Şili Santiago Büyükelçiliğimiz önünden sabah erkenden yola çıktık. Engin Kaban ile Türkiye’de İzmir’den geçerken tanışmıştım. Orada bisiklet severlere verdiğim bir sunuma gelip “Gürkan dünyanın bir yerinde seni yakalarım” demişti. Hatta bir de ‘Sırçantalılar’ adlı kitabı vardı, yola çıkmadan önce de onu satın alıp okumuştum. Güzel deneyimleri olan detaylı, iyi gezen ve en önemlisi paylaşan biri Engin Kaban. Kendisini Şili Santiago’da yakaladım. Engin Güney Amerika’yı yıllar önce gezmişti. Bu son geldiğinde ise İspanya gezisi sırasında tanıştığı Şilili kız arkadaşı Loretta ile evlendi. Santiago’daki buluşmamızda Loretta’nın evinde ailesine mangalda köfte bile yaptık. Engin kıyma yoğurmaya çağırdı, sen yap ben gelirim dedim.
Santiago şehrinde bisiklet bir ulaşım aracı olarak kullanıldığından birçok bölgesinde bisiklet yolları bulunmakta. Hatta şehrin içindeki kanalın içine dahi bisiklet yolu yapmışlar. Engin de bu şehre geldiğinden beri bisikletini oldukça fazla kullanıyormuş. Kondisyonu olduğunu, birkaç gün benimle birlikte pedal çevirmek istediğini söyledi ve birlikte yola çıktık.
Santiago şehir merkezinden 30 kilometre kadar uzaklaşmamıza rağmen bisiklet yolunda ilerlemek oldukça iyi oldu. Sonrasında ufak kasabalarda da yol güvenliği uzunca bir süre devam etti. İstikamet güney fakat belli bir rota yok. Kısa süreli bir bisiklet turu veya belli bir zaman kıstası olmadığından dolayı seyahatimde şu rotadan gitmeliyim veya bu rotaya girmeliyim gibi bir şey söz konusu değil. Canım o an yol üstünde veya arazide nereye gitmek istiyorsa oraya doğru yöneliyorum.
Ana yollardan kaçar, toprak yolları bulmaya çalışırım. Yoldaki hal ve tavırlarım, ilerleyiş halim ve daha birçok şey de Engin’in gözünden kaçmamış. Birlikte pedalladığımız 3 gün boyunca da gözlemlerini “Gürkan Genç ile pedallamak” deyip kendi sitesinde kaleme almış. (https://sirtcantalilar.com/gezi/gurkan-genc-ile-pedallamak)
Gün içinde Güney Amerika’yı bisikletle gezmekte olan Serhan ve Zeynep mesaj attı.
- Gürkan bizim Santiago’ya 200 km kaldı. Akşama doğru durduğumuz noktanın kordinatını yolarım.
- Tamamdır biz de güneye doğru ara yollardan geliyoruz illa ki karşılaşırız.
Serhan’ı yaptığı seyahatlerinden biliyorum, kendisi ile daha önce hiç tanışmadım. Yıllar önce Türkiye’den Japonya’ya bisikleti ile Bilgin ile giderken “Senin yol anılarını pdf olarak çıkartıp okuduk, şu an Japonya yolundayız” diye bir mesaj atmıştı. O zaman beri ara ara paylaşımlarına denk gelirim. Güney Amerika’da tanışmak kısmet oldu. Türkiye Japonya seyahatinden sonra bu seyahatini de Amerika Miami’de bitirmeyi düşünüyor. Şöyle birde web sayfası var (https://www.serhanmert.com/)
Akşama doğru kaldığı yerin koordinatını attı. Santiago’da kaldığım süre biraz fazlaydı ve oldukça iyi kilo almıştım. 116 km gün içinde hiç zorlamadı. Engin’in de uzun yolda ilk tecrübesiydi ve oldukça hızlıydı. Hatta %8 olan uzun bir tırmanışı da düşündüğümden hızlı çıktı. Akşam kaldıkları yere vardığımda bir gülme tuttu. Yol üstünde kalacak birçok alternatif yer bulunurken konaklamak için ilçelerin veya şehirlerin dışında bulunan Love hotellerden birini seçmişlerdi.
Güney Amerika’da hemen her küçük kasabada, köyde ve şehirde gördüğüm bu otellerin ücreti saatlik veriliyor. Cinsel ilişki yaşamak isteyen veya kendi evinde bazı sebeplerden dolayı şevişemeyen çiftlerin tercih ettiği yerler. Günlük konaklamalar normal otellere göre biraz daha pahalı. İçeriye girdiğinizde arabanızla ilerlerken sol veya sağ tarafınızda trafik lambası gibi ışıklar oluyor, hangisi yeşil yanıyorsa ona gidiyorsunuz, kapılar açık. Her bir daire apart otel gibi. Sonrasında mekan sahibi gelip odanın arka tarafında yüzünüzü görmeyecek şekilde kapının ortasındaki boşluktan sizden ücreti alıyor. Serhan ile Zeynep yoruldukları anda karşılarına burası çıkmış ve hiç düşünmeden girmişler. Bazen bedenin pili bittiğinde nasıl bir yerde çadır kurduğuma veya nasıl bir yerde kaldığıma veya kalacağıma ben de bakmıyorum. Japonya seyahatimde Love otellerinde Güney Kore’de kalmıştım, çokta hoşuma gitmişti.
Koca bir odanın içinde 4 gezgin sucuklu fasulyeye ekmek banarak tüm gece sohbet ettik. Her gezginin yol alış şekli farklı demiştim. Bir çok kişi taşıdığım yüklere çok falan der. Ama Serhan ve Zeynep benim iki katım kadar yük taşıyorlar. Onlarla karşılaştığımda bisikletimde toplamda 64 litre bagaj hacmi vardı. Onlarda ise 120 litrenin üstünde bagaj hacmi vardı. Çantaların bir tanesinde ne var diye bir bakayım dedim, ilk elime gelen şeyi gördükten sonra bakmayı bıraktım. : ) (faraş ve kürek) Helal olsun kardeş diyecek söz yok. Evi ile gezen bir gezgin Serhan ve Zeynep, yolları açık olsun.
Şubat ayında pedalladığımızdan günler oldukça sıcak, olabildiğince ağaçlık ve gölgelik alanlardan gitmeye çalışıyorum. Bu alanlardan biri de hemen elma tarlalarının yanı çıktı. Dalından elma yemeyeli bayağı bir zaman geçmişti. Hop hemen tarlaların içine daldım, kaçmaz. Arkadaki çantada boş alanlar var, doldur doldurabildiğin kadar. Bu arada tarlada çalışan ve yanımıza gelen adamla Engin hemen sohbete başladı. Sohbetin sonunda elmaların İngiltere’ye gönderildiğini öğrendim. Ufak bir araştırma yapıp neden Güney Amerika’dan Avrupa’ya hatta Türkiye’ye ürün ihraç edildiğini de öğrenip anılarım arasına ekledim. Burada tekrar belirtmekte fayda var; Türkiye’nin en fazla ceviz ihracatı yaptığı ülke de Şili.
Engin’in üçüncü günde dizinde bir ağrı başladığından daha fazla zorlamamasına gerek olmadığını karar verip yolculuğunu noktaladık. Uzun bir aradan sonra bir yoldaşla seyahat etmek, yolda bir şeyler paylaşmak güzel oldu. Keşke bir gün daha birlikte seyahat edebilseydik. Çünkü Engin’den ayrıldıktan sonra Santiago’nun 160 km güneybatısında yer alan Santa Cruz’u görmesini isterdim.
Civarda gezilecek bir müze veya önemli bir yer var mı derken bu küçük kasabada “Museo de Colchagua”yı fark ettim. İlk başlarda o yöne pedal çevirmek oldukça zor oldu. Kalabalık kamyon trafiğine girdim, neyse ki emniyet şeridi vardı. Gps’den ara yollara bakınsam da istediğim istikamette giden bir ara yol bulamadım. Kamyon trafiği bittikten sonra da üzüm bağlarının içinde kaybettim kendimi…
İtalya, İspanya, İskoçya, Japonya.. Bu ülkelerde pedallarken yolda olmanın verdiği farklı bir mutluluk vardı. Uzun zamandır yaşamadığım bir duyguyu öyle bir anda geri yaşadım. Tek bir yol karesi zihnimde birçok alanı tekrar canlandırdı. Film şeridi gibi hepsi tek tek gözümün önünden geçerken bisikleti kenara çekip cırcır böceklerinin ve kuşların sesini dinledim. Bir ağacın gölgesine oturup dakikalarca gök yüzüne bakıp hiç bir şey düşünmeden dinledim. Sanırım hiç bir şey düşünmediğim anlarda yüzümde bir gülümseme oluşuyor, bunun ne anlama geldiğini bilmiyorum. Bir insan nasıl hiç düşünmeden saatlerce oturur ki?.. Gürkan yolda ne düşünüyorsun diye soran çok oluyor. İlk yıllarda bir şeyler düşünüyordum fakat 9 Eylül 2012 tarihinden şu güne kadar çok zaman geçti ve hakikaten düşünecek bir şey kalmadı. Hakikaten yolda bir şey düşünmüyorum.
Santa Cruz kasabasında Carlos Caldoen tarafından yapılmış özel bir müze Museo de Colchagua. Hatta Şili’de en büyük özel müze ve benim Şili’de gördüğüm en güzel müze buydu. Hatta Güney Amerika kıtası bittiğinde yahu belki de gördüğüm en iyi müze Santa Cruz’daki müze diyebilirim bilmiyorum. Tüm bir günümü bu müzede geçirdim. Müzenin nasıl bu kadar zengin bir arşive ev sahipliği yaptığının hikayesi de ilginç. Carlos Caldoen, Saddam rejimine silah temin ettiği gerekçesi ile Amerika tarafından arananlar listesine de girmiş hatta yakalanması için para ödülü falan bile koymuşlar. Silah tüccarlığından kazandığı tüm parayı bu yerde kurduğu üzüm bağlarına ve bu müzeye yatırmış. Kendisi öldükten sonra da oğlu işleri devralıp müzeyi ve şarap işlerini genişletmek için bir vakıf kurmuş.
Müzede ne arasanız var. Bir özel müze için oldukça zengindi. Japonya’ya gittiğim bisikletin durduğu Ankara Koç Müzesi’ni de anımsattı. Bu müzede tarihte adı geçmiş çok değerli insanlardan bir kalem veya bir kılıç veya bir elbise parçası görmeniz de mümkün. Müzenin kendine ait bir de eski otomobil koleksiyonu var o da bu şehirden yaklaşık 10 km uzaklıkta, oraya da gittim fakat benim gittiğim zamanda tadilattaydı. Aynı zamanda üzüm bağları da enfes. Sabah erken saatlerde müzeye girdim akşama doğru müzeden çıkıp yoluma devam ettim ve o akşam yol üstünde başka bir kasabada, adı da Chepica olur o kasabanın, kilisesinde konakladım.
Afrika seyahatimde oldukça fazla sayıda kilisede ve okulda konaklamıştım. Burada da kiliselerde konaklamaya denedim fakat olay Afrika’da ki gibi olmadı. Kilise kapıları çoğunlukla kapalı. Kapalı değilse bile Baş Rahip’e ulaşmak oldukça güç. Tanrı’nın evi olarak görülen bu noktalarda yoldan geldiği belli olan birini ancak ve ancak Baş Rahip’in onayı olduktan sonra kabul ediyorlar.
Kasaba meydanında yer alan kilisede çalışanlara selam verip bir gece bahçede çadır kurup kalıp kalamayacağımı sorduğumda çadırı kurmam için çok güzel bir yer gösterdiler ve akşam da yemeğe davet ettiler. Camiler, kiliseler ve tapınaklarda bulunan yetkililer yolda olanları gördüklerinde çoğunlukla yapması gereken bence budur. Bu olay beleşçilik değildir, eskiden at sırtında, deve sırtında gidenlere nasıl misafirperverlik gösteriliyorsa ne yapılıyorsa en azından böyle sadece kas gücü ile gezenlere de aynısı yapılsa çok güzel olur diye düşünüyorum ki bir çok yerde de zaten davet edilmişimdir.
Yıllar yılları kovaladıkça tabi ki bu sosyal medyanın gücüde inanılmaz bir hal aldı. Bölgede paylaştığım fotoğrafları Instagram’dan gören Maria mesaj attı. “Gürkan eğer aşağıda Chileon şehrine doğru geliyorsan seni misafir etmek isterim.” Şehir yolum üstünde, tabi ki de gelirim dedim. Gün içinde de yaptığım yollar yukarıda Engin’in yazısını okuyanların da anlayacağı gibi hiç belli olmuyor öyle aralardan derelerden giderken bir yerde ana yola çıktım, daha sonra geri girerim ara yola dedim ki karşıdan iki bisikletli geliyor biri bağırıyor: “Gürkan Gürkan!” Hayırdır inşallah yahu bu kadar popüler olmuş olmamam lazım derken gelen kişi Maria ve kızı Lucia çıktı. Beni karşılamak için yola çıkmışlar. 40 km buraya geliş 40 kilometre de dönüş ana kız, ana yolda.. Ee helal olsun ne diyim ki. Benim ara yollar hikaye oldu.
Şimdi bendeki İspanyolca tırt. Maria zaten İngilizce bilmiyor, ee kızı Lucia çat pat İngilizce biliyor. Ooo işimiz var. Evlerine gittik müstakil bir ev. Maria’nın annesi Rosa da bu evde yaşıyor. Yani anlayacağınız evde 3 kadın var. Sofralar kuruldu yemekler yapıldı. Googlee Translate de olmasa bittik. İngilizce’den İspanyolca’ya o kadar güzel çeviriyor ki üstelik mikrofondan konuşuyorum o çeviriyor yazmama bile gerek yok. Şu teknolojinin gözünü seveyim.
Maria: “Gürkan o kadar uzun zamandır yoldasın hiç mi bir tarafın ağrımıyor” deyiverince “Yahu ağrımaz olur mu omuzum ağrıyor” dedim. Dememle birlikte beni büyük koltuğa aldılar. İçerden bir masaj makinası geldi. Rosa aldı onu kafamdan aşağıya omuzlara falan gezdiriyor. Maria bir bacağıma Lucia diğer bacağıma masaj yapıyor. Allah’ım ben öldüm cennetteyim sanırım bu ne yahuuuuuuuuu. 10 dk geçti hani insan der ya yoruldunuz yeter sağ olun falan, hiç hiç, yüzsüzlüğüm tuttu.. 30 dakika masaj bittiğinde zaten kanepeye geçip uyudum, direkt uyudum. Ben şöyle geçeyim dediğimi hatırlıyorum, sonrası yok.
Ertesi gün şehre inmeden önce Lucia’yı dişçiye bıraktık. Bu diş telleri mevzusunu genel olarak Güney Amerika’da çok popüler. Bir çok genç kızın /erkeğin selfie pozlarında o diş telleri hep ön plana çıkartılır. Ne burada ne de Arjantin de dişleri çarpık çurpuk birine denk gelmedim herkesin dişleri inci gibi güzel. Lucia’yı dişçiye bıraktıktan sonra ev için alışverişe çıktık.
Şimdi ben de evde bir süre misafir olacağım için evin giderlerine ortak olmam lazım. Bunu misafir olduğum yerlerde yapmaya özen gösteriyorum. Türklerin evinde misafir olduğumda genellikle kavga gürültü oluyor ve ben ortak olmadan alışveriş bitiyor. Diğer ülkelerde öyle değil. Sonra da Maria’nın terzideki işini halledip eve geri dönüyoruz. Google Translate aracılığı ile sohbet ederken Rosa’nın bir okulun müdür yardımcısı olduğunu öğreniyorum. Tam ben teklif edecektim ki Rosa “Gürkan bizim okulda çocuklarla konuşmak ister misin?” deyince tamamdır dedim, sadece İngilizce bilen bir öğretmene ihtiyaç var.
Ben İngilizce anlatırım o da çocuklara çevirir. Ertesi gün okula bisikletle gidip biraz seyahatimden biraz da bu dünyada yaşayan insanlar olarak gelecek için neler yapmalıyız onu anlattım. Güzel bir konuşma oldu, çocuklar bayıldılar. Bazen kendimi bir çizgi kahraman gibi hissediyorum, çok komik bir duygu… Tarif edemiyorum ama işte komik ne bileyim…
Maria “İstersen burada kalabilir ve bizimle yaşayabilirsin.’’ dediği anda dedim bu iş iyi gitmiyor, yavaştan yavaştan gitmenin vakti geldi. Yoksa yakında aileme başka haberler vereceğim. Bu muhteşem aileye beni ağırladıkları için teşekkür ederim 🙂