Rusya’da yılbaşı dönemine denk gelmemin güzel yanları da oldu. Mesela müzelerin hepsi beleş. : ) Bu arada müze girişleri normalde 30 ila 50 TL arasında. Ee bedava olunca ülkenin dört bir yanından insanlar müzeleri ziyaret edebilmek için gelmişler. Okullar da öğrencilerini getirmiş. Orkun Uzay Müzesi’ne kesinlikle uğramam gerektiğini söyledi. Tabi canım gidelim. Yabancısı olduğum bir konu uzay, uzay ilmi cartı curtu. Bizim kuşağımızda da kimsenin yakın bir alakasının olduğunu sanmıyorum uzayla. Dünya turuna çıkmadan önce arkadaşım Melek’in kızı Doğa İzmir’de uzay kampına gidiyordu, şaşırmıştım. Sonrasında ben yoldayken bir uzaya uydu fırlatma durumumuz oldu, halkın vergisi ile yapılan bu çalışmaları seyretmeye gidenlerin de gene o halkın olması lazımken iş güç gidememişler işte yerine polis gitmiş. Ee hal böyleyken bu Rusların uzay müzesini bir görelim, adamlar neler yapmış. Babam biz küçükken hep Suputnik der dururdu. Yörüngeye oturtulan ilk uydu Ruslar fırlatmış falan. İlginç olacak…
Neyse Orkun, Orhan ve ben çıktık yola. Bu arada Moskova metrosuna hayran kalmamak elde değil. Arkadaş bu nasıl bir sistem, bu nasıl bir ağ, nasıl bir mimari, sanat anlayışı. Bildiğin açık alanda müze! Ben böyle bir şey görmedim. Yazık ama Moskova ödül almamış bu konuda. Bizim Ankara’da Kızılay Meydanı’nda kapı gibi 3 karışa iki karış cam fanus içinde durur “Avrupa Başkenti”. İnsan onu oraya koymaya utanır. Hiç mi gezmiyorsunuz arkadaş, elinizde o kadar imkan olanak var. Anlatacağım bu metroyu da anlatacağım ama önce şu müzeyi anlatayım.
Kapının önüne geldik. Hava -10 derece, kuyruk var. Ee normal, bedava. Orkun geçen sene bu kuyruğun 1 km olduğunu söyledi. Deme be yahu! İyi şanslıyız 500 metre falan haha. Şimdi bu insanlar alışmış tabii komünist dönemde sıraya gir bekle. Yakacak sırası ayrı, ekmek sırası ayrı, sebze sırası ayrı, meyve sırası ayrı. Bekle babam bekle, kimseden gık çıkmıyor. Ulan hava -10 derece, abartmıyorum sanırım 2 saat kuyrukta bekledik kimse de “Hop kardeşim götümüz dondu, alın da içeri!” diye seslenmedi. Bu arada sanmayın Ruslar üşümüyor. Bal gibi üşüyorlar. : ) Hatta bana hayret ediyorlar yahu sen nasıl üşümüyorsun diye. Ama işte kimsenin sesi çıkmıyor.
Neyse içeri girdik. Önce herkes vestiyer bölümüne koşturuyor. Bu olayı ilk Kiev’de görmüştüm Moskova’da hemen hemen her büyük mekanda var vestiyer. Alışveriş merkezi girişinde, tiyatroda, sinemada, müzelerde, üniversitelerde, okullarda. Ver abi kapıya, rahat rahat içerde gez. Orada da sıra vardı, ben 1 saat daha sıra bekleyemem dedim. : )
Müzeden içeriye girdik ve hemen karşımıza ilk uydular çıktı. Vay arkadaş ya, dur ya şöyle biraz inceleyeim. 1958 Venüs’e yollandı, 1959 Mars’a yolladın, 1960 Ay’a fotoğraf çekmeye yollandı. Arkadaş bu ne ya! 1932 fırlatılan ilk uydu vay vay vay.. 1938, 1939, adamlar yememiş içmemiş uzaya roket, uydu yollayıp durmuşlar. Hayır, bakıyorum uydulara yemin ediyorum görüntü olarak bizim evdeki sobalardan hiçbir farkı yok. Allah aşkına baksana. Kestaneyi koyacak yeri bile var. Kapağı aç koy!
Bizim o dönemler darbelerdi iç savaştı derken atı alan üsküdar olayı budur işte. Yıl olmuş 2013, anca çocuklarımızı uzay kampına yollarız. U lan ağlanacak haline gül valla ne diyim ki? Veya elalemin ülkesinden uydu fırlattık diye bir havalara gireriz. Adam 1957’de yörüngeye oturtmuş da Suputnik. Bak düdüklü tencereden hallice.
Şu beni izlediğiniz Gürkan Genç Nerede sayfası var ya. Spot tarafından 28 farklı uydu ile takip ediyorum.
Mir uzay istasyonunun maketini de yapmışlar, onun içine girdim. Vay arkadaş ya, bu adamlar bu makinalarla nasıl uzaya çıktılar? Bildiğin Commodore 64 duruyor sol tarafta, yanında da Amiga 500, teknoloji ne kadar hızlı gelişiyor.
Tabii o dönemde Amerika ile Rusya büyük bir rekabet içindeydi. Yörüngeye ilk uyduyu Ruslar oturmuştu, yetinmediler 1961’de Yuri Gagarin ile birlikte uzaya ilk çıkan insan unvanını da aldılar. Adamın heykelini de müzenin orta yerine dikmişler.
Arka taraflara geçiyoruz. Orda da Rusların 1918 -1930 yılları arasında test ettikleri roket sistemleri var. Benzer roketleri üniversitelerimizin bilim veya ne bilim uzay programı bölümlerinde sanırım görmek mümkün. Eminim ki bizler de artık belli parçalarını üretir duruma gelmişizdir fakat işte böyle yıllara bakınca insanın ağzı açık kalıyor.
Uzay mekiğindeki buz dolabı örneği
Bir Astronotun alet çantasında neler olmalı; keski, pense, çekiç. 😀
Bir duvara dokunmatik ekran koymuşlar. Şu zaman kadar uzaya çıkan insanları tanıtıyorlar. 60 milleten insan varsa Türkiye yok arkadaş. Sonra da James Bond’un yeni filmi Skyfall’da Türkiye’yi 3. Dünya ülkesi olarak tanıtmışlar diye söylenir millet. Ulan o 60 millet arasında hangi ülkeler var. Duysan ağlarsın, adam uzaya çıkmış. Biz daha bisikletle dünyayı turlayamadık. Adamın hayale bak. Ben uzaya çıkacağım, bu kadar. Yememiş içmemiş çıkmış arkadaş. Ee tabi ben konuşunca şimdi tey tey oluyor. Hayal de hayal, yahu okullara sunuma gittim, lise son öğrencisine soruyorum hayat amacın nedir hayalin nedir diye. Beşiktaş maçını VIP’de seyretmek diyor. Apışıp kalıyorsun. Araba alacam kat alacam, abi motorla gezsene dünyayı daha kolay olmaz mı? Bak daha kolay olmaz mı? 😀 Eh buraya gelen çocuğun hayali de uzaya çıkmak olur. Ona göre eğitim alır. Benim bile çıkasım var şu an!
Önümüzdeki yazılarda bak neler var daha neler var. Bir beden eğitimi dersine girdim ki kasabanın birinde oy oy. : )
Moskova’ya gidip bu müzeyi gezmemek olmaz, kesinlikle gezi listenize alın Uzay Müzesi’ni. Müzeden çıkıyorsun, bir kilometre ilerde kültür merkezi var. VDNKH, açılımı nedir bilmiyorum. : )
Altın kızlar da diyebilirsiniz bu alana. Sovyetler Birliği döneminde Sovyet Cumhuriyetleri’nin hepsinin ayrı binası yapılmış bu alana. Hepsi için de ayrı bir kadın figürü. Kırgızların, Azerilerin, Ermenilerin falan binaları mevcut. Hepsi tam bir sanat eseri. Eskiden her binanın içinde o ülkenin yerel ürünleri satılırmış. Fakat birlik çökünce buradaki düzen de çökmüş.
Binaların çoğunda hediyelik eşya satıyorlar. Hediyelik eşyaları satanlar da Hindistanlılar haha. Yahu hangi dükkana uğrasan bir Hindu hemen yanında bitiyor. “Gel gel, ucuza ürünler var, pazarlık da yaparız. Gel yeter ki al! Gel gel.“ Bu binalardan sadece bir tanesi sistemini bozmamış.
Ermenistan. Kendi binasını en baştan yeniletmiş ve içeride Ermenistan’a özgü ürünler satmaktalar. Biliyorsunuz adamların bir Ağrı Dağı sevdası vadır. Onların meşhur Ararat’ıdır bizim Ağrı Dağı’mız. 1887’de adamlar bu dağın adını vererek üretmeye başladıkları konyaklar şimdilerde dünyanın en iyi konyakları arasında yer almaktadır. Ee Ermanistan rotamda olmadığımdan hazır gelmişken burada onun da tadına bakalım. Yanında da ermeni baklavası. Lezzet konusunda bizim baklavanın yanına bile yaklaşamaz fakat azeri baklavasından iyi olduğunu söyleyebilirim.
Bu arada parkın içinde doğal buz pateni pisti var. Ee hava sürekli -10 ve üzeri, kar da yağıyor. Kendi patenlerin yoksa uzunca bir kuyruğa girip patenlerini alıp sen de kayabilirsin. O sırada bekleme konusunda pek sabırlı biri değilim yoksa paten yapmayı isterdim. Fakat hemen sağ tarafta daha da eğlenceli bir olay var. Hani kar yağdığında poşetleri alır sokaklara koşarız, totomuz donuncaya kadar kayarız ya, adamlar bunu burada ticarete dönüştürmüşler.
Buzdan kaydırak yapmışlar. Altına da plastik zımbırtını veriyorlar. Kay babam kay. Ben hemen tabii ki de test ettim. Eski çöp poşeti torbası kayıcılarından biri olduğumdan test etmezsem olmazdı. Aldım plastik aleti, yukarı doğru çıkıyorum. Bu arada çevremdeki minikler 8 ila 10 yaşında, tepeye vardık. Ulan şimdi burası buz, yüz üstü çakıldım mı dağılırım valla. O çıktığımız merdivenler de buz içinde ama o minik çocukların bir çıkışı var. Of, ağız burun dağılırmış umrunda değil, öyle bir ihtimal vermiyor. Arkamda kalan çocuğa sen geç kay dedim. Aslında çocuk nasıl oturuyor bu halta ona bakıyorum haha.
Neyse neticede çok eğlenceli ve güzel bir gündü. Bir şehir nasıl cazibe merkezi haline getirilir ve tatillerde müzelerin bedava olduğunu gördüğüm bir ülkede oldu. Moskova belediyesini tebrik ederim…
Bir sonraki yazı için lütfen buraya tıklayın