Birleşik Arap Emirlikleri’nde sınır girişi gene her zamanki gibi normal değildi. Bisikleti gören ilk görevli, beni görünce biraz şaşırdı, sonrasında hemen bir bina gösterdi; oraya gitmen lazımmış. Bu arada Suudi Arabistan-Birleşik Arap Emirlikleri sınır kapsı arası yaklaşık 6km ve bu mesafe boyunca bir kamyon kuyruğu var ki inanılır gibi değil. Kaç günde Suudi Arabistan’a girmeyi başarıyor kamyonlar çok merak ediyorum.
Binaya girdim. Dışarıdaki bunaltıcı havadan sonra da içerisi şok etkisi yaratıyor. Şu klimalı ortamlara bir türlü alışamadım gitti. Evraklar kontrol ediliyor:
– Tamam, bisikletle gelmişsin fakat sana bir kağıt vermeleri gerekiyordu. O nerede?
– Bana kağıt falan verilmedi.
– Yaya olarak geçtiğin için Suudi Arabistan sınırından sana kağıt verilmesi lazımdı.
– Hayır verilmedi.
– O olmadan seni bu tarafa alamayız.
– Pasaportta yasal olarak Suudi Arabistan’dan çıktığıma dair mühür var ve gene yasal olarak sizin ülkenize girmem için vize mevcut (mevcut kelimesi de dilime dolandı bu Arap coğrafyasında ha)
– Gürkan Bey ben size buradan izin versem bile gümrük polisleri o kağıtları isteyecektir.
– Tamam o hâlde siz o izni verin, gümrük polisleri ile ben konuşayım. Çünkü 6 kilometre geri gidip sonra tekrar buraya gelmek istemiyorum. Hava 57 derece!
– Tamam.
İlk kapıdan geçmem için gerekli belge verildi. Şimdi sırada gümrük polisleri var. Gümrük polisleri alana girdiğimde hemen durdurdular. Önce çantalar bisikletten söküldü. Hepsi x-ray cihazından geçti. Sonra bisikletin üstündeki araçlar için yapılmış bir x-ray cihazından geçtim. Odaya aldılar, evraklara bakılıyor. Adamın dediği gibi Suudi Arabistan’da bana verilmesi gereken yaya çıkış belgesi soruldu. Dedim kimse vermedi. Elimdeki belgeler bunlar. Kendi aralarında bir muhabbet geçti. Üstlerini aradılar. Birkaç dakika sonra bol pırpırlı bir amca girdi odaya. O zamana kadar ben ayakta bekliyordum. Bisikleti, çantaları ve beni görünce hemen işaret ettiği yere oturmamı istedi.
– Ne içersin? Aç mısın?
– Varsa soğuk bir meyve suyu içerim.
Görevliler birkaç dakika sonra hurma ve meyve suyu ile geri geldiler. Bu polis amca beni televizyonlarda seyretmiş. Hatta umreye bisikletle giden ilk Müslüman olduğumu da biliyordu. Oradaki polislerden birine beni diğer kapıya kadar araba ile götürmesini, o kağıdı almamı ve geri getirmesini söyledi. Vay be amca! Sağolasın valla. Hâlden anlayan biri çıktı. Suudi Arabistan sınır kapısına, son model Toyota Land Cruser içinde gidip işlemleri hallederek geri döndük. 20 dakika sürmedi. Sonrasında arkadan el sallayarak beni uğurladılar. Valla neredeyse su dökeceklerdi, öyle de muhabbet ettik. Arap misafirperverliği devam ediyor.
Sınır kapısından geçtikten 20 kilometre sonra bir benzin istasyonu vardı. Oldukça geniş bir alan üzerine kurulmuştu. Bisikletle alana girdim. Gölge bir yer arıyorum. Ortam deli kalabalık. Hem tır şöförleri, hem umreye giden Hindistanlı ve Pakistanlı vatandaşlar. Abooooooo… Tam namaz vaktine denk geldim! Caminin önüne bisikleti park ettim. Sonra da hemen kendimi içeri attım. 57 dereceye sabitledi, ne aşağı iniyor ne yukarı çıkıyor hava sıcaklığı. Vatandaş tabi soruyor, nerden geldin, nereye gidiyorsun… Umre yaptığımı da bir öğrendiler ki kıyamet koptu. Otobüse binen hacı amcalar da dâhil olmak üzere herkes yanıma gelip el sıkışmak, tanışmak istiyor. Hatta yetmiyor, fotoğraf çektiriyoruz. Hemen öğlen yemeği getirildi, önüme kondu. İçecekler, meyveler her şey geldi. Bu öğlen yemeği de Hindistanlı ve Pakistanlı kardeşlerden oldu. Yemeği yedikten sonra alanda şöyle bir dolanmaya başladım. Dükkanlardan birinde GSM satılıyordu. “Acaba internetli satar mı ki?” Sordum, evet dedi. EtiSalat adında bir Abu Dabi firması var. Bu ülkede her emirliğin kendi bütçesine göre hattı var. EtiSalat 1 aylık ve 3GB internet paketi 95$. Oldukça pahalı ama yapacak bir şey yok diyip aldık. Nasıl olsa 3 ay bu ülkedeyim. Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri’nde internet hızı 4G. Böylelikle telefonumdaki LTE uygulamasını da kullanmaya başladım. Sonraki dönemlerde aynı hızda daha ucuz firmalar da buldum.
Akşam 17:00’ye kadar bekleyip sonra tekrar pedallamaya başladım. Bir sonraki benzinlik 200 kilometre sonra. Çok şaşırtıcı bir durum. Suudi Arabistan’da bir bölge haricinde en fazla 100 kilometre de bir benzin istasyonu buluyorsun. O bile yoksa, namaz kılacak alanlar, o alanların yanında da su depoları ve gölgelikler kesinlikle vardır. Birleşik Arap Emirlikleri gibi kendini bölgenin en zengini gösteren bir ülkede, 200 kilometre aralıkla benzin istasyonu kurmak şaşırtıcı. Bu arada 24 saat içinde 3 ülke geçmem de güzel oldu tabi. Katar’dan, Suudi Arabistan’a, oradan da Birleşik Arap Emirlikleri’ne. Daha önce böyle bir şeyi Avrupa’da da yapmıştım. Bodenze Gölü’nün orada Almanya, Avusturya ve İsviçre’yi bir gün içinde geçebilirsin. Tabi orada yeşillikte pedallaması daha zevkliydi. Katar, Birleşik Arap Emirlikleri arasında Suudi Arabistan’da 140km çöl geçiyorsun. Hâliyle biraz sıkıcı oluyor. Artık her kum fırtınasında ağzımın, burnumun, kulaklarımın, yani döt deliğime kadar her tarafımın kum olmasından da biraz sıkıldım. Fas’tan buraya doğru hep çöl ortamındayım. Valla içim kurudu ha.
Bu üç ülke serüveninden sonra ilk gün fazla yol alıp bünyeyi yıpratmanın alemi yok. Bir ara telefona bakayım dedim, vatandaşlarımızdan biri mesaj atmış. “Neredesin? Koordinat ver, geliyoruz.” Dubai’deki simitçinin sahibi Şükrü Abi. Yahu zahmet edip gelmeyin, 400km gelip 400km geri döneceksiniz. Ben zaten o tarafa geliyorum, siz gelmeyin desem de bu arkadaşlar gece 22:00 gibi cümbür cemaat çocukları ile birlikte çadırımın olduğu alana geldiler. Yaklaşık 15 kişi. Yurt dışında olduğum için genellikle bölge halkının misafirperverliğinden bahsediyorum. Fakat şu bir gerçek ki biz Türkler de bu konuda oldukça iyiyiz. Her ortamda, her koşulda mutlaka bir misafirperverlik gösteririz. Yol üstündeki Ruwais şehrinde de Akın ve Burcu çifti evlerine davet ettiler. 4 günlük çadır hayatı sonrasında bir duş alıp ev ortamı görmek, tabi ki de güzel olacağından bir sonraki gün evlerine gittim.
Akın bölgedeki petrol şirketinde çalışıyor. Hatta bu ülkenin petrolünün çıkarılıp işlendiği nokta burası. Bu Ruwais şehri de gördüğüm en büyük yerleşkeydi. Şehir duvarlar arkasına yapılmış ve tek bir giriş kapısı var. İçerde yaşayan herkes bu şirkette çalışıyor. Sanırım on binlerce insandan bahsediyorum. Çok büyük bir alandı. Çocukların okul masrafı, ev kirası, su, elektrik faturaları, her şey devlet tarafından ödeniyor. Oldukça yeşil ve ağaçlandırılmış bir alan olması da gene şaşırtıcı. Bir gün öncesinde bu yere gelebilmek için öyle bir kum fırtınasının içinden geçtim ki… Bir noktadan sonra ilerleyememiştim. Bir yapının içine girip, ağzımı burnumu kapatarak dinlenmeye çalışmıştım. Şimdi de yeşil bir alanın içindeyim.
Bölgede tren yolu çalışmaları devam ediyor. Gelecekteki hedefleri Mekke’ye kadar bir tren yolu yapmak. O tren yolu da oradan Ürdün ve Suriye üzerinden İstanbul’a kadar devam edecek. Olmayacak bir şey değil, hatta olursa da güzel olur. Fakat bölgenin durumu ortada. Ayrıca Ürdün Demiryolları Müdürü, “Valla demiryolları Türklerin, gelsinler tamir etsinler, hizmete açalım” da demişti. Önce bu kafaların değişmesi lâzım.
Abu Dabi şehrine doğru giderken yol çalışması ile karşılaştım. Bu coğrafyada otobana alternatif başka bir yol yok. 5 şerit, artı bir emniyet şeridi var. Bu yol çalışması şunu gösteriyor ki bu alan sanırım 8 şeride falan çıkacak. Hâliyle emniyet şeridini kapatmışlar. Bisiklete binmek oldukça tehlikeliydi. Bu yüzden ben de yol çalışması içinde yer alan kısımda kamyonlar için yapılmış olan başka bir yolda pedallamaya başladım. Ayrıca çalışanların dinlenmeleri için çadırlar ve soğuk su istasyonları kurmuşlar. Daha ne isterim 🙂
Zor da olsa Abu Dabi’ye varmayı başardım. Şehir içinde pedallamak zor, kolay değil. Otobandan bir türlü çıkıp şehrin içindeki ara yollara geçemiyorum. 5 şeritlik alanda trafik oldukça hızlı akıyor. Öyle bir noktaya geldim ki karşıya geçmem lazım. Fakat hiç alan yok. Tam bu sırada bir polis arabası beni geçerek önümdeki aracı durdu. Aha işte fırsat. Yanlarına kadar gidip adamdan rica ettim “Bisikletle Türkiye’den geliyorum, araçları benim için durdurur musun?” adam şaşkınlık içinde, tabi tabi, dedi. Polis arabasının sirenlerini açtı. Ben de önüne geçtim ve yolu çaprazlama durdurmayı başardı. Sonunda karşıdayım 😀 Ulan koca otobanı da durdurduk ya hahha. Sonra ver elini büyükelçilik.
Abu Dabi T.C. Büyükelçiliği 2014 yılında yapılmış, oldukça şık bir elçilik. Merve Hanım ve İlham Bey beni bekliyorlar ve gelişimden haberdardılar. Katar’da tanıştığım Shaima ailesine benden bahsetmişti. Özellikle erkek kardeşi beni ilk duyduğunda “Yalan söylüyordur, arabaya biniyordur.” demiş. Fakat ablası internet sitemdeki takip sistemine bakmasını söyleyince o günden sonra ablasına her gün sormuş ne zaman gelecek, ne zaman gelecek diye. Evet, Abu Dabi’de önce onarın evinde misafir olacağım…
Fakat onlara geçmeden önce Büyükelçimiz Levent Bey’le de biraraya geldim. Yolculuğumun biten kısmını, neler yaptığımı ve gelecekte neler yapacağımı anlattım. Ayrıca Birleşik Arap Emirlikleri’nde birlikte neler yapabileceğimizi konuştuk. Sonraki günlerde elçilikte bir sunum ve ülkenin tüm gazetelerinde röportaj olayına da girdim. Elçilikte de misafir oldum. Kendilerine teşekkür ederim.
Abu Dabi’de Shaima’nın ailesinin evinde kaldım. İki kız kardeşi ve iki erkek kardeşi var. Babaları Salih Bey de petrol şirketinde çalışıyor. Aynı zamanda bir fotoğrafçı. 1970 yılında Abu Dabi’nin fotoğraflarını çekmiş. Sonra 2015 yılında aynı noktalardan şehrin fotoğraflarını tekrar çekmiş. Bu çalışması da Birleşik Arap Emirlikleri’nde bir ödül almış. Kızlarının hepsininin kendi işleri var. İmman, ünlü bir makyaj uzmanı. Sana, sporcu. Erkek kardeşi Sultan’ın bir sürü sorusu oldu. İlerleyen haftalarda gazetelerde çıktım. Okulda bütün arkadaşlarına benden bahsetmiş. “O bizim evde misafir olarak kalıyor.” demiş fakat kimse kendisine inanmamış. Bir sonraki buluşmamızda onun telefonu ile fotoğraflar çektik. Arkadaşlarına göstermesi lâzımmış da 🙂 Shaima’nın annesi bana en güzel yemekleri hazırladı. Gerçi evde üç kadın olunca yemek çeşitleri de oldukça fazlaydı. Ramazan ayında bir kere de iftar sofralarına misafir oldum. Shaima da çok güzel yemekler yapıyor. Fakat Shaima daha çok yemek yemeyi seviyor 😀 Aile ile birlikte meyve haline ve balık pazarına da gittim.
Abu Dabi’de kaldığım süre zarfında Şeyh Zayed Camine bir kere Shaima ile turistlik atraksiyon şeklinde gittim, bir kere de Emirates Otel’in Bilgi İşlem Müdürü Mehmet ile Cuma namazı için. Şunu söylemeliyim ki şu zamana kadar gördüğüm en jan janlı camiydi. En lüks cami de diyebiliriz. Dünya’nın en büyük avizeleri (swaroskiden yapılma) bu camide. Dünya’nın en büyük tek parça halısı bu camide (İran’da yapılmış). Caminin yapımında kullanan malzemeler dünyanın dört bir yanından getirilmiş. Türkiye’den çini işlemeli seramikler gelmiş. Tasarımı süper!
Yanımda duran şunları yapmak yasaktır denilen tabelada bir hareket dikkatimi çekti. “Camide yatarak poz vermek yasaktır” Bu nasıl bir yasaktır niye yatarak poz verilir ki?. Shema’ya sordum bu nedir diye? Rihanna bu camiye gelmiş ve böyle yatarak pozlar vermiş. O pozları o verdikten sonra başkaları da yapmaya başlayınca böyle bir yasak ortaya çıkmış.
Bisikletin üst tarafına 2 litrelik bir termosu çok uzun süredir arıyor fakat bir türlü bulamıyordum. Bu termosu en sonunda Birleşik Arap Emirlikleri’nde bulmayı başardım. Fakat bu sefer de onu taşıyacak suluk kafesim yoktu. Elçilikte tanıştığım Ebru’nun kocası Yusuf ile birlikte sanayiye gidip. Bir Hataylı usta bularaktan bu konuya da el attım ve çözüme kavuşturdum. Hatta sonrasında SPonsorlarımdan Tur Assist firması da hem bu termosa hem de taşıdığım diğer 2 litrelik Pedlere polardan bir koruma yaptı. suyu güneşten koruyabildiğim gibi poları ıstlatıp suyun daha uzun süre serin kalmasını da sağlayabiliyorum.
Bir akşam Ebru, Merve, İlham ve Yusuf’la birlikte dışarı çıktık. Ladies Night, Birleşik Arap Emirlikleri’nde haftada iki defa mutlaka her barda yapılıyor. Bayanlara içecekleri bedava.
Bir başka gece de elçilikten Ahmet Bey’in evinde misafir oldum. Türk yemekleri kotamı da böylelikle Abu Dabi’de doldurmuş oldum. Ne yemek yedim ama off.
Dubai’ye doğru hareket etmeden bir günce önce Emirates Palace Mehmet’in misafiriydim. Hatta kotayı doldurduk dedim ya, hah o kota dolmamış. Bir gün de onlara yemeğe gittim. Emirates Palace’tan bahsedecek olursak, baba burası otel kılığında bir şey. Otel otel olmasına da yani adamların rakibi yok. Bir kahve söyledim, üstünde 5 gram altın serpilmiş şekilde geldi.
Mehmet’e aynen şunu dedim, “Benim mide böyle altınlı kahve içmeye pek alışık değildir, kabızlık yapmasın?” Malum hepimiz biliriz alışmamış dötte don durmaz. Neyseki dokunmadı. Fazla içmemek lazım :D. Otelin lobisinde altınmatik var. Bence tam bizim ülke için ideal bir şey. Düğün salonlarının önüne koyacaksın bundan bir tane, internete de bağlantısını çakacaksın. Her 30 saniyede bir, kuru güncelleyecek. Ya deli satar 🙂 Tuttum bu çalışmayı.
Sonracığıma Mehmet beni odama çıkardı (hehe). Geceliğine 5000 doları verdim. O çantaların içinde ne var sanıyorsunuz, balya balya dolar taşıyorum. Hep çadırda mı kalacağız arkadaş. Her yer altın kaplama. Zaten otelin genelinde 8,5 ton altın kullanılmış. Yarısı bu odalarda. Bir yerlerden geçtik falan ben önce kendimi lobide sandım, meğersem odanın içindeymişiz. Odanın içinde 6 oda daha var.
Ekstra büyük bir oturma odası var, yemek odası var, var oğlu var. Zaten içeriyi keşfedene kadar bir gün geçer. Baktım yataklar çok rahatsız. Paramı geri verin, ben çadırıma geri dönüyorum dedim 😛
Şaka bir yana tek kelime ile “muhteşem” bir otel! Mehmet’e teşekkür ederim.
Abu Dabi-Dubai arasındaki yol 132 kilometre. En azından benim başladığım nokta ile bitireceğim nokta arası o kadar. Tek bir yol var, otoban. Hava sıcaklığını 50°C üstünde bekliyorum. Bu yüzden sabah erken bir saatte çıksam, öğlen yatsam, akşama doğru tekrar pedallasam, en mantıklısı bu olacak. Bu yüzden de sabah 5 gibi yola çıktım.
Yol boyunca oldukça fazla benzin istasyonu vardı. Ulan sınırdan Abu Dabi’ye bir tane benzin istasyonu yapma, 400km alan içine şuradaki 132 kilometreye 5 tane istasyon yap. Ayarınız yok valla. Neyse mola vere vere Dubai şehrinin girişine kadar geldim. Yolda iki mühendis arkadaş yakaladı. Birinin adı Fırat, diğer arkadaşın adını unuttum 🙂 Birleşik Arap Emirlikleri’nde hız radarlarını yola kuran ekipten iki kişiydiler. Benzinlikte muhabbet ettik.
Dubai içinde bisikletle gezmek aslında rahat fakat anayoldan gelip ara yollara girmeye çalışmak, işte bu çok zor. Şehrin genelinde özellikle de sahil şeridinde zaten bisiklet yolları var. Jumerai denilen bölgeye geçtiğimde oldukça rahatladım.
Dubai’de evinde misafir olacağım kişiler kim peki? Brian Gilroy ve Ayşen Tosya Gilroy. Ayşen, 18 senelik arkadaşım Barbaros Tosya’nın halası olur. Kendisi ile tanışıklığım 14 sene öncesine gider 🙂 Yani aileden birilerinin yanına gidiyorum. Yolda sağa sola bakarken bir anda Türk bayrakları ve çığlıklarla yanımdan bir araba geçti. Ne oluyor yahu, ne alaka derken karşı taraftan bisikletleri ile gelen iki kişi gördüm.
Yonca Tokbaş ve ileriki günlerde yürüyüş arkadaşım olacan Zeliha 🙂 132km’yi 57 derecede pedalladıktan sonra Yonca ile karşılaşma heyecanım pek onunki kadar olmadı. Hem rengim atmış ve nabzım yükselmişti. Hem de yorulmuştum. Ayrıca şoktaydım. Bu sıcakta pedallamalarına şaşırdım. Kızı Destina ve oğlu Aslan Cem de gelmişti. Uzun uzun sarılmalar sonrasında biraz soluklanıp yolculuğun kalanında beraber pedal çevirdik. Tur esnasında en son Fas’ta Enes benle pedal çevirmişti. O zamandan bu zamana yollarda tektim. Ayşen’lerin evinin sokağına girdiğimizdeyse evin önünde bekleyen çocuklar bana doğru koşmaya başladı. Herkes bağırıyor, alkışlıyor, tebrik ediyor. Türk bayraklarını sallıyorlar. Ne diyeceğimi bilemedim. O kapının önünde durup “Teşekkürler!” kelimesini söylerken bile gözlerim doldu. Neyse ki çocuklar ağladığımı görmüyordu. Gözyaşlarım gözlüğün arkasında tere karışıp gidiyordu. Yorgun ve mutluydum.
(yüzlerce fotoğraf vardı arşivde bulamadım o anları 🙂
Ayşen hemen beni odama çıkardı. Duşun yerini gösterdi. Saatlerce buz gibi suyun altında kalmak istiyordum fakat su çok sıcaktı 🙂 O gün evdeki misafirlere neler yaptığımı ve gelecekte neler yapmak istediğimi kısaca anlattım. Sohbeti dinleyen çocukların tepkileri de çok ilginçti.
– Anne, bu abi Örümcek Adam, Süpermen gibi bir şey!
– Anne, bir de Türklerin tembel olduğunu söylerler. Abi neler yapmış böyle!
Arda Tokbaş sayesinde de akşam Türk yemekleri ile doyduk. Sonraki günlerde de. Dubai’de Bulunan GMS Welington, Metropolitan ve Dubai Amerikan Okulu’nda toplamda 1000 Kadar öğrenciye de seyahatimi anlattım. Gençlerin geri dönüşleri çok güzel oldu. Dubai’de yer alan GMS okullarının hepsi tek bir aileye bağlıymış. Bu aile de Hindistanlı bir aile. Zamanında bölgede prenslere İngilizce öğretmişler, sonra da bu yabancı okul sistemi ortaya çıktığında Hindistanlı aileye bu okulları kurmaları için izin vermişler. Gayet de başarılı olunmuş. Okullarda sportif faaliyetler ve sanata yönelik çalışmalar oldukça önemli bir yer tutuyor.
Dubai’de gezerken gözüme çarpanları anlatayım: 3 metro hattı yapmışlar. Durağın yakınlığına uzaklığına göre ücret değişiyor. Gece 00:30’da metro kapanıyor. İstasyonlardaki her görevli İngilizce biliyor. Buna emniyet görevlileri de dâhil. Satış yapanlar Pakistanlı veya Hindistanlı kadınlar. Fakat polisler Birleşik Arap Emirlikleri’nden. Metrolarda herhangi bir şoför yok, tamamen otomatik çalışıyor. Öndeki vagonlardan bir tanesi altın vagon olarak geçiyor. Fiyatı diğer vagonlara göre biraz daha pahalı. 18 kişilik çok rahat oturma yerleri var. Genellikle boş. Metro hattı üzerinde bir yerde oturuluyor veya çalışılıyorsa kesinlikle metro kullanılmalı. Ülkede deli trafik var. Şehrin içinde 1km aralıklarla 3 tane ana yol hattı kurulmuş olsa da şehrin içinde trafik sıkışıyor. Üstelik gidiş 8 şerit, geliş 8 şerit. Metroda iki vagon sadece kadınlar için. Haremlik selamlık bir uygulama yok. Diğer vagonlarda da kadınlar duruyor. O vagonlarda kadınlar duruyor diye civardaki erkeklerde “Haa kadın kendine ayrılmış yerde durmuyor. Bizlerin arasında duruyorsa hâllidir bu!” demek, böyle bir düşünceye sahip olmak bu ülke için geçerli değil. Bu konu ile ilgili bir fotoğrafı facebook sayfamda paylaştığımda bu şekilde düşünen ve yorum yazanlar, kadın veya erkek, kendi halkımdan oldu!! Bir İngiliz öğretim görevlisine, neden bu ülkede yaşamayı tercih ettiğini sormuştum “Kendi ülkemde bu mentalite yok.” demişti. 🙂
Bunun dışında araba ile şehir içinde seyahat edip sonrasında park yeri bulmaya çalışmak tam bir işkence. Hele bir de alışveriş merkezine gittiyseniz aboo. Emirates Alışveriş Merkezi’nin park yerinden tam 45 dakikada çıkamadık. Sokaklarda park görevlisi veya vale görmenin imkânı yok -bazı noktalar hariç-. Park beleş diyebilirim. Parkın ücretli olduğu noktalarda ya makinalar var ya da aracını park ettiğin yerin kodunu P tabelasının altına yazmışlar. O kodu yazıp SMS atıyorsun. Bir SMS ile geri dönülüp kaç saat kalacağın soruluyor. Mesela 1 saat diyorsun. Bir saatinin dolmasına 5 dk kala sana bir mesaj daha geliyor “Uzatacak mısınız?” diye. Diyelim ki uzatmadın ve polis gelip sistemden kontrol etti. 30$ park cezası var. Şehir içinde araç hızı 120km. Radarlar her yerde var. Pat yakalandın mı? Flaş patlıyor. Cart evine 82$ ceza makbuzu geliyor. Yolda gördüğüm kazaların hemen hepsini Emiratiler yapıyor. Daracık sokaklarda altlarındaki son model araçların güçlerini deniyorlar. Sonucu da iyi olmuyor.
Dubai’de 40 sene önce hiçbir halt yokmuş. 40 sene önce gelişmeye başlamış, son 15 sene içindeyse bu hâle gelmiş. Yani Al-Ain şehrine deve üstünde giden amcalar, şimdilerde son model arabalarla gidiyorlar. Birleşik Arap Emirlikleri için genellikle petrol var, para var, huzur var deniyor. Dubai Emirliği’nde petrol çıkarılmıyor. Petrolü Abu Dabi çıkartıyor, işleme ve depolaması Fujairah Emirlikleri’nde yapılıp oradan Hint Okyanusu aracılığı ile yallah başka ülkelere pazarlanıyor. Dubai bu ülkenin reklam yüzü. Mesela dünyanın en pahalı polis arabaları burada. Verginin veya benzinin ucuz olmasından dolayı böyle yatırımlar yapmıyorlar. 5 milyon dolarlık bir araç alıyor. Bunu polis arabasına dönüştürüyor. Dünya basınında 50 milyon dolarlık reklam yapıyorlar. Gazeteler ister istemez bu habere yer veriyor. O polis arabalarını görüntülemek isteyen turistler var. 2014 yılında gelen turist sayısı 14 milyon. Atlanta Havalimanı’ndan sonra dünyanın en çok yolcu alan ikinci havalimanı olur Dubai Havalimanı. Turizm olayına ağırlık vermiş durumdalar. Peki bu ülkede ne var? Turist niye gelsin? Suudi Arabistan sınırından Dubai’ye kadar olan 530 kilometrelik alanda, açık söylemem gerekirse, hiçbir halt yok. Sadece çöl ve şehirler var. Bunun dışında bu güzergahta, dünyanın en büyük Lego Landi’ni yapıyorlar, dünyanın en büyük anime stüdyolarını yapıyorlar, Ferrari dünyası ve birkaç tane daha dünyanın en büyük projesi daha yapılıyor. Abu Dabi’de henüz bitmemiş bir müzeler bölümü var ki efsane. Louvre Müzesi’nin ikincisini açıyorlar. Bir ihtimal açılış sebebi ile Mono Lisa’yı bile buraya getirebilirler. Arap şeyhleri dünyanın dört bir tarafından inanılmaz eserler toplamışlar. Bunlar arasında 200 küsür parçalık muhteşem tablo koleksiyonu da var. Ayrıca bu yapılan binaların doğa dostu olması da ayrı bir güzellik. Şu anda projenin başındaki mimarlardan birkaçı da Türk kadınları.
Bu yeşil enerji mevzusuna hazır girdim, şöyle ufak bir bilgi vereyim: 9 Haziran 2015 tarihinde Almanya ülkedeki elektriğin %50’sini güneş panellerinden karşılamayı başararak bir rekor kırdı. Almanya 85 milyonluk nufusünun elektrik gücünü; kömür, hidroelektrik santralleri, Rusya’dan alınan doğal gaz ve 17 tane nükleer santralle destekliyordu. Fakat 2000’li yılların ortalarına doğru eldeki enerji fazlasını nakite çevirip bu parayı arge çalışmalarını ve doğru yatırımları kullanarak güneş enerjisine oynadı. Yatırımı buna yaptılar. Elde ettiği güçle kademeli olarak nükleer santralleri kapatmaya başladı. 2008-2015 yılları arasında Almanya’da tam 9 tane nükleer santral kapatıldı. Kapatılan nükleer santrallerin ülke ekonomisine katkısı her yıl en az 9 milyar dolar ve bu yatırımı da gene yeşil enerjiye yatırıyorlar. Neden bu mevzuya girdim: Birleşik Arap Emirlikleri’nde yolda ilerlerken önce bir nükleer santral inşaatı gördüm. Sonrasında da çölün ortasında inşa edilmiş güneş enerjisi parklarını fark ettim. Ülke enerji yatırımını güneş enerjisine oynamış. Tabi bu teknolojinin arge çalışmasını yapmıyor, direkt satın alıyor. Eee zengin, ama doğru bir yatırım.
Bu kapsamda google’da küçük bir araştırma yapılabilir. “Türkiye, İran ve Rusya’ya, doğal gaz için yılda kaç milyar dolar veriyor, şehirlere elektrik sağlayan mevcut sistemin yıllık masrafı nedir, güneş enerjisi sistemini bir ülkede uygulamak için ne çeşit yatırımlar gerekiyor, ülkenin bu sistemi ucuza yapabilecek alt yapısı ve teknolojisi var mı, yoksa bunu dışarıdan satın alıp ülkede mi yapmaya çalışıyorlar, öyleyse bunu neyle finanse edecekler, güneş enerjisi panellerini bu ülkede nasıl kurabilirim?” Bu soruların cevapları Avrupa’da, Birleşik Arap Emirlikleri’nde, Katar’da, Suudi Arabistan’da, Japonya’da, Güney Kore’de, Çin’de… Sevmesem de hep gözümün önündeydi. Dünyanın en çevreci yatırımlarını da buralarda gördüm. Ama gezerken o noktalara gelebilmek için neler yapmışlar onları da gözlemledim. Herkesin istediği yeşil enerjiye öyle teknolojimiz var, paramız var diyerek geçilmiyor. Hayır yani geçiliyor olsaydı bunca devlet baştan geçerdi. Kademe kademe neler yapmışlar, incelemek lazım.
Ayşen ve Brian’ın evinde tam kendi evim modundaydım. Sinan ve Melis’i seyretmek bana kardeşimi hatırlattı. 15 yaşındayken biz de çok kavga ederdik. Sanırım en son kavgamızı da gene o yaşlarda ettik. Hemen her hafta kardeşimle konuşur, sohbet ederim. Türkiye’deki durumu, işinde olup bitenleri anlatır (sigortacı). Annemle babamdan bahseder. Denk getirebilirsek Cape Town’a annem ve babamla birlikte gelecek. Dubai’de kaldığım süre zarfında Ayşen ile sabah yürüyüşleri, Yonca ile sabah koşuları yaptım. Zühal ile de eksik ekipmanlarım için çarşı ve mağazaları gezdim. Yonca’nın kardeşi Fuat’ın eşi İdil, yeni kartvizitler yaptı. Gamze ile Türk lokantası gezmesi, Şükrü ile birlikte Birleşik Arap Emirlikleri turu, Yusuf ve Ebru ile Ramazan Bayramı yaptık. Arap yarımadasının tek usta çöl şoförü Tilki Abimle güzel günlerimiz geçti. Aslına bakarsanız böyle tek tek saymaya kalksam inanılmaz fazla anı ve detay var Dubai durağında.
Kerim bir gün telefon açtı, “Gürkan gel, bisiklet parkurunda bisiklete binelim.” dedi. Evet Dubai’de muhteşem bir bisiklet parkuru var. Yaklaşık 127km. Sadece bisikletlere ayrılmış özel bir alan. Asfaltı kaymak gibi. Kumla kapandığından düzenli olarak temizleniyor. Parkurun belli noktalarında dinlenme alanları ve gölgelikler var. İki noktada araç park yerleri, tuvaletler ve duş kabinleri var. Hepsi pırıl pırıl, tertemiz. Gene başlangıç noktasında Trek marka bisikletleri kiralayan bir bisikletçi var. 19 dolara Karbon Ultegra setli bir bisiklet kiraladım ve 50 kilometre pedalladım 🙂 Gayet güzeldi. Performansım fena değil, dayanıklılık fazla fakat hız konusunda o kadar iyi olduğum söylenemez. Bu olaya gelecekte gireceğim ya, taktım kafaya 🙂
Birleşik Arap Emirlikleri’nden ayrılışım da hâliyle biraz zor oldu. Uzun süreli bir ara vermiştim. Sonrasında kalkıp 60 kiloluk bisikleti sürmek.. Of of 🙂 Dubai’den sınıra 3 günde gittim. Shaima’nın kuzeni Ahmed sağ olsun, beni ağırladı ve misafir atti. Al-Ayn şehrini de beraber gezdik. Hatta beni ağırladı dediğim yer de Rotana Otel. 5 yıldızlı otelde ağırladı yani. Böylelikle dünya turumda ikinci defa 5 yıldızlı bir otelde konaklamış oldum. İlki St. Petersburg’daydı. Otel sonrası tekrar çadıra geçmek iyi olmuyor.
Umman’da devam…
(Birleşik Arap Emirliği Fotoğrafları)