Colorado’ya girmeden önce Amerika Birleşik Devletleri’nde dört eyaletin sınırlarının birleştiği “Four Corners Monument” olarak bilinen noktada kısa bir mola.
Colorado, New Mexico, Utah Arizona eyaletlerinin sınırlarının kesiştiği noktaya çölün ortasına şu fotoğrafta gördüğünüz gibi bir alan yapmışlar. İnsanlar sırf bu noktada bir fotoğraf çektirebilmek için millerce uzaktan geliyorlar. Birleştiği noktanın çevresine de bölgede yaşayan yerel halk incik boncuk satacakları küçük işletmeler kurmuş. Bu alana girmek 20 doların üstündeydi yanlış hatırlamıyorsam. Normalde bu alanda fotoğraf çekip gidecektim fakat Türkiye’den tanıdığım bir bisikletçi ile burada buluşacağım.
Genç nesil onu “Hızlı ve Çılgın” lakabı ile biliyor. İstanbul Köprüsü’nü ve Marmaray Tüp Geçidi’ni polisten izin almadan yarış bisikletiyle geçince ülkemizde bir anda popüler oldu İsmail Öznam. Sonrasında hızdan dolayı bir kaza geçirdi, birkaç kemiğini kırdı ve bisikletten motorsiklete geçip Youtube hayatına devam etti. Ordan da Amerika Birleşik Devletleri’ne gelip tır şöförlüğü yaparak hayatını geçindirmeye başladı.
– Abi senin o taraflara doğru geliyorum buluşalım mı?
– O zaman gel şu eyaletlerin birleştiği noktada buluşalım, ben seni orada beklerim.
Mekana O’ndan bir saat kadar önce varıp esnafla biraz sohbet ettim. Bir Navajo kadını birkaç bilezik hediye etti. Kendisinin de Harley Davidson motoru varmış ve O da gezmeyi çok seviyormuş.
Anılarını dinledim biraz. Bu arada Amerikalılar’ın yolda gördükleri yabancılara yardım etmediklerini söylemiştim ya. Bu yolda ilerlerken bir Navajolu beni hava karardıktan sonra yollarda gördüğü için yol kenarında durdurup üstüme bir yelek vermişti. Tam da çadır kuracağım yerin önünde durduğum sırada olmuştu bu. Kendisine bu akşam yandaki yapının yanında kalacağımı söyleyince de bana gidip yemek ve atıştırmalıklar getirmişti.
İsmail ile bir araya geldiğimizde birbirimize uzun uzun sarıldık. Sanki yıllardır birbirimizi tanıyormuşuz gibi bir durum vardı. Hava sıcak olduğundan bisikleti tırının önüne park ettim. Sabahtan yola çıkmadan hazırladığı tavukları öğlen yemeğinde gömelim abi deyince tırın içinde oturup sohbete başladık. Sonrasında da Youtube kanalı için benimle küçük bir söyleşi yaptı. ABD’de çektiği videoları biraz seyredip yorumları okudum. Kanalı sayesinde çok insana bisiklet konusunda ilham olmuş bir genç. Öte yandan benim bir önceki yazımda dediğim gibi; medyanın etik kuralları artık elindeki telefonla her görüntü çeken ile birlikte değişti. Herkes her istediğini özgürce kendi istediği şekilde yayınlayabiliyor. (Bu konudaki düşüncemi bir önceki yazımda dile getirmiştim) Kendisine ağır eleştiriler de yapılsa umursamadan yoluna devam ediyor. Diyeceğim o ki yolu açık olsun.
Bu alandan akşam hava kararmaya yakın çıkmıştık. Ooo baktım uzunca bir süre yolda bir halt yok. Parkın hemen dışında, yol kenarında çadırımı kurabileceğim genişçe bir alan da var. Tamamdır akşamı burda geçirip sabah yola devam.
Colorado eyaletine girmiştim. Bu arada Santa Fe’de tanıştığım Ayşe ve Cem de kızlarını yanlarına alıp bir haftalık tatile çıkmışlardı. Beni Mesa Verde Ulusal Parkı sonrasında yakaladılar. Cem sürekli o parka gitmem gerektiğini söylüyordu.
– Nasıl tırmanacaksın bilmiyorum fakat park güzel Gürkan.
– Ne! Fazla tırmanış mı var? Süper süper.
Mesa Verde parkı zaten bir önceki yazımla ilişkili olacak. Çünkü Navajolar’ın yerleşkeleri ile Mesa Verde birbiriyle ilişkili yerler.
Amerika Birleşik Devletleri Mesa Verde Ulusal Parkı
Amerikalı değilim, burada yaşamadım. Fakat ülke tarihini okudum, milli parklarınının içeriklerini biliyorum. Bu park için şunu rahatlıkla söylüyorum; burası Amerika Birleşik Devletleri’ndeki tüm parklardan farklı. Benim için kıtanın en güzel milli parkı. Bunu dediğim zaman Amerika’da yıllardır yaşamış ve birçok milli parka gitmiş kişiler bana katılmadı ama sebeplerini sayınca ve benzeri var mı dediğimde de cevap gelmedi. Neden benzersiz oluğunu şöyle yazayım:
• Parkın içindeki ulaşım ağı ve ara yollar süper,
• Parkın içinde çok güzel manzaraya sahip tırmanışlar var,
• Doğa inanılmaz güzel. Ayılar ve kızıl geyiklerle dolu bir park alanı,
• Kamp alanı çok iyi.
Buraya kadar her şey aynı, fakat bu parkta diğer parklarda olmayan;
• M.Ö 7500’de insanlar bu alanda mağaralarda yaşıyorlar. Fakat M.S 200’de yerleşik hayata geçilmiş ve yapılar yapılmış. 600’den fazla yapı var ve bu yapıların bir kısmı bizim Anadolu’daki höyüklere benziyor. Bölgede yaşayan maceraperest kadın toplulukları sayesinde 1978’de Unesco koruma listesine girmiş. Dikkat edin buranın gün yüzüne çıkmasını sağlayan kadınlar olmuş.
Amerika Birleşik Devletleri’nde insanlık tarihi ile ilgili bu kadar eski yapıların olduğu ve bu kadar güzel olan başka bir park yok. Bu kıtada alanında tek burası. Tarihi yapıları seven biri olarak tabiki de burası benim bir numaralı ulusal parkım olacak.
Bir önceki yazımda Chaco Kanyonu’nu okudunuz. Oradaki yapıları yapanlarla bu yapıyı yapanlar aynı toplum. Kuş uçusu aralarındaki mesafe 100 kilometre diyebilirim.
Sonrasında buradan çıktım, bisikletin seçtiği yol beni San Juan Ulusal Ormanı’na götürdü. National Park, National Forest aynı olaylar değil. Her ikisinin amaçları ve yönetimleri farklı. Mesela mill parkın içinde kafana göre kamp kuramıyorsun. Milli ormanın içinde boş yer buldun mu at çadırı gitsin.
Bu noktalarda efsane tırmanışlar başladı. Şimdi bunlardan bir tanesi Molas Geçidi, 3322 metre (10901f).
Zirveye vardığımda birkaç araç vardı. Bir tabelanın önünde bir fotoğraf çektim. Etrafın şöyle bir genel fotoğrafını da aldım. Sonra da sol tarafta dürbünle dağda keçi gözlemleyen adamların yanına gittim. Havanın kararmasına pek bir şey kalmamıştı. Biraz aşağıya inip çadır kurmam gerekiyor, akşam ortalık buz tutacak bundan eminim. Yarın kasabaya kayak yaparak gitmek istemiyorum. Bir iki cümlelik sohbetten sonra aşağı indim.
Not: 14 yıllık seyahat hayatımda yaptığım olaydır; ne zaman ki duruyorum o zaman bir bölge ile ilgili kapsamlı bir araştırma yapıyorum. Günde 100 kilometre yapıp 1500 metre tırmanıp, gezdiğim bölge ile ilgili yazı zaten paylaşıyorum ama üstüne video istemek olmuyor. Durduğumda da zamanımı sadece yazmaya ayırıyorum, videoların düzenlenmesi veya kurgusu ile ilgilenemeyecek kadar çok video var. Başkasına ver o yapsın diyen dostlar oluyor. Hayır efendim başkası da ilgilenemez. Olayı yaşayan benim, kurgusunu ya ben yapacağım ya da benimle seyahat eden biri yapacak. O an ne yaşandığını, hikayeyi bilip ona göre kurgulayacak. O da olmadığına göre videolarını çek, bir başkası kurgulasın söylemlerini artık bırakabiliriz. Sevgili takipçilerim kısacası dünya turun çektiğim videoları maalesef sizler seyredemeyeceksiniz. Bu seyahatte keyif aldığım işlerle ilgileniyorum. Yazmak, okumak ve gezmek. Bunları neden yazdım? Bu noktada bir detayı o an fark etmemişim. Sonra illa ki fark edecektim, fakat arkadaşım bana önceden söyledi. Bir sonraki yazımda okursunuz.
Aşağıdaki göl kenarına indim, çadır kuracağım. Bu arada hava da karardı. Görevliye dedim ki çadır kuracağım bisikletle geldim, 35 dolar dedi. Arkadaş bisikletle gelmiş tek kişilik çadır kuracak adamdan araba ile gelenin parasını alıyorlar. Bak bu harbiden öküzlük başka bir şey değil.
Amerika Birleşik Devletleri’nde bu konuda bir sınıflandırma yapmamışlar. Araçla gelmeyene kamp şu kadar, bisikletle veya motosikletle gelene kamp şu kadar diye bir fiyatlandırma yok. Bana verdikleri kamp yeri tam bir arabalık yer. Bisikletle birilerinin gelip çadır kurma ihtimalini o kadar imkansız görüyorlar ki 10 eyaletin hiç birinde yoktu bu olay. Bu arada burası milli park değil, milli orman olarak geçen bir yerdi. Hemen aşağı tarafta da Silverman kasabası var.
Google Haritalar’da mekanın bulunduğu yere çoooookkkk güzel bir yorum yazdım. YAPIŞTIRDIM resmen. Sonuç olarak aylar sonra bir özür mesajı geldi.
Sabah Silvertan kasabasına kahve içmeye gittim. Süper bir kasabaydı. Şehre girdiğimde yol kenarındaki otelde birkaç bisikletli yarış bisikletleri ile yola çıkmak üzere hazırlık yapıyorlardı. Beni görünce hemen sabah kahvaltısı ısmarladılar. Ne dedim; ortam değişmeye başladı. Artık yolda beni görüp kim olduğumu ve ne yaptığımı sormadan uzun yoldan geldiğimi anlayan insanların sayısı arttı.
Silvertan kasabasından çıkılan meşhur geçidin adı Red Mountain Geçidi. Burası da 3400 metrede. Tırmanışın manzarası hakikaten çok güzel, sonrasında bu yol ABD’nin efsane ikonik yollarından birine bağlanıyor; Million Dolar Otoyolu. Bu yolun yapımına 1881’de başlanmış. Şimdi ben ne yaptım; kamera ile falan uğraşmadım, baktım yol yokuş aşağı çok güzel iniyor, aman salla, keyfini çıkart Gürkan bu yolun deyip durup video kamerayı bile çalıştırmadım. Fakat yokuşun alt tarafına geldiğimde durdum ve vadiyi şöyle bir çektim. 1881’de milyon dolar parayı buraya iyi gömmüşler. O dönem bu yolun nasıl yapıldığı ile ilgili teferruatlı bilgilerin yazdığı panoları okuyup geçtim.
Bir sonraki geçit Continental Divide Geçidi; orası da 3450 metreydi. Oradan aşağı inerken arkamdan gelen yağmurun sesini duyuyorum. Bir an önce çadır için bir yer bulmalıyım derken yol kenarında kuytu bir alan gözüme ilişti, hop hemen çadırı kurdum, ardından sağanak yağış başladı. Yılların çadırı, artık çadırı yenilemem gerekiyor. The North Face’in Amerika merkezi başkent Denver’da bulunuyor. Umarım Türkiye’den telefon açarlar da bana burada bir çadır verilir.
Ertesi sabah bu noktadan yola çıkıp 15 kilometre yokuş aşağı indim. Sonra ne oldu biliyor musunuz? Yıllardır yanımda taşıdığım kilidi yukarıda unuttuğumu fark ettim. Ulaaaan, ulaannn indiğim yokuşu boş yere geri çıkıyorum offf. Bu kilidi bir kere de Arjantin’de unutmuştum, aklıma o zamanki anılar da geldi. Kilidi Güney Afrika’da aldım ve 9 senedir kullanıyorum.
Önümde Pueblo kasabası var. Oradan sonra da yukarı Denver’a doğru devam fakat Santa Fe’de tanıştığım Hilmi abim ısrarla bu kasabada tanışmam gereken biri olduğunu söyledi.
– Gürkancım, üniversiteden arkadaşım Cherly’a haber verdim seni bekliyor. Kendisi Mormon’dur. Hem senin için hem de O’nun için iyi bir buluşma olacağını düşünüyorum.
– Hilmi abim sağolsun tabiki de giderim. Zaten kasaba yolumun üzerinde, misafir olmaktan mutluluk duyarım. Ayrıca daha önce Mormon dininden kimse ile tanışmamıştım.
Cherly 2-3 günde bir beni aramaya başlayıp ne kadar yaklaştığımı benden öğreniyordu. O’nun evine giden yol da hakikaten çok güzeldi. Güle oynaya arka yolları kullanarak Pueblo kasabasındaki evine gittim. Karşımda inanılmaz tatlı otantik bir Amerikan kadını vardı. Kaldığım süre boyunca da iki gün O’nun evinde dinlendim, çok güzel yemekler yaptı ve sohbetler ettik. Mormon dini hakkında bana bilgi verdi, hatta şu dinin de kitabını okuyayım eksik kalmasın dedim ve Kindle’a indirdim, bir ara fırsat bulduğumda okuyacağım.
Eve ilk girdiğim gün yemek masasının üstünde 11 tane portre fotoğraf gördüm.
– Cherly bir şey soracağım, fotoğraftakiler kim?
– Çocuklarım.
– Hepsi mi?
– Evet.
Kısa süreli bir şok yaşadım. Çocuklarının hepsi Ironman sporcusu ve kendisi de Ironman antrenörüymüş. Akşam da torunlarına yüzme dersi verecekti ve sen de gelir misin dedi. Arkadaş ben nasıl bir kadının evine geldim diye söylenirken duvardaki soyağacı tablosu dikkatimi çekti. En Başta Cherly sonrasında çocukları aşağları geçmiş yıllara iniyorum, in in in bir yerlerde Benjamin Franklin’ yazıyor…. Yıldızlar falan dallanıp budaklanmalar. Bu arada o da içerde yemek yapıyordu..
– Cherly bir şey soracağım. Soy ağcında 18y.y. sonunda Benjamin Franklin var. Bu kurucu babalardan olan Benjamin Franklin değil di mi?
– O Gürkan
– Yani sen Amerika Birleşik devletlerinin kurucu babalarından Benjamin Franklin’in torunu musun?
– Evet
Bir kaç saniye kendimden geçtim sanırım. Hilmi abime mesaj attım:
– Abi sen beni kiminle tanıştırdığını biliyor musun?
– Hahaha Gürkancım, dedim sana O’nunla tanışman lazım diye.
Şu iki gün içinde nasıl güzel bir muhabbet döndü buraya yazılamayacak kadar güzel ve ilginçti. Bu sohbetin gelecekte bir gün anılarım da bile yer alacağını sanmıyorum. Fakat Amerika Birleşik devletleri Rüyasını bu ülkenin kurucu babalarından biri olan Benjamin Franklin’in torunundan Cherly’den dinlemek bambaşka bir seviyeye çıkarıdı bu seyahati.
Neyse ben yoluma devam edeyim…