya gidenler “Gürkan bey hiç anlattığınız gibi çıkmadı ülke.” veya “Lan gavat o ülkenin polisleri donumuza kadar bizi soydular ne yalan dolan yazıp milleti kandırıyorsun!” gibi mesajlar atıyorlar. Hangi ülkeye giderseniz gidin gittiğiniz ülkede çalışmaya gidiyorsanız yerel halk size farklı davranacaktır, misafir gidiyorsanız gene o halk size daha farklı davranacaktır. Hemen hemen her ülkede işsizlik var, haklı olarak gittiğin ülkenin vatandaşı ülkesinde iş bulamıyorken, yabancı ülkeden birinin gelip çalışmasını ülkelerinde hoş karşılamıyorlar. Bunu Japonya’da da gördüm, Finlandiya’da da, Fas’ta da, Tunus’ta da hemen hemen her ülkede gördüm. Vatandaşı olduğum Türkiye’de de durum aynı. Ülke dışından biri çalışmaya başladığında sevilmez. Fakat misafirseniz ve bunu belli ederseniz her ülkede baş tacı yapılırsınız. Her ülkenin kendine has çok güzel misafirperverlik anlayışı var. En güzel örneklerinden birini de Suudi Arabistan. Bak adamlar misafir edeceğiz diye öldürecekler nerdeyse. Cezayir’de kim misafir edecek diye kavga çıkmıştı. Her ülkede yaşadığım misafirperverlik hikayesi var.
Bu ara Hüseyin ile biraz da Suudi Arabistan’da ki iş ve kanunlar hakkında konuştum. Ülke 15 milyon yabancı insan var. Hindistan, Pakistan, Filipinler, Türkler, Amerikalılar, Avrupalılar. Ülkede yaşayan her bir yabancı her yıl devlete yaklaşık 1000$ para veriyor. Bu parayı her bir yabancıdan alıyorlar. Tabi Çöp toplayan bir Pakistanlı bu parayı verdiği için hep isyanlarda. Ülkede çalışmak istiyorsan bir tane Suudi Arabistanlı Kefile ihtiyacın var. Bu kefillik için ona her yıl para veriyorsun. Ülkeden ülkene giderken veya başka bir şehre giderken kendisini mutlaka haberdar ediyorsun. Mesela Riyad da yaşıyorsun geldin Taberjal’a Polis seni gördü ee biliyor yabancısın. Durdurup hemen evraklarına sorma ihtimali çok yüksek özellikle böyle az ziyaret edilen kıyı köşedeki şehirler için bu dediğim. Ne işin var burada diyip gel bir bakalım karakola deme olasılığı yüksek. Ancak bu ülkede belli bir yatırım yaptıysan ve sen kendinin kefili olursan (Sudi bankasında çok ciddi bir parayı bloke etmen lazım) O zaman sana pek bir şey demiyorlar belli alanlar içinde. Gene ülkede bazı kırmızı alanlar var, oralara izinsiz gidemezsin. Şurada şunu da demekte fayda var. Cidde,Riyad, Damam, Taif, Medine, Mekke (sıralamayı Şeriat kurallarının katılığına göre yaptım) bu şehirlerde gördüklerim ve yaşadıklarımla diğer şehirlerde gördüklerim yaşadıklarım arasında uçurumlar var. Yani “ay biz Cidde de yaşıyoruz hiç anlattığınız gibi değil valla” derse biri, he la heeee diyip geçcen. Bırak o Cidde yaşasın. Onun Suudi Arabistan’ı Cidde ve yukarı da saydığım şehirlerden en fazla ikisidir.
Yol aldıkça Anlatmaya devam edeceğim .. Güney’e doğru ineyim bakalım daha ne süprizlerle karşılaşacağım