Şimdi rotam aslında tam olarak New Mexico’nun başkenti Santa Fe’ye doğru gitmiyordu. Direkt doğuya doğru, Arizona’ya yatay şekilde ilerliyordum. Colorado’ya sonra giderim demiştim.
Bir gün Ankara’dan Murat Horoz aradı. Kendisi Ka Sigorta’nın genel müdürü. Kardeşim Gürhan Genç de aynı şirkette müdür yardımcısı, inşaat ve yangın başlıkları altında uzman olarak çalışıyor. Vel hasıl Murat arayıp “Gürkan New Mexico’da Hilmi abimiz var onunla kesin tanışman lazım” dedi.
Bu yazıda kardeşimin kolundaki dövmeyi paylaşasım geldi.Bircinci meclis, Moai taşı, Osaka kalesi, Gobi Çölü, Dünya haritası, 9.9.2012 okuyana başka hikayelerde var bunlar dünya turumuz ile alakalı olanlar.
Rota belli olunca kolay kolay bozan biri değilim. Öğlen yemeği için durdum. Zaten bisiklette kuruyemiş falan da kalmamıştı. Haritadan kaba taslak şöyle bir rotalara bakayım. Ya kuzeye devam edeceğim ya da batıya doğru ilerleyeceğim. Alışveriş merkezinin hemen yan tarafında böyle oturmaya müsait birkaç taş parçası vardı. Yaa arkadaş bir yerde de şöyle oturarak dinlenmek istediğimde oturacak yer olsun yahu. Hakikaten benzin istasyonları veya market önlerinde oturacak yer yok. İlla her seferinde sandalyeyi kurdurtacaklar bana.
BAK BAK lükse gel: “La dingil, 14 yıl sandalye mi vardı da bisikletinde kurup oturuyordun?” Bu portatif sandalyeler hakikaten efsane olay haha. ABD seyahatimin en başından beri bisiklette bulunuyor. Arkamı yaslayarak oturmak 13 yılın hayaliydi. Bir ara 2012-2015 arası çadırın kabiliyeti ile bu lükse sahiptim, ki o da ancak gece çadıra girdiğimde mümkündü. 2015 yılında tek kişilik çadıra geçince o lüksü kaybettim. Yere, taşa, toprağa oturmak yıllar içinde giydiğim pantolonları daha çabuk aşındırdı. Ayrıca pantolon üzerinde oluşan lekelerle de kullanım alanımı daraltıyordu. Bu yüzden portatif sandalye önemli. Ben bunu Türkiye’ye ABD vizesi için geldiğimde Decathlon’dan almıştım. Fakat ABD’de daha hafif ve küçük modelleri var. İlerleyen zamanlarda Helinox marka sandalyeye geçmeyi planlıyorum. Sebebi de katlandığında daha az yer kaplaması ve daha hafif olması.
Neyse oturdum hem atıştırıyorum hem de haritaya bakıyorum. Hani yukarı gidersem iyi mi olur kötü mü olur, yoldan keyif alır mıyım bir bakmam lazım. Sonuçta şu anda ilerlemekte olduğum istikamette gidersem yol Grand Canyon’a gidiyor. Yukarıda bu alanı pas geçirtecek bir şeyler olmalı, gittiğime değmeli di mi?
Baya bildiğin çöl ortamında pedallıyorum. Hum….. New Mexico eyaletinin başkenti Santa Fe. Enteresan bir başkent adı. “Santa Fe” ispanyolca da “Kutsal/Ulu İnanç” olarak adlandırılıyor. Bu adı koydularsa vardır bir halt diyeceğim de emin de olamıyorum. Şehir planlaması fotoğraflardan bana normal gibi geldi. Tamam güzel yapılar var ama değer mi? Eee hadi gittim sonrasında ne tarafa gideceğim? Teksas’dan ayrılmadan Odessa da Ahmet’in dediği 4 eyaletin birleştiği noktaya, biraz daha batıya gidip kuzeye doğru dönecektim. Burdan dönseeeemmm mi, dönmesem miiii, dönesemm mi, dönmesem mi? Oooooo piti piti karamela sepeti, terazi lastik cimnastik…
Aaaa şehrin yakınlarında atom bombasının yapıldığı yer var, Los Alamos. Oraya gidilebilir, atom bombası ile ilgili kesin bir müze vardır. O müzeye gidersem yap-bozun bir parçasını daha yerine oturtmuş olurum. Nedir o? Japonya’da bombanın atıldığı yere gittim. 2. Dünya Savaşı’nın en büyük müzelerini Japonya, Rusya, Almanya ve Amerika’da gezdim. Son olarak da atom bombasının yapıldığı alana ve bununla ilgili müzeye de gidersem anormal bir rotayı tamamlamış olacağım. Vayy vayy vayy vayy….. Bu alanlara bisikletle gittiğimi de düşünürseniz… Bu rotayı bırak bisikletle, uçakla yapanı bulmak zordur.
Google’da haritaya bakıyorum da bu Santa Fe’nin kuzeyi neden böyle ki? İlginç kaya oluşumları falan var… Yollar da fena değil gibi, geniş haaaa. Toprak yol var mı ki? Şuralarda olabilir… Tamam ya hadi şurayı deneyeyim. Hem Hilmi abi ile de tanışmış olurum. Hayırlısı artık. Umarım yol boktan çıkmaz.
Santa Fe’ye doğru yaklaşırken yanıma bir araba yaklaşıyor. Penceresini açıyor…
– Gürkan Genç! Yihuuuuuuuuuuuuuuu Gürkaann Genç!
Hakikaten şehir girişinde böyle bir karşılaşma beklemiyordum, benim için sürpriz oldu. Yollarda beni karşılayıp sürpriz yapan kişi sayısı inanın fazla değildir. Ayşe beni günlerdir internet sayfamdaki anlık konum ile Garmin In-reach üzerinden takip ediyormuş. Heyecanla hangi istikamete doğru yöneleceğimi beklemiş. Şehirlerine doğru dönünce de pusuya yatmış, yol kenarında beni beklemiş. Eli de boş gelmemiş, hindistan cevizi suyu, barlar ve kuruyemişlerle gelmiş. Ayak üstü biraz sohbet ettik. Ailece buraya yeni taşınmışlar. Kocası Cem Oppenheimer Laboratuarı’nda çalışıyormuş. Atom bombasının yapıldığı laboratuvar. “Gürkan Los Alamos’a da gideriz, yapılacak çok şey var burada” dedi, tamam dedim. Hilmi abiyi aradım, yolda olduğumu ve O’na geleceğimi söyledim. O da Ercan abi ile konuşmuş, beni Ercan abi ağırlayacakmış. Türkler olarak gene hızlı bir şekilde organize olundu.
Peki Hilmi Taşer abimiz kim? Ben de kendisini tanımıyordum fakat biraz araştırınca Türkiye’nin alanında en bilinen kondisyoneri olduğunu öğrendim, özelikle de basketbol alanında. Kendisi ile buluştuktan sonra basketbol camiasında onu tanıyan ve beni takip eden herkes mesaj attı. ODTÜ’den mezun olduktan sonra ABD New Mexico’nun başkentinde yüksek lisans yapıp ülkemizde de yüzlerce sporcu yetiştirmiş, milli takımı çalıştırmış bir büyüğümüz. Şu anda da Santa Fe şehrinin halka açık yüzme havuzunun can kurtaranlarından biri olarak çalışıyormuş. Yanlış hatırlamıyorsam 50 yaşında yeşil kart sahibi olmuş ve buraya gelmiş. Bir kızı var, O da Ankara’da okuyor ve bir basketbol takımında profesyonel basketbolcu. “Şehre gelir gelmez havuza gel serinle” demişti, ben de aynen onu yaptım. Sonrasında da arkadaşı Ercan abinin evine geçtim, orda da arkadaşları Bülent ile tanıştım. Bu ekip lise veya üniversite yıllarından beri arkadaşlar. Hilmi abi de benim gibi biri ile tanışınca merak edip sorup soruşturmuş. İyi şeyler söylenmiştir diye tahmin ediyorum.
Ercan abinin başkent Sana Fe’de, şehrin göbeğinde çok güzel bir halı-kilim dükkanı var. Yeğenlerinin tamamı burada onunla birlikte çalışıyor. Mükemmel bir aile olmuşlar ve birlikte çalışıyorlar. Ercan abinin hayali dükkanı ve halı yıkama işini gençlere devredip emekli olmak. Halılar da eşek ölüsü gibi, taşıması oldukça zor.
Hele bir de yaşlanınca of. Ercan abi ve Hilmi abi formlarını koruyan kişiler, ikisi de hemen her gün bisiklet sürüyorlar. Hilmi abininki elektrikli ama işte kendimden de biliyorum; yaş aldıkça bazı durumların önüne geçemiyorsun. Özellikle de 40 yaşımdan sonra bedenimi daha iyi tanımaya başladım.
İlerleyen günlerde Ayşe ve Cem ile bir araya geldik. Hatta Santa Fe’de tanıştığım insanları birbirleri ile de bir araya getirip tanıştırdım. Telefon markası Nokia’nın geçmişte kullandığı reklam sözünü arkadaşlar bazen benim için kullanırlar:
“Gürkan Genç, Connecting People”
Şu an hala görüştüklerini de biliyorum. Cem ve Ayşe ile hem bölgedeki eyalet parkını gezdik hem de nükleer bombanın yapıldığı yere gidip müzesini gördük. Birlikte vakit geçirdiğimizde sohbetlerimiz çok zengin ve doluydu. Cem’in çalıştığı nükleer bombanın yapıldığı tesis ve bölge hakkında da kendisinden güzel bilgiler almıştım. Ayşe de bana Amerika maceralarını anlattı.
Bir gün şehir merkezinde Ercan abinin halıcıya gittiğimde hazır buradayken şu şehir müzesini de aradan çıkartayım dedim. Şehir merkezine yürüyerek gittim. Evet, evler falan çok güzeldi fakat Latin Amerika’dan ayrıldığımdan beri ilk defa bir plaza formatında bir şehir merkezi görüyorum.
Neydi bu plaza formatı. Ortada büyük bir park, çevresinde dükkanlar, sosyalleşecek alanlar ve bir köşesinde de merkez kilise. Plazanın sağındaki ve solundaki yapıların önlerindeki alanlarda da yerli halk tezgah kurmuş, incik boncuk satıyorlar. Vay ilginç, bu Santa Fe kilisesi de enteresanmış.
Du bakam kaç yılında inşaa etmişler bu şehri? Tarihine bakınca şaşırdım. Ohaa…
Bu kilise Amerika Birleşik Devletleri sınırları içindeki en eski kiliseymiş. Kısa süreli bir şok yaşadım. Çünkü burada kıtanın en eski kilisesini görmeyi beklemiyordum. Kimse de söylemedi.
1610 yılında İspanyollar tarafından yapılmış. Haaaah şimdi SANTA FE “Kutsal inanç” adı yerine oturdu. Aşağıdan yukarı doğru gelip şöyle bir bilgi geçeyim.
Meksika ülkesindeki en eski kilise 1524 yılında yapılan Cortez şapelinden buraya kadar olan mesafede (ki bu o döneme göre ciddi bir mesafedir) daha büyüğü yapılmamış. Herifler buraya kadar at sürmüş, keşifler yapmış, yollar açmışlar fakat kiliseyi buraya kondurmuşlar. İşin enteresan yanı ise İspanyollar Florida taraflarına 1513’de ayak basıyorlar ve güney doğu istikametinden bu alana kadar kilise kurmamışlar. Daha önceki yazılarımda Florida bölgesinden buralara kadar eski İspanyol yollarında gittiğimi dile getirmiştim. Florida’dan buraya kadar bölgenin bataklık, sık orman olması ayrıca timsah tehlikesi veya şu günümüz dünyasında benim aklıma gelmeyen başka sebeplerden dolayı buraya kadar kilise yapmayı uygun görmemişler. Fakat kendi gözlemime göre Santa Fe’ye gelmeden verimli olduğunu düşündüğüm, hatta yerleşkeler yapıldığı belli alanlar vardı. Kilise yapabilirlermiş fakat yapmamışlar, enteresan.
Neden bu noktanın daha güneyine de yapmamışlar ki? Ayşe ve Cem ile bölgedeki “Valles Caldera” alanını gezince bu alana yakın bir yerde Santa Fe’yi kurmak mantıklı demiştim. Sonrasında müzeye girdim ve biraz daha bilgilendim. Böyle bulmaca gibi çözümlemeler hoşuma gidiyor.
Şu anda üzerinde gezindiğim topraklar:
Navajo (Dine),
Apaçi (Inde),
Komançi (Numunuh),
Uteler’in.
Bu kabileler toprağın sahibi. Kafada şekillensin diye şöyle ayırayım; “kabaca” Anadolu halkı, Ege halkı, Doğu Anadolu halkı gibi hahah. Biz topyekün bu bölgenin yerel halkına ne diyoruz? “Kızılderililer” Le-le-le-le-le. Eeeee sadede gel Gürkan… Geleceğim bir dakika daaaaaa…
• Şimdi; İspanyollar Meksika sınırları içinde Aztekler’in başkenti Tenochtitlan’a 1521’de girmişler
• Navajolar’ın bölgesine, yanı bugün Santa Fe’nin bulunduğu bölgelere 1560’da girmişler
• Bu iki nokta arasında 2500 kilometre mesafe var; ki o da bugünün koşullarında karayolu ile.
• Arada yerliler başka yapı yapmamışlar. İspanyollar da yapmamış.
Fakat Navajo yerli halkı aynen Aztekler gibi kendi yapılarını yapmış. Üstelik M.S. 800 yıllarında. Hani Amerika’da tarihi yapı, kalıntı yok diyenler oluyor ya, en eski tarihi yapıları 200 yıllık diyenler oluyor ya (en azından ben çok duydum) Bak buradaki yapılar kapak gibi gelsin. İlginç olan sevgili arkadaşlar bu yapıları inanın Amerika vatandaşının çoğu da bilmiyor.
Navajo halkı tam da İspanya’daki köyler gibi kerpiçten, taştan evler yapmışlar ve bu yapılara Kiva adını vermişler. Bana kalırsa bölgede daha fazla yapı varmış. Fakat yağmur ve erezyon bu yapıları yok etmiş gibi gözüküyor. Neden böyle düşündüğümü yazının ilerleyen kısmında anlatacağım.
İspanyollar bu yapıları gördükten sonra bölgeye ve bu halka şu adı takmışlar ‘Pueblo’. İspanyolca anlamı ‘köy’ demek. Bir tarihçinin yazısında; “Bölgedeki yaşam tarzını İspanya’daki yaşam tarzına benzettiklerinden dolayı, burayı evlerine köylerine yakın hissettikleri için bu adı koymuşlar” yazıyordu. Amerika Birleşik Devletleri’nin güneyindeki yerli halka %99 ‘Pueblos’ deniyor. Madem burada böyle bir topluluk var, o zaman onları hemen doğru yola sokmamız lazım deyip işte İspanyollar bugün Amerika Birleşik Devletleri’nin hala ayakta olan en eski kilisesini buraya yapmışlar. Bu arada Amerika’nın kuzeyine çıkıldıkça beyazlar yerlilere %80 ‘Indians’ diyor. Güneyde bu insanlara Pueblos diyorlar. İşin komik yanı; yerli halkla konuştuğumda onlar da kendilerine Pueblo diyorlar. Nasıl yaa? Kardeş siz Pueblo değilsiniz, İspanyol kaşifler size bu adı koymuş. Sizin kabile adlarınız var! Kendinize neden Pueblo diyorsunuz?
Müzede gezerken 1883’de Richard Heny Pratt’ın Kuzey Amerika Hristiyan Birliği’nde yaptığı konuşmasından bir cümleyi duvara yazdıklarını gördüm. Adam bölgedeki yerlilerin asimilasyonu için çalışan bir din insanı: “Yerli Amerikalılar’ın Amerika uygarlığına tamamen entegre edilmesi için onları suya batıracağız, ta ki o su kemiklerine işleyinceye kadar.”
Ben şunu bilir şunu konuşurum; “Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük soykırımı bugün sınırları ile bilinen Amerika Birleşik Devletleri toprakları içinde yapılmıştır ve yakın tarihimizde de yapılmaya devam etmiştir”. Günümüzde yapılanları kısmen müzelerle gözler önüne sermeye çalışmış Amerika Birleşik Devletleri. Bu ülkede yaşayan benim dönemim ve öncesindeki birçok kişinin bu tarihi iyi bilmediğini yolculuğum sırasında vatandaşı ile yaptığım konuşmalardan anlıyorum. Yeni nesil mi? Onu toptan geç, belki de sosyal bilimlerde gördüğüm en zayıf gençlik bu ülkede. Hatta dur dallarını vereyim sosyoloji, psikoloji, antropoloji, tarih, coğrafya, iletişim, felsefe, dil bilimi. Bunlar buradaki gençlerde yok. Zaten günümüz dünyasında bunlara ne gerek var kafası da olunca durum benim açımdan en azından kabul edilir oluyor. Amaaannn boşver.
Santa Fe tayfası hakikaten çok iyiydi. Ayşe ve Cem ile daha çok vakit geçirip sohbet etmek isterdim. Cem ile Ercan abiyi tanıştırdığıma da sevindim. İkisi de bisiklet sürecek birilerine bakınıyormuş. Hilmi abi elektrikli bisiklet sürüyor, aynı zamanda kendisi boş vakitlerinde bir de paket servis yapıyor ve bunu da elektrikli bisikletiyle yapıyor. Kurye olayları burada da popüler, tabi ki Türkiye’ye göre biraz daha iyi kazanıyorlar onu da belirtmekte fayda var.
Müzede gezdikten sonra Ercan abi ile biraz bölgedeki yerliler hakkında konuştuk. Navajo yerlilerinden bahsederken; “Gürkan o eski yerleşkeler şurada, kesin git” cümlesini kurunca haritada bölgeyi biraz inceledim. Zaten yukarıdaki o garip harita şekillerinin olduğu yermiş. Anlamadığım bir şekilde sınırlandırılmış bir bölge.
– Gürkan eğer o bölgeye gideceksen ve orada kamp atacaksan biraz daha dikkatli ol. Asimilasyon sırasında bu adamları uyuşturucu bağımlısı, alkol ve kumar bağımlısı yaptılar. Aralarında iyi insanlar olduğu gibi kötü insanlar da var. Gidersen dikkat et. Lütfen dikkat et.
– Tamamdır abi dikkat ederim.
14 yıllık seyahatim sırasında bu tarz alanlara girdiğimde çoğunlukla yerel halk ile ilgili içerik üreten biri değilim. Tarihi biliyor, coğrafyayı yerinde inceliyor, toplumun yapısını, işleyişini yerinde inceliyor ve görüyorum. Bunları da kendim için yapıyorum, sebebi de merak. Bu yaşadığım gezegeni merak ediyorum. Kimseyle bir şeyler paylaşmak zorunda değilim. Bu yazıları da 14 senedir keyif aldığım için yazıyorum. Yerel halkların yaşam serüvenleri gözler önüne sergilendiğinde, belli kalıplar içinde yaşayan toplumlara farklı gelip hayranlık uyandırabiliyor. İnsan canlı türü her zaman sahip olmadığını ister, istemese bile sahip olduğunda mutlu olur. Aksini 14 yıldır dünya genelinde görmedim.
Sonuç olarak bu bölgeye muhteşem bir rota çizerek gittim. Rotanın bazı kesimleri beni bile şaşırttı, beklemediğim kadar hoş alanlarla karşılaştım. Uydudan bakıldığında bir hat üzerinde gittiğim gözüküyor fakat yakınlaştırılarak bakıldığında aslında bölgede geniş bir alanda zikzak attığım veya yolu birçok kişiye anlamsız gelecek bir şekilde uzattığım belli oluyor.
Gideceğim alan ana yolun dışında, iki günlük mesafede. Sevmediğim yanı ise gittiğim yoldan geri dönmek zorundayım. Çünkü o yol güneyde bambaşka bir yere gidiyor. Peki ben nereye gidiyorum?
Amerika Birleşik Devletleri’nde Unesco miras listesinde yer alan Chaco Kanyonu’na gidiyorum. İnternetten yaptığım araştırmada ülkemizden bir vatandaşımızın buralara gidip videoladığını göremedim. Hatta Türkçe yazılan tüm eserler kopyala yapıştır şeklinde paylaşılmış, fikir yürütülmemiş eserler olmuş. Neyse ben buraya yazıyorum, sonrasında gidip buraları Youtuber arkadaşlardan biri çeker tanıtır
Bölgeye giriş yapmadan hemen önce bir benzin istasyonu var, ben de geceyi geçirmek için oraya varmaya çalışıyordum. Fakat son 20 kilometrede bir yağmur yağdı aman Allah’ım, göz gözü görmüyor ve o havada pedallamaya devam ediyordum. Araçlar selektör yapıp kornaya basıyorlardı. Üstüne üstlük tırmanıştayım. Bisiklet artık yolda akan sudan gitmiyor. Tırmanış yaparken yolun sağ tarafında terk edilmiş bir yapı görmüştüm.
Hatırlar mısınız gene böyle tırmanış yaparken öncesinde sağa sola bakınırken saklanacak bir yer bulmuştum da motorsikletliler beni soyamamıştı. Tırmanış yaparken çevreyi iyi analiz etmek lazım. Hemen geri dönüp yol kenarında gördüğüm o yapının içine sığındım. Duvarlarda yerli halkın dilinde yazılar falan var. Ulan içerde kimse var mı ki? Hahaha akşam burada da kalınabilir. Fakat hava kararmaya yakın, yağmur biraz dindi, devam ettim ve bu benzin istasyonuna geldim. Benim için süper oldu, hem erzakları yeniledim hem de dinlenecek güvenli bir yerdi.
Benzinlikteki insanlardan bölge hakkında bilgi aldım. Orada bir çift ile biraz sohbet etme imkanım da oldu. Bu da bana ülke insanı hakkında farklı bir perspektif katan olaylardan biriydi. Hikayesini yazmak lazım ama bana kalsın. (Buraya not düştüm) Neyse ertesi gün sabah erkenden ana yoldan çıkıp toprak yola girdim, tabi bir önceki gün yağan yağmurdan dolayı yollar çamur olmuştu. Santa Fe şehrinde bisikletin lastiklerini asfaltta daha hızlı gideyim diye 2.1 inch genişlikten 1.75 inch genişliğe düşürmüştüm. Continental Contact Plus 2 lastiklere geçmiştim. Test amaçlı bir süreç, henüz lastikler hakkında sosyal medyamda geniş çaplı bir değerlendirme yapmadım. Test sürecim henüz bitmedi. Bu arada Continental bisiklet lastiklerinin Türkiye yetkili satıcısı Kron Bisiklet (bana sponsor olan Kron)
Komik bir şey söyleyeyim, ben bu lastikleri Amazon’dan sipariş ettim bekliyorum, şirkete Yasin’e de mesaj attım bu lastikleri kullanmaya başlıyorum diye o da bana mesaj attı:
– Aaa abi bizim lastikleri kullanmaya başlamışın.
– Bizim lastikler derken?
– Abi o lastikleri Türkiye’de biz satıyoruz.
Birkaç saniye sessizlik oldu…
– Yasin madem bu lastikleri Türkiye’de siz satıyordunuz, bunca yıldır benimle niye lastikler üzerinden sponsorluk anlaşması yapmadınız? Continental ile konuşulur, bir orta yol bulunur, birlikte giderdik. Sence garip bir durum değil mi?
– Abi sen hep Schwalbe kullandığın için bizde hiç sözü bahsi geçmedi konunun.
– Peki Yasin. Neyse, ben ürünlerde yaptığım kendi standart testimi sayfaya yazar, Shwalbe lastiklerime ilerleyen dönemde geri dönerim.
Hakikaten enteresan bir durum ama işte yapacak bir şey yok. Continental genel merkeze kendim yazdım. Bana zaten dönmezlerdi de Yasin de yazmış, O’na da dönmemişler ya da o öyle dedi. Neyse ben kendi sürecimi zaten her lastikte olduğu gibi sayfama yazarım. Lastiklerle 5000 kilometre yaptım, henüz patlak yok. Şu Amerika ana karasında sürüşü bitireyim, sayfama detaylıca yazarım.
Chaco Kanyonu’na giden yol tamamen toprak bir yol. Etrafta bir yerleşke yok. Ana yoldan 50 kilometre içeride yer alıyor gideceğim alan. İlerlediğim yola bağlı bazı patikalar var. Bu patikalar hiçliğin ortasında bazı evlere çıkıyor, onları görebiliyorum. Bu alanların çevresinde de atlar var. Bazı atlar yakınıma kadar geliyorlar. Hatta benimle birlikte ilerledikleri bile oluyor. Merak…
Yol kenarında çok fazla şişe kırıkları veya boş bira kutuları görüyorum. Kanyonun girişine geldiğimde tekrar asfalt başlıyor ve kanyon boyunca da içerisi hep asfaltlanmış durumda. Bu aradaki asfaltlanmamış 40 kilometre alan sanırım bilerek asfaltlanmıyor. Yerel halk istememiş olabilir, bilemedim. Kapının girişinde fotoğraf çekerken bir anda ayağımda bir yanma hissettim. Kafamı aşağı çevirip acının geldiği yere bakınca ooo hadi hayırlısı. Çorabımın üstünden ateş karıncası zehri bölgeye verdi. Çorabın üstünden almaya çalışıyorum, inanın zor çıkarttım. Ete kıskaçlarını öyle bir geçirmiş ki, ısırdığı yer de sızlıyor. Zaten hemen kızarmış.
İçeri giriş biletinin alınacağı yere kapıdan sonra iki kilometre var. Oraya doğru pedallarken ilk kilometrede sağ bacağım iptal oldu. İnanılır gibi değil, küçük bir karıncanın salgıladığı bu protein bazlı zehir sağ bacağımdaki kasların kullanımını iptal etti, pedalı çeviremediğim gibi bilek bölgesi de şişti, davul gibi oldu. Biletin alındığı yere vardığımda ilk yaptığım iş içerden bir bardak su ve buz istemek oldu. Buraya buzla bir basınç uygulamakta fayda var.
Dün yağan yağmurdan sonra havanın bugün sıcak olması da ayrı bir bayılttı. Bu arada civarda dağ aslanları için oldukça fazla uyarı levhası var. Özellikle piknik masalarının etrafında dikkatli olunmasını söylemişler. İçeriye giriş 35 dolar. Artı içeride çadır kurup kamp yapmak istersem bir 35 dolar daha vermem gerekiyor. Tabi ki böyle bir şey mümkün değil. Çıkar kampın dışında yatarım.
Chaco Kanyonu’ndaki yapılar genel olarak 600-700 yılları arasında yapılmış. Yapılar arasında en büyüğü olan Boruto yerleşkesiydi. Yapının önünü, arkasını, sağını, solunu inceliyorum. Bisikleti bıraktığım yerden buraya doğru yürürken birkaç geniş yapı daha gözlemliyorum.
Taş işçiliğini inceliyorum, mimarisine bakıyorum. İnternet çekiyor mu burada? Humm. Çekmiyor…. Bisiklete geri dönüyorum. Gölgeye oturuyor ve ipad’i çıkartıyorum. Diğer çantamdan da harici diski çıkartıyorum. Afrika anılarımda Fas. Tuttuğum notlar. Kasbahlar. Yapım yılı 600-700 notlarını düşmüşüm….. Olabilir mi?
Dünya turunu yürüyerek en hızlı şekilde birinin 4 yılda, bir başkasının 8 yılda, bir başkasının 20 yılda bitirdiğini biliyorum. Bu kişilerden biri ile Japonya’da tanıştım.
2019 yılında internet sayfama Peru’dan yola çıkıp Paskalya Adası’na sallarla giden halkın geçmişi ile ilgili tezimi yazmıştım. Bu tez Almanya’da Hidelberg Üniversitesi öğrencileri tarafından kullanılmıştı. Hah sizlere söylemeyi unutmuş olabilirim bu detayı.
Ayrıca Afrika Fas’da fotoğrafladığım Amazith halkının sembollerinin aynısını Güney Amerika Peru’da Caral’ın 40 kilometre güneyinde görmüştüm. (Peru’da Caral varken Machu Picchu hikayedir arkadaşlar, bunu yazmıştım ama gene hatırlatmakta fayda var. Peru’ya gidip Caral ve civarındaki tüm yerleşkeleri görmeyen herkes için inanın çok üzgünüm.) Afrika’da çektiğim fotoğrafları oradaki arkeologlarla da paylaşmış ve onları da oldukça şaşırtmıştım. Hatta fotoğrafları kendilerine e-posta olarak göndermiştim
Yapılara bakarken kafamda şekillenen düşünce; acaba bu insanlar o dönem Atlantik Okyanusu’nu Afrika’dan sallarla geçmiş olabilirler mi?
Erden Eruç abi 2010 yılında 93 günde Kanarya Adaları’ndan ABD ana karasına 5600 kilometre kürek çekerek Atlantik Okyanusu’nu geçmişti. M.Ö dönemin koşullarında bu tabi ki daha uzun zaman alır. Kulağa imkansız gibi gelse de Norveçli bilim insanı Thor; 1943’de Peru’dan Polonezya’ya kon-tiki teknesi ile 6900 kilometreyi 101 günde, 1200’lü yıllardaki imkanlarla yapılmış bir sal ile geçmeyi başarmıştı. Yani mümkün, hatta Norveç’de bu teknenin yanına da gitmiştim. Replikası Oslo’da müzede durmakta. Filmini de seyredin derim, seversiniz.
Yani Afrika’dan Güney Amerika’ya 600’lü yıllarda geçilmiş olabilir.
Olmaya da bilir.
Ama ola da bilir.
Amaaaaa olmaya da bilir.
Geçselerdi bugünkü Florida kıyılarına çıkıp oralara bir şey yapmaları gerekirdi. Bölgede hiç yapı yok. 5000 kilometre yürüyüp neden buraya bir şeyler inşaa etsinler? Milattan önceki dönemde bu alana kadar göçebe kültürü ile gelinmiş olabilir mi?
Olmaya da bilir.
Bu düşüncelerin kafamdan geçmesini sağlayan şey dediğim gibi yapıların birbirine benzemesi ama benzemeyen bir yanı da var. Afrika’da o dönem yapılmış yapılar çok odalı ve kale formasyonunda, buradaki yapılar gene aynı malzeme, aynı hava koşulları, gene çok odalı birbirine bağlı bir sistem fakat kale formasyonu yok. Dışında yüksek sur yok.
Daha çok tapınma ve pazar alanı sahaları gibi gözüküyor. İlerleyen günlerde Kuzey Amerika kıtası içinde geçmişte yaşayan yerel halkın savunma amaçlı yapılar yapmamalarını öğrendim.
Güney Amerika’daki yapılara baktığımda bir kale formasyonu ve savunma formasyonu var, keza Afrika’daki yapıların çoğu da öyle. Avrupa ve Asya’da da aynı şekilde; savunma ve aileyi veya eldeki gücü koruma amaçlı yapılmış.
Hummmmmmmmm Afrika, Güney Amerika, Avrupa, Asya toplumlarına baktığımda hepsinde ortak özellik. Irk çeşitliği, din çeşitliliği ve güç farklılığı var. Kuzey Amerika yerli halkının tarihinde böyle bir çeşitlilik yok. Kendi içlerinde kabile savaşları var. Fakat en temelde ırk, inanış, kültür hemen hemen aynı ve etik değerler var. Savaşta kadına, çocuğa dokunulmaz ve şeref, onur, haysiyet gibi kavramlar var.
Evet onur;
“Onurum yaşamımdır” kodu var. Bu kodu günümüzde uzak doğu ülkelerinde belli başlı ailelerin hala kullanarak yaşadığını biliyorsunuzdur. Bu kodlar günümüzde özgürlük sınırlarını zorladığından göz ardı edilir. Göktürkler’in sosyal yaşamlarını incelediğinizde şeref, onur, ahlak, kadın erkek eşitliğini daha net bir şekilde gözlemleyip buradaki toplumlara ne kadar benzediği görebilirsiniz. (Göktürkler 552-744). Şu olmuş olabilir; Göktürkler’in bölgesinden yıllar yıllar önce “bir insan topluluğu” Asya’dan bu topraklara geçmiş ve benzer sosyal toplum olayını inşaa etmiş olabilirler. Öte yandan bölge halkında Kuzey Afrika toplumlarının özellikleri de var.
Gürkan not düşer: Ocak 2025
Kuzey Afrika halkının Kanarya Adaları’ndaki akıntıları kullanarak milattan önceki yıllarda iç deniz olan Akdeniz’de yaptıkları sallarla Kuzey Amerika kıtasına geçtikleri hipotezimi şuraya kondurayım.
Evet henüz elimizde arkeolojik bir kanıt yok. Ama bunun mümkün olabileceğini düşündüren bir yerde pedalladığımı söyleyebilirim. Buraları bisikletle gelip görmek güzel oldu.
Benim için eyaletlerin kralı Colorado’ya geldim….