Uzun zamandır videolara el atmamıştım bundan sonra her ülke ile birlikte o ülkenin videosunu da bu şekilde kendi imkan ve olanaklarımla sizlerle paylaşacağım. Danimarka video görüntüsü – Danimarka Fotoğraf Albümü
Danimarka’ya giden gemi yolculuğu gayet iyi geçti. 4 kişilik odaya kimse gelmedi. Tek başıma yolcuk yaptım. Aslında yolculuğumda yaptığım bu gemi seyahatlerinde bir yol arkadaşı fena olmaz. Tanışır muhabbet eder arkadaş olursun. Gemi karaya vardığında bisikletimin başına geçtim. Yetkililer araçlardan önce bana öncelik verdi. Eh olacak o kadar. Gemiyi terk etmemle birlikte bisiklet işaretleri başladı. Bisikletli şuradan gitsin.
Danimarka’ya ilk gelişim. İnternetten yaptığım araştırmalar ve önceden öğrendiğim bilgiler doğrultusunda bisiklet ülkesine girmiş bulunmaktayım. Bisiklet konusunda Çin gerçeğini görmüş biri olarak Danimarka veya her hangi bir ülke hakkında bisikletle ilgili bir woow dedirtecek bir şey dendiğinde hep tebessüm ederim. “Eee Çin?” : ) Bisiklet ulaşımı konusunda beni etkileyebilecek Çin’den başka bir ülke olacağını sanmıyorum. Bizim bisiklet yolu dediğimiz yerlerde adamların otobanları var
Şimdi bu vize konusunda ulusal vizelere geçtiğimden dolayı Japonya turunda uyguladığım programa geri döndüm. Gittiğim ülkeden gideceğim ülkenin vizesini almam gerekiyor. Gps’e yazdım Alman elçiliğini hemen yerini buldu. Turumda gps, akıllı telefonlar ve e-kitap birçok anlamada büyük kolaylık sağlıyor. Normalde şehir içinde bir noktayı ararken asla gps’e girmem. Ne gerek var.. Yolda gördüğün insanlara, güzel bir kıza sor. Hem tanışırsın hem muhabbet edersin. Şehre yabancı olduğundan üstelik de senin nerelerden geldiğini duyunca yardımcı olmak için ellerinden geleni yapacaktır. Sosyal olmak şart. Saat 11:30 da gemiden indim öğlen konsolosluk bölümleri kapanır. Biraz acelem var. Bu yüzden gps den destek alıyorum.
Alman elçiliğinin önüne geldiğimde sağa sola şöyle bir bakıyorum. Sanırım kimse burada bisikleti çalmaz. Yüklü bir halde bisikleti bırak ve doğru elçiliğe. Kapıdaki ilk güvenlikten geçtim. İkinci güvenliğe geldim. Kendimi tanıtıyorum.
– Türkçe konuşabilirsiniz
– Hadi ya
Evet, içeride bulunan ikinci görevli Türk çıktı. Zamanında Alman vatandaşı olup burada iş e girmiş. Tabi alman disiplinini de almış. Öyle sıcak bir, “merhaba nasılsın” falan yok. Oldukça soğuk bir şekilde “Buyrun geçin bekleyin”. Her konsoloslukta olduğu gibi küçük sıkıcı bir bekleme odası. 20 dakikalık beklemeden sonra görevli kadın geliyor. Kim olduğumu neler yaptığımı anlatıyorum. Pasaporta bakıyor.
– İmkansız! Size vize veremeyiz.
– Nasıl ya nesi imkansız? Ulusal vizenizi istiyorum bu sizin ve dışişleri Bakanlığınızın kararına kalmış bir durum.
– Avrupa birliğine girdiğimizden beri böyle bir şey verilmediğini biliyoruz.
– Hanımefendi bisikletle dünya turu yapıyorum. Ülkenizi metre metre gezip neler yaşadım gördüm internet sayfamda anlatıyor bilgi veriyorum.
İsteksiz şekilde bana hangi evrakları istediğini söylüyor ve tekrar yineliyor “bu vize büyük ihtimal çıkmaz”.
Kapıdan dışarı çıkıyorum Hürriyet ve TRT Haberin temsilcileri beni karşılıyor. Elçilik haber vermiş bugün geleceğimi. Hatta arkadaşlar geminin çıkışında beklemişler. Tabi bisikleti tırların yanına koyduğumdan o çıkışı kullanamadım. Neyse birkaç poz ve sohbetten sonra da Elçiliğe gidiyorum.
Sağolsun Cophenagen elçiliğimiz ve çalışanlarımız benle ilgileniyorlar. Almanya vizesi için gerekli evrakların tamamlanmasına da yardımcı oldular ve vizeyi aldım. Hatta bir akşam Emel Hanım, Eşi Ahmet Bey ve minik kızları ile suşi yemeğe gidiyoruz. Bu Justin Biber’ın kim olduğunu tabi sosyal medya aracılığı ile duymuştum fotolarını da görmüştüm fakat genç kızlar üzerindeki etkisi konusunda her hangi bir malumatım ve görüşüm yoktu. O akşama kadar. Arabada giderken 6 yaşındaki minik kızımızın kucağında Justin Biber minderini görünce
– Bu Kim?
– Justiiinnnnnnnnn Bibeeeerrrrrrrrrrrr.. Amaa çooookkk tatlı dimi.
Şimdi bir şey demek lazım
– Ver bakim minderi. Yakından bakim ne kadar tatlı?
Minderin üstündeki fotoğrafına bakıyorum. Bebek yüzlü bir velet. Sonra da yanımda oturan Ecem’e artık nasıl baktıysam
– Sorma Gürkan yeni neslin idolü.
Arabadan inerken baktım minderi de yanında getiriyor. Babası annesi bırak dedi bırakmadı olaya hemen müdahale edip.
– Ama bak şimdi yemek yiyeceğiz. Yemek yerken minderin üstüne yağ sıçrarsa tabak devrilirse Justin Biber kirlenir ve bu kadar hoş gözükmez. ( minderde kalp şeklinde mor etrafı fırfırlı falan)
Bir iki saniye düşündükten sonra dediklerim mantıklı geldi. Genellikle böyle minik kızlar cilve falan yapar bir havalara girer konuşurken sonrada sözümü dinler. O an şunu da fark ettim. Hani Gürkan böyle istedi diye bırakılmadı o minder. “Haklı Justin Biber Kirlenmemeli bu yüzden de arabada güvenli ve düzgün bir şekilde bırakmalıyım” düşünce kesinlikle buydu. Hatta o sıralar Türkiye’de de Justin Biber’ın konseri mi ne varmış bende konser sonrasında bir babanın muhteşem yazısını okudum. Adam tüm samimiyeti ile içinden gelenleri yazmış.
Benim dönemde Evimiz Hollywood’da vardı. Jason Priestley ve Luke Perry ömrümüzü gençliğimizi yediler. Ulan o döneminde bir çok genç kız hastaydı bu heriflere. Bak aklıma ne geldi Hayat Ağcı vardı Sam Sam. Ama ne karakterdi ya. Bizde ona hastaydık. Kadın kadın heyt bee. Neyse işte sonuçta her gencin döneminde böyle durumlar oluyor. Telaşlanmamak lazım : )
Norveç’den Isveç’e geçiyorum. Facebook da bir mesaj
– Gürkan Selam ben Ecem. Atılım Üniversitesi Bisiklet kulübünün düzenlediği Eymir bisiklet turuna katılmış senle birlikte pedal çevirmiştim. Şuan Danimarka’da Erasmus öğrencisi olarak bulunuyorum. Seni misafir etmekten mutluluk duyarım. Hatta Bisikletle şehri de gezeriz.
Bak işte bu süper oldu. Daha Önce Finlandiya’da Atılım Üniversitesi mezunlarından Cem ile de buluşmuştum. Tabiki de teklifi kabul ettim. Haha Ecem’in ilk gün buluştuğumuzdaki heyecanını söylemeden edemeyeceğim. “Aaa harbi beraber bisiklete biniyoruz, Süper, inanılır gibi değil, nereden nereye” Tabi uzun uzun sohbet etme imkanımız oldu.
Şimdi ben insanlara anlatınca ki o zaman Eymir gölünde benle birlikte pedallamaya gelen öğrencilere de başımdan geçen olayları anlatmıştım, bazen sallıyor atıyor bu kadar da üst üste denk gelemez diyorlar. Bunları Türkiye’nin çeşitli yerlerinde sunumlar yaparken de duyuyordum kulağıma geliyordu. Zaten Ecem’de “anlattıklarının bir kısmını salladığını düşünüyor insanlar” demişti.
Yolda olmak çok enteresan bir duygudur. Bu yolculuk birçok insana ilham kaynağı oluyor farkındayım. Yolculuğun kendisi zaten bakıldığında küçük bir olay değil. Kalk Türkiye’den Japonya’ya git. 1 sene üstünden geçsin ki o 1 sene içinde de yerinde durma Türkiye’de bisiklet turları yap, sunumlar ver sonra 7 senelik dünya turuna çıkıyorum de. Bir Geri bak hele neler yapmılmış. Yapılan bunca olayın üstüne yeni hikayeler eklememe gerek yok. Yolda karşılaştığım insanlar ne yaptığımı soruyor “bisikletle dünyayı geziyorum” dediğimde adam gözleri ile görmesine rağmen “d.şak mı geçiyorun” diyor.. Ee adam görüyor da inanmıyor ben anlatmışım yazmışım neye yarar : )
Bak şimdi hikayeye gel onu geç kurguya gel kurguya. Ayarlasan bu kadar olmaz diyorum.
Norveç’de bulunurken bir radyo programına davet ediyorum. Tabi Yayın Türkçe bu arada radyoyu sunan abimiz diyor ki “Şimdi sen buraya ilk bisikletle gelen Türk olduğunu düşünüyorsun dur”. Valla gelene kadar benden önce bu taraflara bisikletle kışın gelen olmadığını biliyordum da yazın birileri gelmiştir sanırım. 1951 yılında bir vatandaşımız İstanbul’dan bisikletle çıkmış. Norveç Oslo’ya varmış. Evlenmiş, Türkiye’ye dönmüş. Çocuğu Oslo’da yaşıyor. Programa bağlanıyor sohbet ediyoruz. ( bak çekiyor ) Telefonu kapatıyoruz. Danimarka’dan bir dinleyici
– Merhaba benim adım Parvin. Azerbaycanlıyım seni Danimarka’da bekliyor evime misafir ediyorum kardeşim.
Ecem ile tanıştığım günün ertesinde Parvin’le tanışıyorum. Hatta tanışmakla kalmıyor eşinin okulunda çocuklara birde sunum veriyorum. En kral sorular her zaman çocuklardan geldi demiştim burada da aynı durum oldu. Bu arada hepsi instegram kullanıyor. Sunum bittikten sonra adresimi öğrenmek istediler. Tahtaya yazdım. Dersten çıktım onlar başka bir derse girdiler.
O ders esnasında sınıfta bulunan 30 öğrencinin 25 tanesi anında beni eklemişler ve instegrama her koyduğum fotoğrafı mutlaka beğeniyorlar. Parvin bir gün beni ailesi ile tanıştırmaya götürecek. Hemen Ecem’e telefon açtım gel senin içinde büyük fırsat Danimarka’da yerel halkın evine gireceksin. Bunlar büyük tecrübelerdir. Pat diye kimse seni evine davet etmez. Ecem, ben, Parvin ve kızı ile şehrin 40 km kuzeyindeki.
Helsingor ‘a gidiyoruz. Parvin’in qaynatası(Kananası) ve atası (babası)ile tanışıyoruz. Boşanmışlar ikisi de ayrı evlerde oturuyor fakat evler aynı muhitte. Her iki insanında birbirinden müthiş hayat tecrübeleri deneyimleri var. Mesela bir gün o noktaya Helsingor kalesini gezmeye tekrar gittiğimizde Micheal arabası ile civardaki tarihi turistlik yerlere bizi götürdü. Danimarka kültürünü anlattı. Parvin in Annesi 65 yaşında ironwoman : ) . Şaka değil kadın bizlere kazandığı madalyaları gösterdi ve hala beden eğitimi öğretmenliği yapıyor ve maratonlara katılıyor. Sonrasında mı? Ecem hala bu ailelerle görüşüyor.
Mesela Müsteşarlarımız bizi yemeğe çağırdığında Ecem hadi geliyorsun. Türk diplomatlarla sende tanış. Bunlar ufak şeyler gibi gözükse de inanın insanın hayatına muhteşem tecrübeler katan anlardır. Olayın en başına dönecek olursak Ecem’in Eymir gölüne gelmesi bile ayrı bir hikaye. Hatta onun öncesinde sunumuma gelmesi.
Ecem Copenhagen de okuyan tek Erasmus öğrencimiz değil. Başka arkadaşlarda var onlarla da tanışıyorum. Hatta bir gün Erasmus öğrencilerinin yemek günü vardı. Her milletin öğrencisi kendi yemeklerini yapacakmış.
Bak arasan bulaman bizimkiler neler yapmış, Zeytinyağlı Dolma, Mercimek köfte, kısır, etli fasülye, Ayva tatlısı, unuttuğum birkaç parça yemek daha vardı. Ulan aylardır dolma dolma diye sayıkla aha karşına çıksın. Hak ettim ama hak ettim. Koca kışı geride bıraktım iskandinav ülkelerininin tamamını bisikletle bitirdim. Ve işte ödülüm Zeytinyağlı dolma. Şimdi yaprak sarma istiyorum bakalım nerede denk gelecek. Bu arada yabancılarda en çok ayva tatlısını beğenmişler. Zaten dolma kalmadıydı 😀 bir iki kişi anca yiyebilmiştir.
Şimdi yemek faslı bitti ee ne yapılıyor. Okulun altında bar var. Burası Danimarka Teknik Üniversitesi. Yönetim okulun alt tarafına karaoke bilardo masaları ve bar yapmış. Hangi içkiyi ararsan var. Bu ülkelerin eğitim sistemleri dünya ya örnek gösterilir. Sonra dan yaptığım bir araştırmada da hemen hemen her üniversitenin kampüs içinde benzer bir yer olduğunu veya çevresinde mutlaka barlar veya eğlence yerleri olduğunu öğreniyorum. Biralar alında oturuldu muhabbet edilmeye başlandı. Gençlere üniversite den sonra ne yapacaklarını soruyorum. Yanıma da Meksikalı bir kız oturdu Adı Endy. Biz muhabbet ederken tabi biranın etkisi ile de bu kız arkadaşımız geğirdi ama hani ses çıkmasın diye böyle ağzını büzüştürür de geyirirsin ya ha. PISSS diye de bir ses çıkar. Bunu benim suratıma doğru yaptı. Bende tam o sırada bir şey anlatıyorum ağzım içine geyirdi. Len bare kafanı sağa sola çevir be kızım.
– Ecem bu kız bizim yemeklerden yemiş. Ağzımın içine geyirdi. hep soğan kokuyor
Tabi bunu böyle açık ve aleni diyince Ecem orda ufak bir gülme krizi geçirdi.
Sağa sola bakınıyorum aha Çinliler. Çini ve çinlileri hakikaten özledim. “Davşan Ha” “dur şuan çiyan var” ey gidi günler. Len, rotayı kuzey Afrika’dan sonra Çin’e mi çevirsem? Ta o zamanlardan hep bu Çinli yeni nesille ilgili kendi çapımda bir araştırma yapıyorum. Yurt dışında eğitim gören birçok milletin gencine sor üniversite bittikten sonra ne yapacaksın hepsinin hayali kendi vatanı haricinde başka bir ülkede iş fırsatlarını kovalamak. Yaptığım araştırma hakkında biraz Ecem’e bahsettim. Gel bu olaya sende tanık ol. Ecem çinlileri tanımıyormuş. Gittik tanıştık arkadaş olduk. Facebook twitterdan birbirimizi takip etmeye başladık. Üniversite sonrasında ki hayallerini sordum bu gençlere. Hepsi de vatanımıza geri döneceğiz cevabını verdi. : ) Hala çin’de genç bir arkadaşla ettiğim sohbeti unutamam. Ve bu gençlerin cevapları da Çinliler hakkında ki düşüncelerim konusunda yanılmadığımı gösterdiler.
Bir gün sonra Ecem’in Atılım Üniversitesinden arkadaşı Büşra Copenhagen’e geldi. O da Finlandiya ‘da Erasmus öğrencisi. “Madem Büşra’da geldi o halde tarihi turistlik yer olan Helsingor’a geri dönüyoruz. Orada gezmediğimiz bir kale var. Ayrıca bisikletlerle gidelim Hem bende yolculuğuma oradan başlayabilirim. Zaten Copenhagenden oraya daha önce 40 km bisikletle gitmiştik. Bu sefer trenle şehre gidip şehri bisikletlerimizle gezeceğiz. Benim koca bisikleti aldık trene koyduk ve şehrin 40km kuzeyine geçtik.
Danimarka da bulunan her trende bisikletler için ayrı bir vagon var. Şehir içinde yapılan tren seferlerinde bisiklet için ayrı bir bilet almana gerek yok. Fakat şehirlerarası trenlerde bisiklet için ayrı bir bilet alman gerekiyor. Bilet sistemi de çok iyi fakat çok pahalı. Mesela Cophenagen- Helsigor bileti aldım. 10 binimlik 40km mesafe bilet 520 kron yani 170 TL. Bide kart uygulamaları var. O kartlara sahipseniz olay biraz daha ucuza geliyor. Fakat o kartları da vatandaşlık numarası ile alıyorsun. İnerken binerken okutuyorsun. Aynı şekilde elindeki bileti trene binmeden bir makine da çentik attırıyorsun. Bu arada paravan falan da yok. Yani elini kolunu sallaya sallaya trenlere bisikletinle veya bisikletsiz binmen mümkün. Hiç ödeme de yapmadan. Arada bir vagon içinde kontrol yapılıyor o kadar o da ay da bir kere denk gelirsen. Fakat bu ülkenin vatandaşı da bunu yapmıyor.
Helsingor’a vardığımız da ilk gittiğimiz nokta Kronbrog kalesi. Kale ortaçağ da oldukça meşhur. İnanılmaz partilerin verildiği dönemin en zenginlerinin ağırlandığı kale. Hatta Sheakspear’ın Romeo ve Juliet konusunun geçtiği kale. Fakat Sheakpear bu kaleye hiç gelmeden kaleye romanında yer vermiştir.
Kalede her yıl eskiden de olduğu gibi tören zamanlarında top atışları yapılmakta. Üstelik bu top atışlarını da dönemin topları ile yapmaları ayrı bir hoş. Kalenin içini gezerken bisikletleri nereye bırakacağız dedik. Adamlar bu tarihi mekanın bir odasını bisiklet parkı yapmışlar : ). Eh çocuklarla kale gezilmez onları nereye bırakacağız onlara da bir Lego odası yapmışlar.
Kale ziyaretinden sonra kasabanın merkezine doğru bisikletlerimizi sürüyoruz. Hemen önümde bir bisikletli var. İşte olay budur. Bir şeyi yapabileceğine inanmak !! (fotoğrafa dikkatli bakın )
Ee açıktık yemek yiyelim. Şehir merkezi de oldukça kalabalık. Hop bir Türk restoranı. Yemeklerimizi de yedikten sonra Parvin’in babasının evine Yani Michale’a geri dönüyoruz. Micheal’da zamanınız varsa sizi gezdireyim diyor hayır yok demiyoruz. Adam Danimarkalı ve tarih öğretmeni. Norveç ‘de bana denilen o büyük Viking kalesine götürüyor. Tabi gittiğimizde geriye pek bir şey kalmadığını görüyoruz. Fakat o dönemde bu bölgeye denizden gelmenin ne kadar zor olduğunu gösteren bir harita yapmışlar. Kaleye gemilerle saldırmak nerdeyse imkansız. Labirent şeklinde ki nehirlerden bu noktaya gelmek ancak burada yaşayanlar için gayet kolaymış. Micheal’a Danimarka lılar nasıl Hristiyanlığı kabul ettiler diye sordum. Dönemin kralı budan sonra herkes hıristiyan olacak demiş ve olmuşlar kısa ve öz. Ee, olmayanlar? Kafaları uçmuş. Peki ya ondan önce neye inanırlardı. Tanrı Odin’e. Vikingler’de korkusuz savaşçılardı. Onlar için savaş da ölmek demek tanrı odin ile birlikte öbür tarafta bira veya şarap içecekleri anlamına gelirdi. En büyük tanrıları Odin. Vikingler ülkede ki yüksek buldukları alanlara tapınaklarını yaparlarmış. Günümüzde yüksek olan hemen her noktada bir kilise mevcut. Hatta o kalenin 2 km ilerisinde yer alan Pagan tapınağının bulunduğu noktaya da götürdü. Tabi oraya da bir kilise yapılmış. Fakat o dönemden kalma bir taş mevcut.
Hadi Bakalım Danimarka için de Gezinmeye başlayayım
Viking dininde yer alan Tanrı Odin'in tapınaklarından biri