En son yazdığımda Samsun il sınırları içindeydim. 2 Nisan sabahı Samsun’da yağmur sesi ile uyanmak süperdi. “Aha” dedim. Sıçtık, yağmurda yol alacağız. Neyse ki Bisikletliler Derneğinden Tarık “Yola biraz geç çıkın, basın gelecek” dedi. Süper! O zamana kadar da yağmur dinmiş olur diye düşünmüştüm… Dinmek mi? Üstüne rüzgâr eklendi, şiddetini de arttırdı. Bir yandan da dünyanın parasını verip su geçirmez malzemeler aldık. Hadi bakalım görelim, diyorum içimden. Bu arada da en azından şiddetini azaltsın diye dua ediyorum. Sonuç olarak sabah 10.30’da yola çıktık. Akşam 18.20’de kamp alanımız Kızılkum’a vardık. Tam 8 saat boyunca şiddetli yağmur altında yol aldık. Kamp alanına vardığımızda ben kuruydum. ? Yiğidi öldür hakkını yeme demişler, 93 km boyunca yağmur yedim ve kuruydum.
Bu ilk günde yolda görmeye değer herhangi bir şey yoktu. Ayrıca yağmur ve çamur içinde gezmek de pek işimize gelmiyordu.
Kızılkum kamp alanı sezon dışı olduğundan kapalıydı. Civardan sahibinin nerede oturduğunu öğrenip izin aldık. Bir şeyler çalmamak şartı ile. ? İzin aldıktan sonra hemen çadırlar kuruldu, ıslak malzemeler çıkarıldı ve yemek yapıldı. Yağmurda ıslanmamış da olsam, yol almak cidden zor, hele kilometrelerce… Yemekten sonra yorgunluktan bayılmışım.
Sabah uyandığımda tulumun içinden çıkmak istemedim, açık arazide yatmaya henüz alışamadım. Kollarımı dışarı çıkardım olacak gibi değil. Bir anda üstünü giymen şart! Çoraplarım ve tişörtüm tulumun içindeydi, sabah soğuk olursa giymenin zor olacağını tahmin etmiştim. Çadırın dış yüzeyi, kapalı bir alanda çadır kurmamıza rağmen nemden fena terlemişti. Offf soğuk arkadaş…
Sabah kahvaltısı ve hazırlıklardan sonra -ki bu sefer tüm hazırlıklarımızı yağmura göre yaptık- yola çıktık. Gün ilerledikçe parça parça soyunmaya başladık. En son şort-tişört şeklinde takılıyordum ben. Yahu ne dengesiz havaymış bu arkadaş.
Yolda teker şişirmek için bir benzinlikte durduk. Benzinliğin marketinden bir amca dışarı çıkarak “Aa ben sizi biliyorum, Japonya’ya giden manyaklarsınız” diye seslendi. Soru üstüne soru derken güvenliğimi nasıl sağlayacağımı sordu ben de yanımdakileri gösterdim. “Hele uşağum manyak misundur sen? Ben sana şimdi içerden emaneten bir şey vereceğum onla gideceksun!” Adamı tutmasan ciddi ciddi verecek. Yahu amca valla gerek yok demekten dilimde tüy bitti.
Fatsa’ya girdiğimizde çay içecek bir yerler bakınmaya başladık. Bakındığımızı gören esnaf “Buyurun gelin, çay yapalım” diyince hiç hayır demedik. Eroğlu Balıkçısının sahibi Özgür Abi balık halinin hemen önündeki kumsala iki masa koydu. “Misafir gelmişiniz, buyurun manzaraya karşı çayınızı yudumlayın uşaklar” diyip misafir etti bizleri. Bu noktadan sonra yol boyunca gördüğümüz, mola verdiğimiz birçok esnaftan ve halktan inanılmaz ilgi alaka gördük.
Aklınızda olsun Giresun’a giderken Bolaman diye bir ilçe var. Özellikle herkes eski yolu kullanmamızı istedi. Yeni sahil yolu yapıldığı için artık birçok kişi bu yolu kullanmıyormuş. Yahu ne güzel manzara vardı. Belediye de çok iyi çalışmış, yolları da çok güzeldi. Anlatılmaz yaşanır. Bolaman’da yerel bir muhabir yolda bizi beklemiş, ha bugün geçtiler ha yarın geçecekler diye. Len arasana söyleyelim ne zaman geçeceğiz. Telefon tüm basında var zaten artık. Bizleri görünce önümüze atladı. Hemen bir röportaj ve fotoğraf olayına girdik.
Ardından Yalıköy’de Hakime Hala Dinlenme Tesislerinde mola… Enes’in halası ama artık bizim de halamız oldu. Yahu bu büyüklerimizin “Ye ye gençsin sen” söylenişleri bir gün cidden birimizi kalpten öldürecek. Doydum diyorsun olmuyor. Az bir şey koyuyorsun “ABOVVV BİT KADAR KOYMUŞUN” diyip tabaklar önümüzden alınıp tepeleme doldurulup tekrar konuyor. Ahşaptan çok güzel bir evi vardı zamanımız olsaydı orda konaklardık. Hakime Hala’nın ellerinden öpüyorum.
Uzun Saçlının Yeri… Karadeniz’de bu adamın mekânını herkes biliyor Bolaman yolunda işte. Bu adamın mekânının özelliği muhteşem bir manzara karşısında közde pişirilmiş çay vermesi. Beni bilirsiniz çayla pek aram yoktur. Meraktan tadına bakayım dedim. 4 bardak çay içmişim. Eve o sistemi kurmak lazım, tiryaki olur çıkarsın kesin.
Bir Yosan Kilisesi var ki bu bölgede… Kesinlikle görülmeli, hatta hemen ilerisinde burna doğru kamp atılmalı. Ben döndükten sonra bunu yapacağız, öyle karar alındı.
Biz böyle molalar falan vere vere giderek havayı da karartmaya başlamıştık. Baktık ki Ordu’ya daha çok var, hızımızı biraz yükselttik. Fakat gene de karanlığa kalmaktan kurtulamadık. Neyse ki yolların geniş olması ve ışıklandırmanın da birçok ilçede bulunması rahat yol almamıza olanak sağladı.
Akşam saat dokuz buçuk gibi Ordu’da Eneslerin evine vardık.. Memnune Teyze ve Aydın Amca bizleri bekliyordu. Açlıktan gözümüz kararmıştı artık. Yükleri boşaltmamız, yağmurda ıslanmışları ayıklamamız, duş almamız ve yemeğe oturmamız o kadar kısa sürede gerçekleşmişti ki hayret edersiniz. Evet, bu akşamı da bu şekilde geçirmiş olduk. Sabah güzel bir kahvaltıdan sonra Ordu Müzesine gittik. Pek görmeye değer bir şeyler yoktu bu müzede. Şehirde ve civarına arkeolojik çalışmaların çok az olduğunu dile getirdi yetkili. Hazine avcıları arkeologlardan daha çok çalışıyorlar bu bölgede.
Enes’in liseden arkadaşı Selin ile buluşup sahilde biraz vakit geçirdik. Sonrasında şehrin bisikletçisine uğradık. Burak buradan bir kere daha sana teşekkürlerimi iletiyorum.
Memnune Teyze’nin bizi bırakmaya pek niyeti yoktu. Eh oğlu da deli ne yapsın takılmış bir delinin peşinden geliyor o da… ?
Ordu-Giresun arası mesafe fazla olmadığından ve yol da müsait olduğundan hızlı bir tempoda ilerledik. Yolda bize Giresunlu bisikletçiler Müslüm, Mustafa Abi ve Selami Abi eşlik ettiler. Böyle renkli, hayat dolu insanlarla tanışmak süper bir olay. Tura başlayalı daha bir hafta olmadı, her gün en az 5 kişi ile tanışıp muhabbet ediyoruz. Bu olayı seviyorum ben, mutlaka ama mutlaka bu insanlardan bir şeyler öğreniyorsunuz.
Giresun girişindeki Fiskobirlik tesislerinde Basın Departmanı Sorumlusu Mustafa Bey gazetecilerle birlikte bizi bekliyorlardı. Bir masa kurulmuş, görmeyin. Salata tabağının içinde öbek öbek fındık ezmeleri… Yemin ediyorum iki kavanoz fındık ezmesi yedim. O dakika Giresun’dan Trabzon’a da geçebilirdim sıkıntı olmazdı. Murat Abi bu Fiskobirlik böyle turcular için bence ideal bir mola yeri. Rota her zaman oradan geçmeli. ?
Bu arada bu yazıların birikmesinin sebebi Orta ve Doğu Karadeniz bölgesinde hızlı bir bisiklet turu gerçekleştiriyor olmamız. Hem geziyoruz, hem yol alıyoruz. Yazmaya vakit yok. Notlar tutup sonrasında ben onları bilgisayara aktarıyorum. Şu anda Trabzon’da Cihad’ın evindeyim herkes dışarıda dolanırken ben bunları yazıyorum yoksa birikiyor. Bu arada Cihad da bizden, o da bir deli. Adam hem dağcı hem bisikletçi, evin içinde antrenman için tırmanma duvarı yapmış.
Neyse Giresun’dan çıktık böyle 10 km ilerlemiştik ki bir araç önümüzde durdu. İçinden Olivier ve Sophie indi. Eveeeeeeeeeeetttttttttttttt, bunlar benim ilk yabancı gezgin arkadaşlarım. Öyle de güzel bir yerde denk geldik ki hemen manzaralı bir kahvede oturup çay içip başladık muhabbete. Benim rotamın aynısını yapıyorlar fakat altlarındaki Transit’le Özbekistan’a kadar gidip orada satacaklar. Sonrasında bisikletle devam edecekler. Rotalarımız hakkında bilgi alışverişinde bulunduk. 2011’e kadar gezeceklermiş. Asya’da mutlaka karşılaşırız diyerek e-mail ve telefonlar alındı verildi. Biz onlara fındık ezmesi ikram ettik onlar da bizlere Fransa’dan getirdikleri, Olivier’in annesinin yaptığı kestane ezmesini ikram ettiler. Yöre halkı da bize teşekkür etti. Bu tarz bir muhabbet dostluk onların da hoşuna gitmişti. Gezgin olmak bu olsa gerek. Farklı dillerde konuşsak da aynı dünyada yaşayıp aynı havayı soluyoruz.
2 saatlik muhabbetin ardından yola koyulduk. Ee ne oldu şimdi? Bizim Trabzon programı yattı bir anda. Ne kadar pedal çevirirsek çevirelim Trabzon’a varmamızın imkânı yok. Yahu şu rüzgâr da bir kere arkamızdan esse olmaz sanki. Günlerdir karşıdan, kafadan esiyor bitirdi bizi. O yüklerle zaten zor gidiyoruz.
Ve en uzun mesafeyi gitmemize rağmen Trabzon’a maalesef varamadık o yüzden. Vakfıkebir yakınlarındaki bir ilçede kamp atalım dedik. Fakat internet ve elektrik gerektiğinden öğretmenler evinde konakladık. Denize sıfır muhteşem manzarası olan bir yerdi. Sezonu açmadıkları için kapalıydılar, biz de zaten öğrenci işi kaldık. Sadece elektriğinden faydalandık TTNET var fakat kimse şifre hatırlamadığından yalan oldu o da. Sabah kendi erzaklarımızla güzel bir kahvaltı hazırlayıp yola çıktık.
Trabzon 30 km ilerimizde olduğu için yola dokuzda çıktık. Önce yolda sabah antrenmanını yapan Tarkan Bey bizi bisikleti ile karşıladı, bir süre bize eşlik etti sonra işine gitmek için bizden ayrıldı. Trabzon’a 10 km kala da Cihad bizi karşıladı ve evinin yolunu tuttuk bu akşam da ondayız.
Bu arada ilk gün 14-16 km ile giden Ayşe ve Funda şu aralar 22-26 km arasında gitmeye başladılar. Helal olsun, ikisine de diyecek bir şey yok.
Etap etap yaptığım kilometreler de şöyle:
Ünye – Ordu 86 km.
Ordu – Giresun 45 km.
Giresun – Vakfıkebir 100 km.
Vakfıkebir – Trabzon 55 km.