Panama – Kosta Rika Atlantik geçişinde, eskiden araçları kabul etmiyorlarmış (yukarı taraftaki en kuzey sınır kapısından bahsediyorum). Sebebi de, bir aracın geçebileceği büyüklükte bir köprü yokmuş. Geçtiğimiz sene (yıl 2020) o köprü bisiklet yolu ile birlikte bitmiş. Hatta Panama içinde görmediğim bisiklet yolunu, sınıra yaklaştığım sırada görmek de ilginç oldu. Kosta Rika tarafında devam ettiğini de, hiç düşünmüyorum. Bakalım bu ülkeye geçişimiz nasıl olacak?
Panama tarafından çıkış damgasını aldıktan sonra, köprünün üst tarafına doğru bisiklet yolundan ilerlerledim. Panamayı terketmeden önce polisler durdurdu ve çantalarımda ne olduğunu sordular. Herhangi bir araştırma yapmadan da geçirdiler. Sözüm sözdür misali. Kosta Rika tarafına geldiğimdeyse Panamalılar’la birlikte sıraya girdim. Polis sıram geldiğinde aşağıda yer alan binalardan birine gitmemi söyledi. Halbuki Panamalılar’ı oraya yönlendirmemişti. O binaya gittiğimde de pasaport yetkilisi yukarı kata çıkıp sigorta işlemlerini halletmemi dile getirdi.
Eveeeeet, macera başlıyor. Bir önceki Panama yazımda dediğim gibi bu ülkeye girerken Covid19’un hüküm sürdüğü dönemlerde PCR testi sormuyorlardı. Oysa ki ilk defa PCR testimi Panama’dan çıkmadan bedavaya yaptırmıştım. Ayda yılda bir bedavaya yaptırdık o da iş görmedi. Hay ben böyle işin içine tüküreyim. Üst kattaki kapıyı çaldım içeri girdim. Sol tarafta Fransız iki turist, sağ tarafta oldukça hoş Kosta Rika’lı kadın görevli. Tekrar dışarı çıkıp içerdekilerin dışarı çıkmasını beklemek doğru olanıydı. Göt kadar oda, içeride beklemenin alemi yok, belli ki işim uzun sürecek. Kadınlar dışarı çıktığında içeri giriyorum.
– Selamlar. Pasaport işlemlerinden beni buraya gönderdiler. Türk vatandaşıyım ve 90 günlük ücretsiz vize hakkımı kullanmak için ne yapmam gerekiyor?
– Selamlar Kosta Rika’ya girmek için 50.000$ teminatlı sağlık sigortanıza ek olarak 2.000$ covid19 karantina teminatını Kosta Rika sigorta şirketlerinden yaptırmanız gerekiyor.
– Kendi ülkemden yaptırsam?
– Hayır kabul etmiyoruz. Bizim sistemimizde yaptırdığınızda size bir QR kod gönderilecek, yaptırdığınız sigorta günü kadar da vize verilecek.
– Bunu internet üzerinden mi yapacağız yoksa bu yakınlarda bu işlemi yapan birileri var mı?
– Aşağı tarafta sigorta şirketleri var, onlara gidebilirsiniz veya kendiniz internetten yaptırabilirsiniz.
– Teşekkürler.
Binadan çıktıktan sonra kadının dediği alana gittim orada başka milletlerden turistler de var. Sigorta firmasının yetkilisine sordum 90 günlük bu teminatların olduğu sigortaya ne kadar ödemem gerekiyor. 600 küsur dolar fiyat çekti. Taşak mı geçiyorsunuz lan, ülkeyi satın almaya gelmedik. Vay arkadaş turist silkelemekte boyut atladılar. Ulan her ülkede hükümetler yolunu buldu, burası ayrı bir yol bulmuş… 30 güne de 200 küsur dolar bir fiyat çekti. Alanı terk edip oturup bilgisayarımı açtım. Bakalım bu adamların önerdiği siteler ne kadar istiyor. En ucuz 167 dolara buldum. Elden gelen bir şey yok. Bazı gezgin arkadaşlarım “Abi biz 25$ para verdik o kadar para verme.” diye mesaj attılar. Otobüs ve araba ile gezen arkadaşlarımın benle ilgili hep unuttukları bir detay var. Araçla ile 15 günde ülkenin bir yerinden girip, öbür tarafından çıkmıyorum arkadaşlar. Girdiğim ülkede en az 1 ay kalıyorum. Bu noktadan bakılırsa 25$ Gibi bir ücret haftalık bir turizm ajansı ile ancak mümkün olabilir (otobüs seyahat acentaları sürümden kazanıyorlar), bense 1 aylık sigorta almaya çalışıyorum. Ucuz bir şey varsa, beni sıkıntıya sokmayacaksa ve yasalsa ben de onu illaki bulurum ama bu noktada yoktu… O QR kod olmadan pasaporta işlem yapmıyorlar. İnternet sayfasından kredi kartımı kullanarak yaptırdım ve e-posta adresime hemen QR kod geldi. Kod ile de pasaport kontrole gittim ve 31 günlük vize verdiler. Üzerinde herhangi bir oynama da yapılmadı. Ben böyle bisikletle geziyorum ediyorum diye biraz daha fazla gün istedim ama olumsuz döndüler. Neyse netice Pasaporta işlem yapıldı ve ülkeye girdim. 10 senedir gezerim hiçbir ülkenin devleti bana böyle bir kazık sokmamıştır. Hayır şöyle salak bir durum da var; ulan yanımdan o kadar Panamalı geçti hangi birinin sağlık sigortası vardı gözünü sevdiğim? Onlara yol verdiniz bana gelince hele geç şöyle diyip ayırdınız. Yoksa ırkçılığa gelince herkesin dilinde, herkes ayakta. Hazır bunları yazmışken uzun süredir aklımda olan bir durumu paylaşayım.
Ne zaman ki her birey ırk, din, dil ayırt etmeksizin bu gezegenin bir vatandaşı olduğunu anlar ve toplumsal kurallar çerçevesinde birlikte barış içinde yaşamayı öğrenir, işte o zaman insan kendi yaşam türünü kurtaracaktır ve bu sınırlara da gerek kalmayacaktır. İnsan canlı türünün genellikle ön gördüğü durum gezegenin kurtarılması. Her daim bunu dile getiriyoruz. Hayır arkadaş, insanın kendine çeki düzen vermesi ve gezegenin içinde yaşayan canlı türlerine saygı duyması gerekiyor! Bu gezegende azınlık olduğumuzu unutmuşuz. Bunu unutmamamız unutanlara hatırlatmamız gerekiyor. (Bir gün ben de unutursam hatırlatın!) Bu gezegen zamanı geldiğinde senin yaşamını sürdürebileceğin olanakları elinden alacak ve bu süreç o kadar uzakta da değil. Bu yüzden dünyayı kurtaralım sözlerini bir kenara bırakıp eğer bu gezegende yaşamak istiyorsak onun kurallarına göre hareket etmeyi öğrenmemiz gerekiyor. Çünkü EVİN SAHİBİ O, SEN DEĞİLSİN. ÖLÜMLÜ OLDUĞUNU UNUTMA VE YAŞADIĞIN EVİNİ TEMİZ TUT, KİRLETME Kİ SENDEN SONRA GELEN DE YAŞASIN. Öpeyrum.
Neyse 52. ülkeye girmiş oldum. Bakalım nasıl geçececek? Hemen Atlantik kıyısına gidip kendime kamp alanı bulayım. Yolun ilk kilometreleri fena değil. Fakat, ordusu olmayan bir ülke neden tek gidiş tek geliş yol yapmış ki?
Ha evet, Kosta Rika ordusu olmayan 30 ülkeden biri. Bu ordusu olmayan ülke sayısı belki biraz daha fazladır fakat bu konu pek de umrumda değil. 5 milyondan biraz fazla nüfusu olan Kosta Rika 1949 anayasası ile “Biz barıştan yanayız, silahlanmak savaştan başka bir şey getirmez” deyüüüpppp orduyu kaldırmış. Öte yandan gene aynı yılın sonlarına doğru, ülkedeki polis yapılanmasının içini değiştirmiş. Eee askeriyede o kadar ağır silah vardı, ne yani çöpe mi atacaklardı veya komşularına verip “Alın kardeş hayrını görün” mü diyeceklerdi? Haha…. . Len olum 71 sene ordu olmayan bir ülke, uluslararası karayolunu bir gidiş bir geliş mi yapar? Günler geçtikçe görüyorum ki o yolu da yeni yapmaya başlamışlar. Mevcut yollar da rezalet ötesi, haftalar sonra öğreniyorum ki devlet yetkilileri otoyol ihalesine fesat karıştırmış, çoğu tutuklanmış kimisi parayı alıp kaçmış. Bu arada karayolunu Çinli’lerin yaptığını da öğrenince “ABOOOOO, elinizde zaten iki üç liman varmış onları da kaybettiniz kardeş geçmiş olsun.” dedim. Çin’in Afrika ve Orta Amerika politikaları stratejileri de ayrı bir derya… Yol inşaatlarında Çinli mühendislerle konuşma imkanım da oldu.
Bir tanesi aynen şunu dedi: “Bu Kosta Rikalı’lar sadece yemek yiyip yatıyorlar hiçbir halttan anladıkları yok”. Doğruyu söylemek gerekirse Latin Amerika’da İspanya’dan gelmiş kronik bir sorundur bu adamın dediği. Ha hiç mi çalışkan Latin Amerikalı yok? Var tabi olmaz olur mu? Fakat işleri yavaştan alma, alanında uzman olmayıp, uzmanmış ayakları yapıp bir bok becerememe durumu Latin Amerika’nın genelinde gözlemlediğim bir durum. Ayrıca pratiklik de hakikaten SIFIR. Çinli’ler de ülkelerinde sabahtan akşama kadar köle gibi çalıştırıldıklarından buradaki rahatlık onların ayarını bozmuştur . Kosta Rikalı işçiler Çinli’lerle konuştuğumu görünce hemen bana şu soruyu sordular:
– Bunların ülkesinde hakikaten köpek, kedi yeniyor mu?
– Yeniyor.
– İnsan değil bunlar, nasıl yerler kedi ve köpeği onlar bizlerin can dostu..
– Ee sen hiç inek ve koyunu daha önce evinde besledin mi?
– Hayır beslemedim.
– Ee beslersen onlar da senin can dostun olur ve yemezsin, aynen kedi köpek gibi. Ayrıca onların ülkelerinde yeteri kadar inek ve koyun eti veya başka hayvan etleri de yok. Nüfusları da 1.8 milyar. Gayet normal bir tüketim durumu.
Bu şekilde farklı bir perspektif ile anlatınca durum makul geldi. Ama muhabbetin sonunda gene de yiyemezdim dediler. Aslında orada doğup büyüsüler ve o kültür ile harmanlansalardı onlar için de gayet doğal bir süreç olurdu.
Atlantik kıyısında bulunduğum süre zarfında gözüme çarpan bir başka detay da Afro-Latinlerin sadece bu kıyı şeridinde yaşamaları. Dağları aşıp iç kesimlere ve Pasifik kıyısına gidince bir tane bile Afro-Latin görmedim. Hakikaten yoktu, çok ilginç geldi. Gözden de kaçırmış olamam ki oldukça büyük bir alan. Hizmet sektöründe de de farklı bir şekilde benzer ayrımı görmek mümkün. Neyse bunu daha fazla konuşmak istemiyorum. Yukarıda diyeceğimi dedim…
Kosta Rika’da toplam 30 gün durdum ve bu 30 günün 20 günü yağışlıydı. Yağışlar sebebi ile çok ciddi toprak kaymaları ve sel olayları yaşandı. Hava koşullarının benim açımdan en ufak bir ehemmiyeti yok. -57 ve 61 derecelerde, yağmurda, buzda karda, çölde bisiklet sürmeye yıllardır devam ettim. Bazen limitleri çok zorladığımın farkındayım. O noktada duruyorum, kendi limitlerimi bilen biriyim. Fakat bazen de doğa benim beklemediğim hamleleri yapıyor ve limitlerimi bilmemin hiçbir ehemmiyeti de kalmıyor.
Yağmur şiddetini arttırdı, beraberinde rüzgar da geldi. O vakte kadar üstüme bir şey giymemiştim. Tropikal kuşakta ıslanmamın hiçbir önemi yok. Üstelik irtifa da yüksek değilse rahatça pedallarım. Bu iklim kuşağında yağmur durduktan sonra, çok kısa bir sürede geri kuruyorum. Bu yüzden de yağmurluk nerdeyse hiç giymiyorum. Fakat rüzgar esmeye başlayınca yağmurluğu giymek elzem oluyor. Karşıda bir otobüs durağı. Şuranın içine gireyim, çanta açacağım şimdi çantanın içine su girmesin. Otobüs durağında 60 yaşlarında siyahi bir kadın:
– Tam zamanında girdin buraya. Şanlısın.
– Hakikaten öyle oldu.
Çok tatlı bir kadındı. Afrikalı’ların bu candanlığı ve gülüşleri hep hoşuma gitmiştir.
Yağmur öyle bir şiddetlendi ki göz gözü görmüyor. Küçük bir kasabanın önündeki otobüs durağındayım. Bu arada ilerlediğim yol da Pan-Amerika yolu, yani o Alaska’ya kadar giden meşhur yol.
Durağın önüne bir taksi geldi. Durakta bu siyahi kadın, bir tane daha genç bir siyahi oğlan var. İki tane de 40’lı yaşlarda beyaz kadın var. Böyle beyaz ve siyah konuşmamın sebebi, hepsi aynı yöne gitmelerine ve takside yer olmasına rağmen siyahi kadının davetine diğer kadınların gelmeyişi ve dudak bükmeleri dikkatimi çekti. Haaaa demek ki “Pura Vida” hikayeymiş buralarda, aklımdan geçen de ilk bu oldu. “Pura Vida” Kosta Rika’nın mottosudur. Saf, Temiz Güzel yaşam… Bana göre de HE la HE.
Bunlar taksiye bindi, ben de o sıra yağmurluğu üzerime giymiştim. Taksinin arkasından yola çıktım. Taksi benden 50 metre kadar uzaklaştı ve sol taraftaki tepeden büyük bir toprak parçası koptu. Önümdeki taksiyi yutarak aşağı doğru kaymaya devam etti. Ömrüm boyunca böyle bir şey görmemiştim. O kadar büyük bir toprak parçasının bu kadar sessiz ve hızlı bir şekilde akabileceğini, o araba içindeki insanlarla birlikte saniyeler içinde gözümün önünde yok oldu. Ne bir çığlık sesi ne bir metalin metale çarpma sesi hiçbir ses duymadım. Toprak şiddetli yağmurun etkisi ile birlikte bütün o seslerlerle birlikte yaşamları alıp gitmişti. Toprağın akması durduğunda ancak kendime gelebildim. Geriye doğru bile gidememiştim, saniye farkı ile kurtulduğumun farkındayım. Yoldaki diğer araçlar, insanlar toprağın kayışını hep birlikte seyrettik ama en önde ben vardım ve ne yapacağımı bilemeden öyle dona kaldım. Kendime geldiğimde hemen köye pedalladım ve market sahibine toprağın kaydığını, onların köyünden 3 kişinin de toprak altında kaldığını söyledim. Duraktaki diğer kadınlar kimlerin toprak altında kaldığını biliyordu. Tekrar yola çıkmıştım ve durumu şöyle bir gözlemledim. Bu toprak kütlesini buradan araçlarla kaldırmak en az yarım gün alır o insanlara ulaşmak imkansız gibi gözüküyordu. Dakikalar sonra köyden toprak altında kalmış insanların aileleri geldi. Çığlıklar, feryatlar, bu sefer yağmur şiddetine rağmen bu sesleri bastıramıyordu. Küreklerle gelenler vardı fakat nereyi kazacaklarını dahi bilmiyorlardı. Araç kimbilir bu koca toprak yığınının neresindeydi. Bu arada dağın diğer kısmı da kopabilirdi ve orada durmak hiç akıllıca bir durum değildi. Kepçeleri beklemekten başka bir çare yoktu…
Sonrasında köyün içine girdim, anayol kapandığından dolayı ve başka geçecek bir alternatif yol olmadığından kasabanın altından geçen demiryolu hattını köydekilerden öğrenmiştim. Sadece motorsiklet ve bisikletlilerin geçebileceği bir yol vardı.
Yola devam ediyordum etmesine de; yaşadığım bu tecrübeden sonra yamaçlardan ve yol kenarındaki yüksek tepelerden uzak durmam gerektiğini çok iyi anladım. O akşama kadar yağmur hiç durmadı. Deniz seviyesinden biraz yükselebildim ve tam yükseldiğim noktada bir kasaba vardı. Bisikletin önünde GPS olmadığından (Panama’da kaybetmiştim) telefonda kullandığım Komoot programından bu kasabanın ilerisinde tekrar deniz seviyesine ineceğimi gördüm. Haa o zaman bu kasabada bu gece konaklamam daha iyi olacak. Deniz seviyesindeki alanların sular altında kaldığını da yol boyunca görmüştüm. Pan Amerika yolunun Kosta Rika kısmının yeniden yapılmasının bir gerekçesi de bu aslında. Yolu, yolun sağındaki ve solundaki yerleşim yerlerinin yukarısında yapmışlar ki, sel suları karayolunu kapamasın, yani bu ülkede daha önce bazı şeyler tecrübe edilmiş. Kasabada beton kalıplar çıkaran bir yer var, hemen dikkatimi çekti.
Üretim sahasının tepesinde çatı altında kaymak gibi beton vardı. Tamamdır, bana burada izin verirlerse çadır kurar yatarım. Gittim konuştum ve izin verdiler. Şu dönem Kosta Rika’nın bu bölgesinde çadır kurmak oldukça tehlikeli. Sel sularına bir kere Botsvana’da çadırın içinde yakalanmıştım, aynı şeyleri tekrar tecrübe etmek istemiyorum. Botsvana’da yaşadığım o gece çok zordu. Şimdi gözümün önünden geçiyor da doğruya doğru; bazen ben bile kendime şaşırıyorum. Nasıl oldu da yaşadığım onca olaydan sonra hala devam ediyorum, hayret etmemek mümkün değil.
Sonraki günlerde gideceğim yolların hepsi teker teker toprak kayması sonucu kapandı ve şehre giden sadece tek bir yol kaldı ki ben de o yolu gitmek istemiyordum. Çünkü yol hem dar, hem emniyet şeridi yoktu ve oldukça fazla kamyon geçiyordu. Fakat denemeden de bilemezdim, ne kadar tehlikeli olduğunu.
1.200 metre tırmanışı olan 35 kilometrelik bir yol sonrasında başkent San Jose’ye varıyorsun. Peki yol nasıl mıymış? Bu 35 km alanın hemen hemen tamamı tırmanış ve yağmur ormanından oluşuyor. Hiçbir araç için arızalandıklarında duracak yer dahi yapmamışlar. Orman o kadar sık ki pedallamayı bıraktığımda o ilk ayağı yere koyduğum anda, beyaz şeridin üstü yosun içinde olduğundan ayakkabım yola zor tutunuyordu. Özellikle kamyon ve otobüsler geçmeden durmam gerekiyor. Arkadan gelen araç seslerini duyduğumda hemen olabildiğince yana çekilip duruyorum. Çünkü hiçbiri, ama hiçbiri beni gördükleri anda yavaşlamıyor ve gidona bir veya iki karış mesafeden oldukça hızlı geçtiklerinden tehlikeli bir durum oluşuyor. Karşı şeritten gelen araçların içinden durumu fark eden kişilerle bazen göz göze geldiğim oldu. Yolun 22 kilometresini bu şekilde gitmeyi başarmıştım, üstelik günün yarısı da gitmişti dur kalk dur kalk olacak iş değil. Durumu fark eden şöförler polise haber vermişler ve polis gelip yolu kapattı.
– Senin bu yolda daha fazla ilerlemene izin veremeyiz.
– Evet farkındayım, yolun bu kadar kalabalık ve dar olduğunu tahmin etmemiştim.
– Sana araç bulacağız.
– Tamam.
Latin Amerika’da ikinci defa yol hayati risk taşıdığından dolayı bisikleti araca koymak zorunda kaldım. Yoldan geçen bir kamyon durduruldu ve beni arka bagajına attılar. (İlki Şili’nin içinde bir tünele girmeme izin vermemişlerdi. Karayolları aracı beni tünelin öbür tarafına taşımıştı) Yokuşu bitirmeme 13 km kalmış ve şehre de toplamda 25 km. Yokuş bittiğinde ve yol rahatladığında beni indirmelerini rica ettim. Şehire gene bisikletle girmiştim. Vay arkadaş ulan ne macera atlattık gene. Issızlığın ortasında dağın başındayken hayatımı bu kadar riske atmıyorum hakikaten. Tamam yalnızım ve başıma bir şey gelse yardıma gelecek falan filan yok o dağlarda ama bu şehir yakınlarında şehir içlerinde bisiklet sürmek hakikaten ayrı macera ve tehlikeli. Hep derim insanın olduğu yer tehlikeli.
Evet başkente geldim. Kalacak yer konusunda Japonya’ya bisikletle gittiğimde tanıştığım Engin (15 sene Japonya’da yaşadıktan sonra İngiltere’ye taşındı ve Kendisi MUBİ film uygulamasının ortaklarından biri). İstanbul Kadıköy Erkek Lisesi’nden sınıf arkadaşı olan Emir’in Kosta Rika’da yer alan otelinde kalmamı söyledi. Emir ile beni whatsapp üzerinden tanıştırdı ve ben de onun şehir merkezinde yer alan oteline gittim.
Emir burada babası ile birlikte yaşıyor. Bülent Sayar da vakti zamanında tekneyle uzun geziler yapmış ve Fiat’dan emekli olduktan sonra oğlunun yanına Kosta Rika’ya gelmiş. Hayatı inanılmaz renkli bir insanın anılarını ve tecrübelerini dinlemek çok güzel oldu. Hala gezmek için planlar yapıyor ve hayalindeki tekne ile seyahat projesini de benimle paylaştı. Emir’in Aldea Hostel covid19 döneminde olmuş Aldea Otel. Yatakhanelerin hepsini tek kişilik odalara çevirmiş. Üstelik bu odaları da çok şık bir hale sokmuş. Sağolsun bana da çok güzel bir indirim yaptı. Otelin yan tarafında da Corner adında bir pizzacısı var ve başkent merkeze çok yakın bir noktada.
Emir’in buraya gelme hikayesi de dayısı Mehmet Abi sayesinde olmuş, O’nun da şehir merkezinde Sofia adında çok güzel bir Türk restoranı. Hemen yanında da yakın arkadaşı Hasan’ın çok güzel bir pastanesi var. Türkiye’den çıktığımdan beri ilk defa peynirli poğaçayı aynı formda burada yedim.
Gene bu şehirde uzun yıllardır seyahatimi takip eden Ericson’da çalışan Yağız ile de tanışma imkanım oldu. Onun ülkeye geliş macerası da apayrı bir hikaye ve mutlu son ile bitmiş, burada evlenmiş. O’nla da bisiklet binip gezme imkanımız oldu. Türk Büyükelçiliğ’imizde 2 defa bulunma şansım oldu.
Birincisinde elçimiz Fatma Hanım’la tanıştım. İkincisinde Kosta Rika’da 1970 yıllarından beri yaşayan bir vatandaşımızla görüştüm.
San Jose şehri büyük bir vadinin içinde diyebilirim. Başkentin etrafı dağlarla çevrilmiş durumda, dediğim gibi bulunduğum dönemde sürekli yağış olduğundan şehir içinde pek gezme isteği bulundurmuyordu. Fakat buna rağmen şehir merkezi, ulusal müzesi, bisikletimle civardaki köyleri gezme fırsatım da oldu. Bunları da hep yağmurda yaptım, gün sonunda otele geldiğimde genellikle ıslak oluyordum.
Bisikletli polisleri hemen her Latin Amerika ülkesinde gördüm. Fakat Kosta Rika’nın başkentinde hiç bu kadar fazla bisikletli polis göreceğim aklımın ucundan geçmezdi. Bisikletli polislere özgü bazı ekipmanlar da yapmışlar. Silahsızlanma falan filan dedik ya yukarıda. Hepsinde silah var, güvendeyiz sıkıntı yok. Yaaa bu ülkeye turist gelmesinin kriterlerinden biri de bu silahsızlanma ve ordunun olmayışı gösteriliyor, neymiş efendim çok daha güvenliymiş, yersen.
Özellikle şehrin güney tarafındaki yollar takip edildiğinde gece vakti gidilmeyecek yerleşkeler var. Bense gündüz vakti bisikletle o bölgelerden geçtim. Bir gün Kosta Rika’dan kahve göndermeye başlarsam göndereceğim tarla o tarafta dağların arka tarafındaydı o yüzden gitmiştim. Ülkenin en iyi kahve çekirdeği üreticilerinden biri Cup Of Excellence, puanı +91 uhuu.. Yani çok çok iyi. Türkiye’yi bırak Avrupa’ya satışı yok Jorge’nin . Neyse oraya gidiş dönüş hikayesi esnasında yaşadıklarım…
İnsan gibi bir yoldan gitsem olmaz illaki en siktiri boktan yolu bulacağım zorluk konusunda, dönüşte de arka taraf için yaptığım bagajı kırmayı başardım. Üstelik yokuş aşağı inerken kırıldı, kırılan taraf çantaların ağırlığından dolayı jant tellerinin arasına girdi 5 teli aynı anda kırmayı başardım.
Jant çok güzel şekilde 8 oldu. Şehre var 22 kilometre, dağın başında yağmurun altında oturdum, kırılan telleri çıkardım yanımda yedek bulunan iki teli taktım. Kalan 3 tanesi önemli değildi, beni şehre kadar götürürdü ve ona uygun bir akort ayarı çaktım. Kırılan bagaj kısmını lastikle takviye ettim ve yoluma devam ettim. Dağın başı da olsa benim yolda kalmam çok küçük bir olasılık, ancak ve ancak kadroyu kırmam lazım ki onu da Afrika’da yapmıştım.
13-14 anahtarı kırılan yere koyup etrafını sarmış belli bir yere kadar bisikletin beni götürmesini sağlamıştım. Kolombiya’da demir işçisine yaptırdığın iş ancak bu kadar olur işte. Emir sayesinde süper bir demirci buldum şehirde ve bagajı biraz daha geliştirip yenisini yaptırdım.
Gene şehir içindeki karayolları, toplu taşıma sistemi, kaldırımlar falan filan hiç 70 yıl orduya yatırım yapmayan bir ülke izlenimi vermiyor. Ağalar paralar nerde ne yaptınız lan ordunuz yok. Len sadece çikita muzdan her yıl temiz 1.5 milyar dolarınız var. Ha bu arada Kosta Rika muz ihracatı konusunda Orta Amerika’nın bir numaralı ülkesi. Ülkede 2020 yılında yapılan nüfus sayımında 6 milyona yakın çıkmışlar. Orta Amerika nüfuslara ve ülke ekonomilerine internet üzerinden bakıp bisikletle de ülkeyi gezince “Bu ne perhiz, bu ne laha turşusu” dedirtir herkese. Şunu ekliyeyim ona şaşıralım: Bu 6 milyonluk ülkenin günlük çöpü 550 tonun üzerinde ve sadece 50 ton gibi bir rakamı geri dönüşüme tabi. 500 ton çöpün 420 tonunu ne yapıyorlar? Tabi ki de okyanusa atıyorlar ne yapacaklardı? Hemen hemen Konya ilimizle aynı yüz ölçüme sahip bu ülkede her gün geri dönüşüme tabi olmayan 500 ton çöpü yerin altına gömecek halleri yok… bazı gerçekleri görmek ve kabullenmek istemeyiz, istemiyoruz. O zaman ne diyoruz Kosta Rika Orta Amerika’nın incisi…. Pura Vida..
Bir önceki yazımda Kolombiya’ya Garmin Türkiye’nin gönderdiği Oregon 750 modelini Panama’da arazide düşürdüğümü dile getirmiştim. Çamurların içinde aramama rağmen bir türlü bulamamıştım ve oldukça üzülmüştüm. Evet Garmin’den sponsorluğum var ama ben bu seviyeye ne koşullarda geldiğimi de hatırlıyorum. Yıllardır bisikletim üzerindeki her şeye ama her şeye gözüm gibi bakarım. Tamam sponsor bana yenisini gönderebilir ama olsun asla kaybetmek veya kırmak istemem. O gün de saatlerce aramamım sebebi buydu işte. Üzüntüyle yola devam ettim ve ilk telefon sinyalinin geldiği noktada Türkiye Garmin’den Hasan’a mesaj attım. Hasan da hemen geri dönüş yapıp “Kosta Rika başkentte var oraya yazıyoruz. Biz sana parasını göndeririz sen de oradan alırsın.” dedi. Sağolsun hiç ikilemedi. Yıllar geçtikçe Kron, Garmin, Ortlieb ve Shimano Türkiye bir dediğimi iki etmemeye başladılar hakikaten ama bu süreç 11 yılın ardından geldi.
Türkiye’deki bisiklet camiasında arkadaşların benim için “Aa Gürkan Genç mi? Ooo çok popi ya bizden değil sponsorla geziyor” yorumlarını okudum. Popi nedir arkadaş? (Popüler, ünlü) Nasıl bir seyahat yapıldığını bilmeyen için popi ve ünlü biri olmam normal tabi. Durun arkadaşlar henüz POPİ VE ÜNLÜ BİRİ DEGİLİM öyle olmam için Türkiye’nin tamamının bu adamı bilmesi gerekmiyor mu? Hedef UBER POPİLİK, el birliği ile beni uber popi yapacağız gelecekte lütfen.
Kosta Rika Garmin’e Türkiye’den bir mesaj gidiyor, gitmiş. Mesaja bakıyorlar bakıyorlaa; “Ağa biri bizimle daşak geçiyor.” cümlesini ispanyolca versiyonunu söyleyip ardında da “Galiba Garmin Türkiye hacklendi, işin aslı astarını Amerika’dan bir öğrenelim.” Amerika merkeze mesaj atıyorlar:
“Bize Türkiye Garmin’den bir mesaj geldi. Bisikletle dünya turunda olan bir Türk sporcudan bahsediyorlar ve kendisine Garmin Türkiye Sponsor. Bizden Oregon 750 istenmiş. Bu durum gerçek mi değil mi bir teyit eder misiniz?”
Amerika Garmin de direkt kendilerine yazıyor: ‘Olay gerçektir.’ Hemen akabinde Garmin Kosta Rika’nın sahibi Francisco ve Gaby bana yazıyorlar. “Gürkan başkente geldiğinde seni ağırlamaktan mutluluk duyarız” ve aradan bir buçuk ay geçtikten sonra ben de yanlarına varıyorum.
Gaby kapıda beni karşılıyor, birkaç dakika önce ayakkabısının topuğu kırılmış, elinde bir topuk diğer elinde ayakkabı komik bir pozisyondu. Francisco hemen gelip yumruk tokuşturuyor. İçerdeki çalışanlarla teker teker tanışıyorum, selfi çektiriyoruz. Ardından beni toplantı odasına alıp dinliyorlar, hikayemi kısaca anlatıyorum. Hayranlıkla dinliyorlar… Ben de kendilerine soruyorum ne zamandır Garmin ile çalıştıklarını.
Francisco’nun hikayesi hakikaten çok güzel. Gençlik yıllarında Kosta Rica’da Satec firmasında tezgahtar olarak çalışmaya başlıyor. Gaby ile de bu firmada tanışıyorlar. Tezgahtarlıktan pazarlama direktörlüğüne kadar uzanan uzunca bir serüven. Satec’in sahibi ölmeden önce bir vasiyetname bırakıyor ve şirketin Francisco’ya devredilmesini istiyor, onunla beraber daha iyi bir noktaya geleceğini düşünüyor ve kendisi şirketin sahibi oluyor. Hikaye de günümüze kadar bu şekilde gelmiş. Ne kadar güzel bir durum. Bir şeyleri başarabileceğine inandığın kişiye ülkenin en büyük elektrik elektronik şirketini devretmek, şirket ülke genelinde bilinen ve durumu iyi olan bir şirketmiş sonrasında öğrendiklerim de bunlardı. Kendileri de Garmin markasının Kosta Rika distribütörü. Bu tarz markaların ülkelerinde sporcular için bir reklam bütçeleri vardır. Francisco ve Gaby Türkiye’den gönderilecek parayı kabul etmeyip bana Oregon 750’yi kendileri verdiler. Sonra bisikletimdeki edge 25 yeni bir kablo ihtiyacı var dedim. Bu çok eski bir model diyerek onu da Edge830 ile değiştirdiler. Bir anda nerdeyse 1000 $ ürün vermiş oldular. Kolumdaki saati de gördü “Gürkan o eski model vivo Active 3 onu da değiştirelim istersen.” dedi ama artık ben yok yok o çalışıyor durumu da iyi diyip istemedim. Bir yabancı sporcuya zaten yeteri kadar destek yapmıştı. Bu cihazları ben neden kullanıyorum detaylı olarak ekipman sayfamda yazıyor ve benim için çok önemliler. Francisco ve Gaby sizleri de hiç unutmayacağım. İnşallah kahve işimi büyütürüm ve bir gün Kosta Rika’ya kahve almaya geldiğimde sizleri tekrardan görürüm. Desteğiniz için çok teşekkür ederim.
Bir gün başkentte sokakta yürüyorum, telefonda arkadaşımla ile ingilizce konuşurken yanımdan geçmekte olan benim boylarımda gayet şık giyimli biri iki adım geri atarak. “İngilizce konuşuyorsun süper, yardım eder misin” dedi. Ben de telefonu işaret ederek zaman istedim telefon konuşması bittikten sonra da kendisine dönüp:
– Merhaba nasıl yardımcı olabilirim?
– Kusura bakma ne yapacağımı bilemiyorum. Panik halindeyim. 30 dk önce şu arka tarafta soyuldum. Amerikalıyım ve bir Marinim (yani kendisi deniz kuvvetlerinden). Polisle konuştum, telefonum falan olmadığından derdimi de anlatamadım. Taksiye verecek param da yok. Otel rezervasyonu falan da yaptırmamıştım, ne yapacağımı bilemiyorum bu şekilde kalakaldım. Acaba bana biraz yardımcı olman mümkün mü?
Haaaaaaa ulan koca ülkede denk geldiğin adama bak…..
– Tabi ederim, normalde ben bu tarz işler için danışmanlık ücreti alıyorum. Madem sıfırı tüketmiş durumdayız. Yardımcı olacağım. Öncelikle paniğe gerek yok. Amerikan elçiliği buraya çok yakın 6 blok ileride. Kime sorsan sana gösterir. Elçiliğe gittiğinde kapıdaki güvenlik görevlilerinin en az 2 tanesi Marin yani meslektaşsınız. Askerliğini nerede nasıl yaptığını söylediklerinde sana yardımcı olacaklardır. Telefonlarını istersin hesaplarına 100 – 500 dolar para çıkartırsın sana verirler. Aynı şekilde asker olduğun için elçilik içinde sana konaklayabileceğin bir yer verecekler. Bu arada tüm evrak işlerini en fazla 10 gün içinde yaptırabilirsin. Konakladığın süre boyunca da senden para almayacaklar. Hem amerikan askerisin, hem de vergisini veren bir vatandaş. Ayrıca zor durumlar için gene devletin bir ödeme sistemi var. Sana kredi gibi bir para verip ABD’ye döndüğünde senden tahsil edebiliyorlar. Sana kalmış. İstersen 3.000 dolar çek, bir kaç kıyafet al tatiline devam et. ABD’ye dönünce parayı verisin.
Kesintisiz ve seri konuşunca adam kısa süreli bir şok yaşadı.
– Sen bu kadar şeyi nerden biliyorsun?
– Ben de Turkish Marin oradan biliyorum. Kusura bakma gitmem gerekiyor dediklerimi unutma, ayrıca panikleme sen bir marin’sin HUAAAA…
Şu Amerikalıların bir ortamda sohbet ederken “I am an Ex-Marin” demelerine aranızda tanık olan var mı? Bazı ortamlarda çok bir POPİ mi olunuyor böyle dendi mi, nedir bunun hikayesi enteresan. Bunu özellikle sohbetlerinin içinde mutlaka geçiriyorlar. Neyse yukarıdaki arkadaş hakikaten Amerikalı’ydı şivesinden belliydi. Fakat soyulmuş biri falan değil bayağı bildiğin keriz avlamaya çıkmışta benle denk gelince işte kısa süreli bir şok yaşadı. Alırım adamın aklını.
Latin Amerika’da sokaklarda uyanık olmanız şart. Yürüdüğünüz sokağa, istikamete, arkanıza önünüze dikkat etmeli, mutlaka radarınız açık olmalı. Ben de bu kadar dikkatli olmama rağmen soyuldum. Telefonumu metroda çaldılar Buenos Aires’de, Medellin’de peşime 2 hırsız takıldı, Cucuta’da motosikletle önümü kestiler falan. Neyse dikkatli olun buralara geldiğinizde özellikle şehirlerde gezerken dikkat edin.
Gelelim Kosta Rika’nın bu Pura Vida hikayesine uyan kısmına. Bu motto çok önemli bu ülkede. Kosta Rika Avrupalı’lar ve özellikle Amerikalı’lar için muhteşem bir tatil lokasyonu. Ülkenin kuzeybatısında bulunan yarımada hakikaten güzel. Başkentten çıktıktan sonra istikamet Punta Arenas. Bu şehir Güney Amerika’yı gezenlere tanıdık gelecektir. Teee kıtanın en ucunda bulunan Şili’nin güneydeki en büyük şehridir. Hatta kıtanın güneyde yer alan en büyük şehri de dersem yanlış olmaz.
Punta Arenas’dan bu alana iki farklı feribot seferi var fiyatlar ucuz ve araçlar için de uygun. Kuzeydeki Naranjo plaja çıkıp ordan aşağı doğru kaptıracağım. Bu alanın ülkenin kalanına oranla çok daha güvenli olduğu hep dile getirildi. Fakat yukarı da dediğim gibi tedbiri elden bırakmamak gerekiyor. Haritaya bakıldığında asfalt yol gibi gözükse de, yolun büyük bir bölümü asfalt değil. Güneye çıkıp oradan yukarı doğru kaptırınca da yolda 3 adet nehir var. Bu nehirlerden birinde aligatörlerin (timsahın akrabaları) olduğunu hepsinden geçtikten sonra öğrendim. İyi ki o zaman öğrenmişim haha yoksa geçmezdim. Hayır bir de nehrin içinde 25 metre bisiklet falan itekledim. Öte yandan jaguar da bölgede var. Her ne kadar Afrika’dan edindiğim tecrübe ile insanlara özellikle bu alanlarda yaklaşmayacağını bilsem de, bu hayvanında bölgede nadir de olsa kendilerini insanlara gösterdiğini bir telefon videosu ile görmüş oldum. Tamam bunları görmek çok düşük ihtimal fakat gene de bir ihtimal görülebiliyorlar.
Sahil şeridi kuzeye Nikaragua sınırına çıkana kadar hakikaten çok güzeldi. İşin bir güzel yanı da Kosta Rika sahil şeridi boyunca canının istediği her yere çadır kurabilmen. Yakınında bir işletmenin olup olmasının hiçbir önemi yok. Hatta işletmelerin bulunduğu alanlara kamp kurduğumda restoran veya otel sahipleri de kendilerinin suyunu kullanmama veya işletmelerinde duş almama izin verdiler.
Bölgedeki her bir köyde hakikaten çok lüks konaklama yeme içme mekanları var. Burası sıradan bir Kosta Rika vatandaşının gelip para harcayabileceği bir yarımada değil. Köylerdeki insanlar çoğunlukla bölgedeki işletmelerde çalışıyorlar. Servis, mutfak işleri, Dj’lik, koruma, şöför, çöpçülük vs. İki farklı köyde vatandaşla vakit geçirdim. Sağolsunlar misafir ettiler ve güzel de sohbet döndü. Bu sohbetlerden birinde inanılmaz bir yağış vardı. Bu sırada yoldan geçen bir çok kişi benim akşam dinleneceğim kullanılmayan barda durdu ve sohbete başladık. Yağmur dindikten sonra baktım kimse evine gitmiyor. Dedim herhalde sohbet açtı kaldılar. Haha.
– Yahu sizin hanımlar, çocuklar bekliyordu evde öyle demiştiniz
– Evet, fakat yola çıkamayız akşam 9’a kadar yola çıkmak yasak..
Bölgedeki sahil şeridi kaplumbağaların yuvalama yeriymiş. Akşam 21:00’de bırak yola çıkmayı sahile gitmenin bile para cezası varmış. Yani para cezası var demeselerdi yalan yok gidecektim. Merak etmiştim. Halbuki işte gidiyorsun inceliyorsun hayvanı rahat bırak di mi? Sonrasında kendime kızdım. Afrika’da bırakmıştım bu ıssız yerlerdeki insanlarla iletişime geçmeyi veya fotoğraflarını videolarını çekmeyi, hayvanların hapis hayatı yaşadıkları yerlere gitmeyi. Fakat hala işte akla geliyor.. Neyse öğreniyorum hala yol uzun..
Şili’den arkadaşım Gonca mesaj attı. “Gürkan yukarı doğru çıkıyorsun, Can o tarafta yaşıyor çok güzel 3 mekanı var kendisi ile mutlaka tanış. Çok seveceksin.” Can’a mesaj attım, anında geri dönüş yaptı “Gürkan gel seni bekliyorum evim evindir.” Adamın mekana gittik adam evde değil baya bildiğin küçük bir şatoda yaşıyor.. Arkadaş o nasıl bir manzarallı ev.. Evin önünde bir adet GS1200.. Zaten moturu görünce aha bu adam ile aynı kafadayız dedim ve sonraki bir hafta boyunca hakikaten de öyle olduğunu gördüm. Türkiye’den ayrıldıktan sonra yurtdışında otellerde yiyecek içecek sorumlusu olarak çalışıyor ve yıllar sonra da gelip Kosta Rika’ya yerleşiyor. Burada da dünya mutfağı ile alakalı 3 tane restoran açıyor ki hepsi de birbirinden şık ve güzel. Kendisi ile olan muhabbetlerimizi ayrıldıktan sonra çok özledim. Ayrıca bir de Can’ın orada yaşayan İranlı arkadaşı Pourya ile de tanıştım, yahu adam sürekli kederli Türk müzikleri dinliyor falan arkadaş bu ne hal ya dedim “Sorma kardeş eski kız arkadaşım Türktü onun sayesinde öğrendim hep” Hahaha vay arkadaş dünyanın öbür ucuna geldik, eski kız arkadaşından ne acılar çekmiş adamla da tanıştık. Kardeşim sana da selam olsun hiç unutmayacağım, inşallah tekrar karşılaşacağız.
Kosta Rika’ya uğrayanınız olursa mutlaka yukarıda yazdığım gibi Mehmet abi (Sofia Restorant) , Hasan ( Şehir merkezindeki Pandeli) , Emir ( Şehir Merkezinde ki Corner) ve Can’ın mekanı ( Hacienda Blue Beach) görmeden ülkeyi geçmeyin derim . Hem biraz muhabbet eder soluklanırsınız. Evet 30 gün doldu ceza yemeden ülkeden çıkıp Nikaragua’ya gidelim bakalım neler olacak.