Zaman hakikaten çabuk geçiyor, hangi ara yola çıktım da buralara geldim belli değil. Helsinki’ye gemi ile geri döndüğümde beni karşılayan elçilikten Ertuğrul ve Tunturi & Hellberg firmasından Gökhan oldu. Tunturi & Hellberg Finlandiya’nın en köklü bisiklet firmalarından biri ve Genel Müdürü de Tuncay Bey. Bisikletle dünyayı gezdiğimi öğrenince projeye destek veriyorlar. Önce elçilikte buluşuyor, sayın elçimiz Hüseyin Korutürk ile tanışıyorum. Orta şekerli türk kahvesi içildikten ve sohbetten sonra konaklayacağım yere götürüyorlar. Bir sonraki gün içinde de yakında bulunan şirket fabrikasında basın toplantısını gerçekleştiriyoruz.
Konaklamam için ayarlanan yer Helsinki’nin 32 km dışında Airport Otel. Helsinki ile havalimanı arasında metro yok. Bulunduğum noktadan otobüsle şehre inmek 45 dk sürüyor. Her gezginin yol alış şekli farklıdır demiştim. Ben de konaklayacağım zaman eğer bu büyük şehirse şehrin merkezine yakın kalacak yer bulmaya çalışırım. Ee, şehri gezeceksin. Merkeze mesafe 5km olur, 10 km olur eyvallah bisikletimle gider gelirim. Fakat şehre 32 km uzak kalırsan ayrıca şehir içindeki otobüs bilet fiyatı da tek yön 5 € olursa yemişim Helsinki’sini dersin. Koca ülkede 6 milyon nüfus ve kişi başına milli hasıla 33.000$ olunca benim bütçeme 5€ luk otobüs bileti açıkçası biraz fazla geldi.
Evet, Helsinki’de bulundum mu? Bulundum fakat detaylı bir şekilde şehri gezmedim. Eminim şehri anlatan yüzlerce güzel seyahat sitesi vardır. Dünyanın yaşanabilir başkentleri arasında hep ilk 10 sırada olup hatta birinciliği de olan bir şehrin toplu taşımada bu kadar pahalı olması şehri gezmeye gelen yabancılar için eksi bir puan. Fakat sadece bu olay eksi diyebilirim. Başka da bir kusur sanırım zor bulunur. Ha bi de bizim Kızılay Meydanı’nda sergilenen bir karışa üç karış cam fanus içinde bulunan “Avrupa Başkent” ödülüne iftira attılar. Çakmaymış! işte bu haber yıktı beni. Her yıl açıklanan listede Ankara hep 50. sırada ve daha gerisinde yer alıyormuş. Adamlar araştırmışlar. Belediye başkanımız basın mensuplarına açıklamayı yaptı. Ben de internetten seyrettim. “Kardeşim biz o ödülü farklı kategoride aldık” dedi. Hangi kategoride aldığımızı sormama bile gerek yok. Benim için konu da böylelikle kapanmıştır. Teşekkürler Başkanım. : )
Şehir sokaklarında turladım, gayet temiz ve düzenli. Arabalar belli bir düzene göre park etmişler, park alanları belli, bunun için uygun yerler yapılmış. Şehirde daha önce de dediğim gibi bir sessizlik var. Şehir içinde her noktaya ulaşım çok rahat. Bisiklet yolları mevcut. Yaya olarak trafik ışıklarına geldiğinizde hemen altında bulunan düğmelere basmanız gerekiyor. Bir çok kavşakta sistem buna göre çalışıyor. Mevsim kış olduğundan parkların içinde bulunan geniş alanlara buz pateni sahası yapmışlar. Ata sporlarını oynuyor gençler, hokey. Bu ülkede hayatı durduran olay ise İsveç – Finlandiya hokey maçı.
Cem ile buluştuğumuzda bir restoranda oturup sohbet ettik, bu sırada sokağı da rahatlıkla görebiliyordum. Tam bu esnada karşımızdan geçmekte olan tramvay durdu. Ve iki tane atlı kadın polis geldi. Oldum olası şu şehir içinde atlı polis olayına bir türlü anlam veremedim gitti.
Tamam, estetik gözüküyor da ne bilim ee bu hayvan tuvaletini yaptığında ne olacak? Poşetle alıp çöpe mi atıyorlar diyeceğim fakat şöyle bir durum daha var. Bu ülkenin insanı da yolda yürürken tükürmeyi ve sümkürmeyi seviyor. Rahatlar. Gerçi şehrin içine at yolu yapan toplumların atın bokunu gördüklerinde “Aa at pisliği cık cık bokunu ortalıkta bırakmışlar” diyeceklerini de sanmıyorum. Neyse kadının teki atından Malkoçoğlu misali atladı tramvayın içine bir daldı. Ne olduysa öbür tarafından iki serseri ile dışarı çıktı. Hop bu arada bir polis arabası da geldi. Adamları attılar içeri. Vay be bu ülkede de demek böyle durumlar oluyor dememe fırsat kalmadan sokağın bir ucundan sesler yükseldi. Ne oluyor yahu? Abi bir grup toplanmış ellerinde afişler falan bağırıyorlar. Çevrelerinde de atlı polisler. Ulan biz de iyi ki şehre sessiz sakin dedik. Atlı polis eşliğinde bağıra çağıra sokağın bir ucundan diğer ucuna kadar yürüdüler. Yani demek oluyor ki ödüller de alsan, Avrupa’nın pırlanta şehri de seçilensen dertler, çileler büyük şehirlerde bitmiyor. Fakat ortamda bişeyler eksik gibiydi alışık olmadığım bir yürüyüştü.
Geçenlerde Türkiye Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı İstanbulda’da bir erkek sığınma evi açacaklarını dile getirdi. Hatta Konya’da özel bir kurum tarıfından açılan erkek sığınma evi olduğunu da öğrendim. Bu araştırmayı da şu yüzden yaptım. Finladiya’da erkek sığınma evi senelerdir faaliyet gösteriyor. Ülkede bir kişiye ne kadar para düşüyor yukarıda bahsettim. Ve kadınların üretimde Finli erkeklere göre sözü daha büyük. Yolcu uçağı kaptanı kadın, arkasında tonlarca yükü olan tırı kullanan kadın, taksi şoförü kadın, tramvay kullanan kadın, beton karıştırıcı araç kullanan kadın, atlı polisi kadın, çevik kuvvet kadın, gümrük görevlisi kadın, makinist kadın, restoran sahibi kadın, inşaat mühendisi kadın, milletvekilinin yarısına yakını kadın. Ülkede kadın nüfusu erkek nüfusundan fazla. Kadınlar bir şey istedi mi oluyor. Ülke nüfusu az olduğu için çocuk doğuranlar da kendileri olduğundan ülke emirlerine amade. Eh hal böyle olunca erkeklere şiddet olayı da artmış. Evden kovulan erkekler, darp edilen erkekler, az kazandığı için dışlanan erkek. Hükümette ne yapsın erkek sığınma evini açmış, durum bu. Vay be.. Şu satırları yazarken hocam Eser Kökeker aklıma geldi. Hatta seneler önce iş yerimde kendisi ile karşılaştığımızda böyle çevremde kız arkadaşlarım da vardı; “Kızlar biliyor musunuz Gürkan Kadın ve İletişim dersinden kalmıştı!” diyip noktayı koydu. Selam olsun kendisine, hakikaten çok değerli ve kıymetli bir öğretim görevlisidir. 4 senede çok değerli bilgiler aktardı bize. Dersinden geçebilmek için (yaklaşık 100 erkek) kadın haklarının ve feminizm kitabını en baştan yazmıştık. Üniversite sıralarında son sınavdan bir çıkışımız var YAŞASIN KADINLAR, KADINLARA ÖZGÜRLÜK, KADINA ŞİDDETE HAYIR, KADIN HAKLARI! Feministin kralı gelse pardon kraliçesi “Ulan bunlar kimdir? Ne oluyor?” derdi. Hahahah.. Hey gidi hey, 92 alarak ben de dersine noktayı koyup sahaları terk etmiştim (o sekiz puanı da zaten 100 vermemek için kırmıştı kesin kesin. Ulan o sıcakta Kıbrıs’da kalmıştık ya aboo. İşte ben o yaz ayından sonra sıcaktan nefret ettim arkadaş. Kutuplar misss ohh -20, -30, -40 devam. : )
Bisiklet hayatıma girdiğinden beri onlarca insanla tanıştım. Bisikletli yaşamımda bende iz bırakan değerli bisikletli dostları yeri geldi sizlerle paylaştım. Finlandiya’da sunumuma Kaisa Leka geldi. Aslında kendisinin kim olduğunu bile bilmiyordum. Sunum sırasında ister istemez kendisi dikkatimi çekmişti. Çünkü bacakları biyonik bacaklardı. Ve böyle bir teknolojiyi bu kadar yakından ilk defa görüyordum. İki bacakta da muhteşem bir teknoloji var ama dur yakından incelesem diyemiyorsun ki. Sunum sırasında “Neden bu mevsimde Finlandiya’yı seçtin?” diye sordu. Ben de cevabı verdim ve sonrasında da tanıştık. Kendisi de bisikletle geziler yapıyormuş. Finlandiya’ya Isveç ve İzlanda’da turlar yapmış. 2013 yaz aylarında da Baltık ülkelerinde bir tur hazırlığı içinde. Sonrasında bana bir kitap çıkarıp verdi. Sanırım sınırlı sayıda baskısı olan Iceland’e yaptığı seyahati içeren bir kitap. Ben de kendisine çok teşekkür edip o gün yanından ayrıldım, sonra yolculuk sırasında bir gün açıp hediye ettiği kitabı okudum. Vay be muhteşem bir anlatım muhteşem bir azim, inanılmaz bir hayal gücü. Bir başka turcudan da aynı cümleler çıkmış sunumlarında. İnanç! Kendine olan ve yapacaklarına olan inancı.
Finlandiya’da pedallama zamanı geldi hadi bakalım. Şu olaya dikkat ettim de; ben ne zaman mola versem veya dinlemeye çekilsem hava gayet sakin oluyor, kar yağmıyor, soğukluk derecesi düşüyor, böyle günlük gülistanlık oluyor. Dışarı bir çıkıyorum, kar başlamış. Gülümsüyorum. Gülümsüyorum çünkü bu kar yağmasaydı bu yolun keyfi çıkmazdı. Yoksa niye kışın bu bölgeye geldik. : )
İki pedal çeviriyorum. Hadi bakalım kuzey kutub çizgisi kışın geçilir mi? Önce pedalın birine spd’yi geçirdim, ÇAT sesi, sonra diğeri de ÇAAT! Seslerini duyduktan sonra bacaklar bir dinamo gibi tekrar çalışmaya başladı. Ha bu arada, evet ben gideceğime inanıyorum! : )
Şehrin dışında bulunduğumdan bisiklet yolları bu alanda yok. Anayola çıkmak zorundayım. Anayol dediğim alan tabii ki de otoban değil. Bizim ülkemizde olduğu gibi her ülkenin otobanında bisiklet sürmek yasak. Zaten her kavşakta o yola girerken gerekli işaretlendirmeler de bulunuyor. Gireceğim yol ana bir yol çünkü 4 şerit var fakat otoban değil. Gps’den hemen ilk kavşağı görüp tamam diyorum rota buradan gider. O alanları hızlı bir şekilde geçip otobanın hemen yanındaki ara yola çıkmayı başarıyorum.
İşte budur, uzun bir süre bu yolda gideceğim. Rüzgar da karşıdan şiddetini arttırdı. Aslında şu anı bir kameraya çekmek lazım, bir daha nerede tipiye denk geleceğim belli değil. GoPro ve diğer kamera falan derken gene oldukça uğraştırıyor. 40 km hiç durmadan pedallıyorum. Bu ne ya bir tane bile dinlenme tesisi olmaz mı yuh. 50km yapıyorum sonunda bir tane tesis çıkıyor. Tam bir kardan adam modundayım. İçeri girdiğimde insanların o bakışları zaten üzerimdeki karın ne kadar fazla olduğunu açıkça belli ediyor. Hemen soyunmaya başladım. Önce mont, sonra termal kıyafet eldivenler maskeler hepsi çıktı. Oh be! 😀 Şimdi ısınma zamanı ve yemek zamanı. Finlandiya’da restoranlar genellikle açık büfe şeklinde. Lüks restoranlar haricinde ortada gezen bir garson veya komi göremezsiniz. Yemeklerini alır kasada hesabı öder yemeğini yer sonrada kirlileri orada ayrılmış özel alana gider bırakırsın. Sabah 6:30 öğlen 15:30 arasında hemen hemen tüm restoranlarda en düşük 7.5€, en yüksek 11€ şeklinde öğlen yemek menüleri bulunuyor.
Finlandiya’da pedalladığım her gün kar yağıyor. Fakat hava oldukça iyi -5 ila -10 arasında seyrediyor. Kardeşim mesaj atıyor:
– Hava nasıl?
– Sıcak! -8.
– Sen iyicene kafayı kırdın, -8’in neresi sıcak!
Soğukla sınavımı Rusya yollarında Ocak ayında verdim, daha soğunu görene kadar ağzımdan bir daha soğuk kelimesi zor çıkar.
Bu arada yukarıda bisiklette çivili lastikler kullandığımı söylemiştim. Bu ülkede kar ve buz hiçbir zaman eksik olmuyor. Bu yüzden şehir içinde bisiklet kullananların da lastiklerinde çivili lastik illa ki var. Tunturi firması destek verince ben de piyasada bulunan en iyi çivili lastikleri aldım. Uzun zamandır Spd’leri kullanmıyordum fakat bu lastiklerle beraber buzda ve karda spd kullanmanın keyfini çıkartıyorum. Muhteşem bir olay. Bisikletin üzerinde bulunan 55 kilonun da avantajı ile lastiklerde en ufak bir kayma, pati yok. 30 km hıza kadar çıktım. 20 kilometrede sağ sola zigzaklar çizdim. Kasabanın tekinde hokey turnuvası vardı. Baktım alan tamamı ile buz, dur ulan şuraya da gireyim dedim hop orda da pedalladım. Gene bir kasabada göl buz tutmuştu, oranın üzerinde de sürdüm. Yokuşlarda spd’ler takılı halde karın, buzun üstünde ayakta saatlerce pedal çevirdim. Lastiklere benden tam not. Ekipman sayfasında da paylaştım. Bu arada bisiklette bazı parçalar da değişti. Mesela Xtr zinciri 5490 km sonunda değiştirmek gerekti. Eğer ben karlı ve buzlu alanda pedallamıyor olsaydım bu zinciri 10bin km rahatlıkla kullanırdım. Şimdi sırada XT zincirler var. Bakalım ne kadar dayanacaklar. Zincir değiştirirken tabi aynı şekilde arka rubleyi değiştirmek de performansı daha iyi yapacağından o da değişti ve Xt rubleleler yenilendi. Fren ve vites tellerinin tamamı da değişti. Ayna kol söküldü, bakımı yapıldı. Yani bisiklet uzun bir süreden sonra ilk defa tam anlamı ile bakıma girdi. Aslında bu çok iyi oldu, bisiklet bu şekilde sökülüp takıldığında ana kasada herhangi bir hasar veya bir sorun var mı ona da bakıldı. Bu kadar karda soğukta -30 -40 -50 derecelere maruz kalıyor bu bisiklet. Üstüne o kadar kar yağıyor. Yollardaki tuz, bisikletin üzerindeki yük, benim uyguladığım güç derken tam anlamı ile test ediliyor. Eğer Bahadır ile birlikte yola çıkmadan önce tasarladığımız Kron’un tur bisikletleri olayını hayata geçirirsek bir Türk markası olarak tur bisikletleri sektöründe adını duyurma şansı var. Bahadır topu da buradan sana atıyorum. : )
Finlandiya’da her şehre, kasabaya, köye girdiğinizde kesinlikle bir bisiklet yolu görüyorsunuz. Olmaması gibi bir şey söz konusu değil. Hatta köy yollarına girdiğimde şunu da fark ettim; Finlandiya’nın güneyinden kuzeyine kadar ormanların içinden gidebilirsiniz. Bunu da bir ormanın içinde bisiklet yoluna kurduğum çadırdan anladım. Ormanların içinde bulunan bisiklet yollarını temizlemiyorlar, insanlar da bu alanları kayak yapmak için kullanıyor. Aslında normal şehir içinde bisiklet yollarında da kayak yapan tipler görmek mümkün. Şehirlerdeki bisiklet yollarında da kar var. Fakat bu yollara daha önce de dediğim gibi ufak çakıl taşları atıyorlar. Merak etmiştim acaba baharda durum nasıl oluyor diye.. Bunların temizliği genellikle yapılmıyormuş ve bu taşların sivri olanları lastikleri patlatıyormuş. Lastik patlağı dedik de Türkiye’den çıktığımdan beri lastiğim sadece üç defa patladı, bu da gayet güzel bir durum. Fakat ikisi de Rusya’da o soğuklarda patladı. Mümkünse kışın lastiğim patlamasın. : )
Finlandiya’da da Rusya’da yaptığım gibi gece çadır atacağım noktaları dinlenme tesislerinin yanı olması için biraz çaba harcıyorum. Çünkü sabah toparlandıktan sonra ısınmak için bir süreliğine içeride oturmak çok iyi geliyor. Fakat burada restoranlara denk gelmek sıkıntı. Çok az. Denk gelsen de kapanma ve açılma saatleri de farklı. Ülkede insan az olduğundan böyle kırsal yerlerde bu mekanlara talep de az olunca erken kapanıp geç açılıyor. 16:00’da kapatan gördüm, öğlen 12:00’da açılan gördüm. Ayrıca benzin istasyonlarının büyük bir çoğunluğu da elektronik ve çevresinde herhangi bir oturacak mekan yok. Yani kışın bu ortamlarda pedallamak biraz sakıncalı. Yanımda fazladan erzak taşımaya başladım. Bu arada benzin ocağım da bozuldu. Hala da bozuk, kuru gıda ile idare ediyorum. Sabahları yanında durduğum restoranlardan sıcak su isteyip yaklaşık 300 gram müsliyi sıcak su ile karıştırıp yiyorum. Bazı akşamlar da aynısını yapıyorum. Bunun dışında konserve ürünler almaya başladım. Msr satan bir yeri ancak İsveç’in başkenti Stockholm’de bulabilirim. Yolda ocağı tamir etmeye ara ara devam edeceğim elbet yaparım. : ) (sonraki günlerde tamir etmeyi de başardım)
Gps’deki haritaya bakıyorum; kırmızı yolların rengi otoban, kalın sarı yollar alternatif ana yollar, ince sarı yollar kasaba yolları, gri yollar köy yolları, gri çizgili yollar ara orman geçişleri. Hum orman geçişlerinden, aralardan, göllerin kenarından ta kuzeye kadar gidebiliyorum da bisiklet kara gömülüyor. Deneyelim bakalım şurada bulunan yolu. Umarım kapalı değildir. Ulan Enes bu harita ile bu ülke mi biter? Oraya gir buraya gir derken ülkeden çıkamayacağım. Bisikletle gezme konusunda Enes Şensoy ile bizim tarzlar tuttuğu için severim kendisi ile pedallamayı. Bir gün gene birlikte İzmir’de düzenlenen Antik Kentler turuna birlikte katılmışız (bu sene de var, araştırın kesinlikle katılın derim).
– Gürkan bak şurada tırmanış var. Dağın öbür yamacından ineriz. Gel biz oradan gidelim.
– Enes ben de oradaki yol nereye gidiyor diye bakıyordum, isabet oldu. Hadi gidelim.
Çıkarken de inerken de her yer arı kovanları ile doluydu. Vuhuuu sokula sokula bir hal olmuştuk. Türkiye’den çıkmadan önce Özlem ve Enes ile bir süre birlikte pedalladık. Enes bir yer görüyor, ”La Gürkan gel bak buraya girmedik.” diyor, ben bir yer görüyorum, ”Enes şuradan sağa dönsene ne var orada?”, ”Gürkan şu yol aşağı iner mi?”, ”De yürü, bana ne soruyorsun.” Yazık Özlem perişan olmuştu. Bir ara yanımda söyleniyordu.
– Allahım, Allahım lütfen o tabelayı görmesin görmesin.
– Enes sağa mı gidiyon sola mı, hangi taraf?
– Özlem, O görmese ben gördüm da!
– Offf!
Sırf Yörük Köyü’ne gideceğiz diye 5 kilometre tırmandırdık kızı hahaha. 😀
Finlandiya’da ormanların içine daldıktan bir süre sonra ortam ciddi anlamda sessizleşti. Sadece ezilen karın sesini duymaya başladım. Bu sessizlik olayı pek hoşuma giden bir durum değil aslında, ilk turdan bir alışkanlık. Neyse ki karın ezilme sesi ve karlı havanın enteresan bir tınısı var. Bu arada lapa lapa kar yağmaya devam ediyor. Karda gitmek bu yükle hakikaten zor oluyor, gps’e baktım köy yoluna 175 km var. Yapacak bir şey yok devam. Sağa sola da bakıyorum acaba buranın ünlü o kocaman boynuzlu geyiklerinden görebilir miyim? Bu arada acaba bu ıssız ormanlarda vahşi hayvanlar mevcut mu? : ) Yani olamaması tabii mümkün değil. İnsan bilmediği bir şeyden korkmazmış hehe. : ) Hiç internetten bakıp araştırmaya gerek yok. Fakat ne olur ne olmaz. Ben şu çakımı açık vaziyette ön çantada tutarım. Hemen elimin altında dursun. Ülkenin güneyinden başladım, ortalarına doğru ilerliyorum şu zamana kadar tek bir boş alan görmedim, her yer ağaç her yer orman. Pardon bir alan gördüm oraya da ağaçları dikmişler. Bak ben Karadenizliyim. Karadenizi de boydan boya pedalladım. Buranın yanında bildiğin çorak kalır benim oralar. Aha o kadar söylim. Artık hayal gücünüz ile canlandırın.
Sessizliğin içinde kendimi kaybetmiş bir biçimde pedallıyorum. Ne düşünüyorsun Gürkan? Ne düşünüyorsun… O koca sessizliğin içinde kaybolmuş gitmişken kulağıma LaVie EnRose’un melodisi gelmeye başlıyor.
Şaka! Yaklaştıkça ormanın içinde müzik yankılanıyor. Sonuna kadar açılmış müzik seti. İnanılır gibi değil. Bu kocaman beyazlara bürünmüş ormanda bu şarkıyı dinlemek çok güzel bir his. Çok hoşuma gitti. Durdum müziği dinliyorum. Önümde ufak bir rampa var. Biraz dinledikten sonra tırmanmaya başlıyorum. Yaklaşık 40 km tek başıma sessizliğin içinde gidiyordum. Çok merak ettim dinleyen kişiyi. Ormanın ortasında önce bir minik kulübe gördüm sonra hemen arkasında biraz daha büyükçe bir ev. Küçük kulübenin verandasında tek başına bir adam oturmuş elinde kahvesi bana bakıyor. Girişe geldiğimde soluklanmak için durdum. Kendisi de hemen kalkıp yanıma geldi. Fince bir şeyler dedi fakat ben ingilizce bildiğimi söylediğimde hemen ingilizce sohbet etmeye başladık.
Adamın adı Hanno. Burada tek başına yaşıyormuş.
– Tek başına koca ormanda ne yapıyorsun?
– Bu soruyu sorması gereken kişi sanırım benim. Asıl sen bu koca ormanda tek başına ne yapıyorsun?
Adam haklı haha. Kendimi tanıtıp neler yaptığımı anlattım. Finlandiya’da bisikletle dünyayı geziyorum dediğinizde hiç kimsenin ilgisini çekmiyor. Fakat geceleri nerede kalıyorsun sorusu geldiğince cevabı çadır olarak verdiğimde inanamıyorlar.
– Sen bu koca ormanda ne yapıyorsun Hanno?
– Bekliyorum ?
– Aileni mi?
Amcanın gözler doldu anlamadım.
Hanno karısını kaybetmiş ve oğlu da geçen sene bir kazada vefat etmiş. Jamsa’da gelini ve torunu varmış. Adamın bekliyorum derken ne demek istediğini şimdi anladım..
– Beklemek için güzel bir nokta.
– Ben de bir yerlerde bekleyebilirdim fakat dünyayı gezmeyi tercih ettim. Finlandiya’nın dışına hiç çıktın mı? İnan dünya oldukça büyük bir yer. Çin’de pedallarken 55 yaşında Mike adında biri ile tanışmıştım. Dünyayı geziyordu. Yani daha çok gençsin, hazır zamanın varken sana verdiği şansı değerlendir derim. Kahve için teşekkürler. Benim gitmem lazım. Hava kararmadan Langelmaki’de olmam gerekiyor. (imkan varken çadırı yerleşim yerlerinin yakınına kurmak en iyisi)
– Sana bol şans dilerim Gürkan.
Kahve ve bu sohbet iyi geldi. Neyse hava kararıyor, ben de tam zamanında Langelmaki’de oluyorum. Civarda gezen insanlardan barın yerini öğrenip önüne çektim bisikleti. Vay güzel, tam bir Irish Pub havası var. İçerdekilerle hemen kaynaşıyorum. Mekanı bir aile işletiyor. Hepsi ile teker teker tanışıyorum. Akşam mekanın arka tarafına çadır kurup ben de bara geçiyorum. Bir bardak bira ve kocaman bir pizza süper iyi geliyor.
Yahu karşımda 70 yaşında bir amca var, ben içeri girdiğimden beri üçüncü bardağını bitirdi. Sonra da başladı benle Fince konuşmaya. Ben de Türkçe konuşuyorum.. O konuşuyor, ben konuşuyorum çevredekiler de gülüyor. Yapacak bir şey yok. : ) Ertesi sabah ailenin genç üyesi de geldi, Toni Hataala. Benim neler yaptığımı duyunca çok şaşırdı. Toni ile sohbet online oyunlar üzerine oldu. Birkaç defa oynamışlığım vardı. Baktım ki sohbet sohbeti açıyor. Zengin kalkışı ile de bu muhabbeti bitirip şehri terk ettim. Gürkan Genç Eğitim Burusu vakti geldi. Sorulacak soruyu sadece İzmir’de ikamet edenlerin cevaplamasını istiyorum. Çekilişte adı çıkan genç arkadaşım İzmir Buca Türk Amerikan Derneğinden 1 yıllık ücretsiz eğitim alacaktır. Katılım şartları ve cevabın gönderileceği e-posta bu sayfada yazmaktadır. Rica ediorum başka illerde oturanlar cevap atmasınlar. Bu burs çekilişine katılım 23 şubat 2013 saat 14:00 – 20:00 saatleri arasındadır. Sonraki saatlerde ve günlerde gelecek cevaplar geçersizdir. Cevaplar şahsım tarafından değerlendirilecek ve çekilişi yapacağım. Aynı gün içinde de sitede kazananı yazarım. Türkiye – Japonya turu sırasında gezdiğim ülkelerden hangisinin milli parklarında yürüyüş yolları, işaretlendirme levhaları, dinlenme tesisleri mevcuttu? Ve bisikletle gezdiğim 4 ulusal parkın adı? (soruya hiç yanıt gelmediğinden dolayı kazananı olmadı bu sorunun)
Finlandiya’da marketlere girdiğinizde reyonlarda çok çeşit görürsünüz. Her ürünün üstünde hangi ülkeden geldiği yazmakta. Avusturya’dan domates gelmiş, kilosu 3€. Gayet güzel mis kokulu domates. Finlandiya’da üretilen domates de hemen yanında duruyor, kilosu 9€. Finlandiya domatesleri bitmiş, boş kasalar var fakat diğerleri nerdeyse hiç satılmamış. Bu olayı Japonya’da da görmüştüm. Yerli malı tüketimi konusunda oldukça hassas bir millet. Fin ürünü varsa muhakkak onu alıyorlar.
Jvaskyla veya Yüveskula diyim daha rahat. Bu şehrin 10 kilometre dışında ana yol üzerinde bir kebapçı var. Tabelayı görünce içeri doğru gideyim dedim. Hadi canım Türkiye’den bir tır orada!! Vay arkadaş ya nasıl özlemişim. Hemen tırın yanına çektim, kaptan da içeride bana bakıyor:
– Selam.
Surat ifadesi gene bomba.
– Türkiye’den geliyorum, tırı görünce mutlu oldum.
– Yapma ya, dur hele restorana gir. Ben de geliyorum, çay içip muhabbet edelim.
Şöförün adı Adem. Türkiye’den Finlandiya’ya traktör parçaları getirmiş, 20 senelik şoför. Girdiğimiz restoranın sahibi de Hayrettin abi. Türkiye’den geldiğimi duyunca bana orada duş imkanı sağlıyor. Adem de o gece beni tırında misafir ediyor. Hatta akşamüstü bana bir kelle paça bir de soslu makarna yapıyor ki of! Sabah kahvaltısında da bir kuş sütü eksik. Hayrettin abi restorana gelen Finlilere benden bahsedince Finlilerden bir tanesi güzel bir bilgi verdi.
Haftasonu anayolu kullanmamamı söyledi, iki hafta boyunca güney bölgelerinden kuzeye kayak tatiline çıkacak öğrenciler ve ailelerle dolu olacakmış. Ana yolu kullanmadığım için sıkıntı yok fakat bilginin şu olayı hoşuma gitti. Finlandiya 6 bölgeye ayrılmış ve her bölgenin yarıyıl tatili farklı günlerde başlıyor. Böylelikle karayollarındaki yığılmayı önleyip ekonomiyi de canlı tutuyorlar.
Üniversiteye bisikletleri ile giden öğrencilerin park alanı 🙂 vay vay vay
Yüvaskula şehrine gelince; oldukça hareketli bir şehirdi. Helsinki’nin o sessizliğinden sonra bana gayet canlı geldi. Bisiklet yolları gayet dolu. Bir fakülte binasının önüne geldiğimdeyse bisikletin bu şehirde ne kadar çok kullanıldığını gayet açık bir şekilde anlamış oldum. Şehirlerin içinden çıkmak hep zor olmuştur. Özellikle karayolunu da kullanmıyorsan. O ara sokak bu ara sokak derken. Tam bir sokak eğlencesinin ortasına düştüm.
İnsanlar kaldırımların yanına dizilmiş. Yoldan arka arkaya kamyonlar geçiyor, damperlerin içinde gençler kostümleri ile çığlıklar atıp halkı selamlıyorlar. Cadılar bayramı geçmişti. Tam böyle kamera ile çekim yapıyorum. Kamyondaki kızlar bir torba şeker fırlattılar bana, pat bisikletin önüne düştü. Tam alacağım teyzenin teki benden atak davranıp aldı. Ama o benim şekerimdi, kızlar bana atmıştı teyze de diyemiyorum. Bak cadıya ya ulan bir torba şeker gitti ha. Kısmetimizi aldı teyze. Biraz gösteriyi seyrettim, aşağı sokağa doğru iniyorum. Manyağın teki çıkmış pencereye tan dun tencere çalıyor, olum düşeceksin oradan manyak mısın nesin. O’nun fotoğrafını çekerken yanımdan üç kız geçiyor, oha….
– Hey, kızlar gayet güzelsiniz.
– Teşekkürler.
– Bu eğlence nedir? Neyi kutluyorsunuz?
– İngilizcemiz iyi değil. Liseden mezun olduk….. Şehirdeki barda devam edecek eğlence.
– Tebrikler.
Hum tamamdır. Şimdi böyle cafcaflı kutlamalarının sebebi nedir? Finlandiya’da 18 yaşına gelindiğinde, yani lise mezuniyeti oluyor sanırım devlet aileye bir yazı gönderiyor. Çocuğunuz 18 yaşına gelmiştir, eve çıkmalı. Devlet evini alıyor, her şeyini ödüyor bir de çocuğa maaş bağlıyor. Ve çocuk aileden ayrılıyor. Ülkede aile bağları komşuluk ilişkileri bitmiş durumda. Maddi imkana kavuşan 18 yaşındaki çocukta uyuşturucu maddelerle tanışıyor. Tabi bu bütün finli çocuklar için geçerli değil. Fakat aileden kopuk olunca bu zemin de oluşuyor. Gezdiğim bunca ülke arasında bu kadar uyuşturucu madde kullandığını belli eden, eli ayağı tutmayan, bir deri bir kemik kalmış başka bir toplum genci daha görmedim. Market kasasında görüyorum; para verip fişini alacak, 80 yaşındaki adamın eli o kadar titremez.
Helsinki’den çıktıktan sonra hiç otele girmedim. Üzerimdeki mont kokmaya başladı, eh çamaşırları da yıkasam fena olmaz hani. Yol üstünde Konevesi adında küçük bir kasabada durdum. İki gecelik konaklama ve kahvaltı 60€, bana yeter. Çamaşırlar yıkandı, yazılar yazıldı. Akşam da otelin yanındaki bara bir gidelim bakalım. Arkadaş geldiğim kasaba emekliler kasabasıymış. Şans yok bende. Ulan bar doldu ama hep 60 yaş üstü. Benim yabancı olduğumu öğrenenler ise İngilizce konuşmaya yanıma geliyorlar. En sonunda bir karı koca oturdu yanıma, yaşlar 70. Yahu karşımda duran teyze 3 fıçı bira içti.
Bana mısın demedi. Arkadaş bu coğrafyanın milletine doğduklarında biberonla alkol mü veriyorlar? Su gibi de içilmez ki bu. Tanımadığım bir dolu adam gelip kanka oldu benle. Sarılıyorlar, tokalaşıyorlar, anlayamadığım ingilizceleri ile bana bir şeyler anlatıyorlar. Olmuyor Fince devam ediyorlar. Sarhoşları hiç çekilmiyor..
Finlandiya’ya pizzacılara gittiğinizde mutlaka Türkçe konuşan birileri ile karşılaşırsınız. Yol üstünde Pielavesi’ye gittim, Ali ve Gökhan ile tanıştım Kiuravesi’ye geldim, Hasan Abi ve Elif Abla ile tanıştım. Pyhtasö’de Aydın ve Hasan Abi ile tanıştım. Kontie’de Mehmet Abi, Selçuk ve diğer arkadaşlarla. Bu böyle kuzey kutbuna kadar gidiyor, mutlaka her yerde denk geliniyor. Hatta Elif Abla’dan nane, kekik, pul biber ve ada çayı aldım. 😀 Çanakkale’de aldıklarım bitmek üzereydi, stoğu yeniledim. Ha bi de bunca zamandan sonra lahana sarması yedim, oh iyi geldi, üstüne de çiğ köfte. : ) Ha bir de Türk kahvesi hehe.
Kiuravesi Finlandiya’nın tarım alanında gurur kaynağı. Ben ömrümde böyle traktörler görmedim. Arkadaş bildiğin tank. Paletleri falan da var. Sanırsın öndeki mekanizmalarla şehri biçip gidecek. Her yıl Mayıs ayında şehirde çok büyük tarım festivali oluyormuş. Organik üretim konusunda oldukça ileri olduklarını savunuyorlar. Ben de bölgedeki süpermarkete uğrayıp sebze ve meyve tatlarına baktım, eh öyle aman aman muhteşem değillerdi.
Yazılar arasında atladığım detay çok fazla var. Çok fazla yazı yazacak zamanım olmuyor, malum iklim şartları. Kuzeye doğru çıkmaya devam ediyorum kutup çizgisine kadar gidip geri döneceğim.
Şimdilik sevgiler, saygılar, öpeyruum! : )
Sıradaki yazı için aşağıdaki linke tıklayın.
Önceliklerin farklılığı ve zenginliği bu yolculuğu daha eğlenceli yapıyor.