Akabe’den Petra’ya kadar geri çıkacağım. Peh. En nefret ettiğim şeydir geldiğim yolu bisikletle dönmek. Döneceğim bu yolun çekilir olmasının tek bir sebebi var, o da yokuş olması. Yoksa bu mesafe hiç çekilmezdi. İlerde eğimin arttığı noktayı gözüme kestirdim. O noktaya yaklaştıkça bisikletin sağına soluna bakıyorum. Açıkta, dışarıda unuttuğum düşebilecek bir şey var mı? Müzik çalar elimde şöyle tempolu bir müzik açayım. Başlıyorum… İlk etapta 0 metre den 650 metreye çıkıyorum. Bir kere ayağa kalktıktan sonra tüm tırmanış boyunca ya bir kere otururum veya hiç oturmam. Bisiklet bu sırada bir sağa bir sola sallanır. 60 kiloluk bisikletle 42 derecede bu tırmanışı yavaş fakat belli bir tempoda yapıp ilk kontrol noktasına geldim. Bayılacaaaaaaaaaaaaaam haha. Leynn gölgeye gölgeye yallah
Otobüslerin durduğu alana geçip biraz dinleneyim. Bu arada 4 günlük kurban bayramı da başladı. Bakalım önümüzdeki 4 gün zarfında evine davet eden çıkacak mı? 4 Ekim ve hava 42 derece vuhuu. Acaba şu karlı ve soğuk havalara bir daha nerde ulaşacağım çok merak ediyorum. Aşağı doğru inerken mola verdiğim benzin istasyonuna kadar suyum yeter sıkıntı yok. Gümrük alanın hemen önünde yer alan oturma alanına 2.80 serildim ta ki Polisler gelip bisikletimi inceleyip sorular soruna kadar. Tam böyle sohbet halindeyken acı bir fren sesi hemen arkasından bir araba kaldırıma çarptı ve havaya uçtu ve yere düştü. Arkadaş kocaman yol kapıların hemen önü. bu ne hız? Yuh. Polisler hemen olay yerine koştu. Bense oturmaya devam ettim. Olduğum noktadan görüyordum orada neler oluyor bitiyor. Gidip kalabalık yapmaya gerek yok. Arabanın içindekiler sağ çıktılar. Saniyeler içinde kazanın neden ve nasıl olduğunu da polisle anlatmaya başladılar. Geçmiş olsun.
Akabe Amman arasında 335 kilometrelik bir mesafe var. Açık söylemem gerekirse bu süre zarfında Kerak şehrinde 2 kişi evinde misafir etti ve yolda bir kişi su verdi. Dediğim gibi bayram vesilesi ile evlere belki davet eden çok olur dedim ama olmadı. Öyle düşündüm geçtiğim ülkelerden biri olan Cezayir’de 2014 yılında Ramazan ayını geçirmiştim. Fakat düşündüğüm gibi olmadı. Yol üstünde Ma’an adlı bir şehir oraya vardığımda dinlenmek istemiştim bir otel baktım fakat bulamadım. Bana bir otel gösterdiler gittim ki köpek bağlasan durmaz. Döndüm Sahibine
“Ülken Turist geliri ile ayakta durmaya çalışan bir ülke. Gelen yabancılara bir hayvanın bile duramayacağı odayı bir daha sakın satmaya çalışma” ve o alanı terk ettim.
Şehrin içinde dolanırken marketin önünde bir adam bana seslendi yanına gittim. Gazetelerde görmüş. “ Dükkânım senindir neye ihtiyacın varsa al” Amman’a geri dönüş yolculuğumun ikinci gününde ilk defa biri ikramda bulundu. Genel olarak halk iyi fakat arada çürük elmalar da yok değil. Her ülkede var çürük elma? Şehirde bir düzen yok oldukça da pis. Sanırım Ürdün’de belli başlı alanlar dışında temizlik veya bakım onarım işleri hiç yapılmıyor. Ma’an da bu şehirlerden biri. Turistlik atraksiyonların olduğu bölgelerin dışında kalan bir şehir. Bu arada market önünde bisikletin durduğunu gören gençler yanıma geliyor ve Türk olup olmadığımı soruyorlar. Türküm dediğimde de hemen Müslüman mısın diyorlar? Evet dememin hiçbir önemi yok. En neticede müslüman olduğuma inanmıyorlar. Erzakları alıp şehrin dışına doğru çıkıyorum. Petra istikametine doğru döndüğümde şehrin 10 km dışında oldukça büyük bir üniversite kampüsü ile karşılaştım. Kapıda ki görevlilere kampüsün içinde ağaçlık alanda kamp atıp atamayacağımı sorudum. İzin vermediler. Yerleşkenin hemen dışında oldukça büyük bir cami var. Kapının girişini ararken arka tarafa doğru dolandım. Orada kalabalık bir grup kadınlı erkekli oturmuşlar yemek yiyorlar. Alana girince biranda kadınlar panik oldu ve peçelerini indirdiler. Hay aksi kapıda tam karşı taraflarında şimdi gir çık rahatsızlık vermeyeyim bu insanlara. Abdest alınan alana gidip elimi yüzümü yıkayıp yola devam ettim. Tam hava kararmaya yakın yolun yaklaşık 500 metre sağında çadırımı atabileceğim bir yer buldum.
Petra’ya yakın olmasına rağmen yer şekilleri ve toprak çok farklı. Öyle şekil verilebilecek taşlar yerine volkanik taşların olduğu bir arazi. Fotoğraflardan gördüğüm kadarıyla tam Kızıl gezegenin arazi yapısına da benziyor diyebilirim.
Bölgede bitki namına bir şey yok. Fakat Hayvancılıkla alakalı çiftlikler bulmak mümkün. Peki bu kadar hayvanın samanı yemi cartı curtu nereden geliyor? Onların bir kısmı da Suudi Arabistan’ın hemen kuzeyinde bulunan tarım arazilerinden geliyor. Bu bilgiyi de orada yaptığım seyahat sırasında öğreniyorum. Bu Çiftliklerden bir tanesinin fotoğraflarını çekerken yanımda bir araç durdu ve neden arazinin fotoğraflarını çektiğimi sordular. Turist ve yazarım desem de pek inandırıcı gelmedi kendilerine. Fotoğrafları silmemi istediler.. he tamam sildim dedim.
Ülkenin ölü deniz tarafından Petra’ya doğru ilerlerken iki tane yerleşim alanı gördüm kıyı tarafında. Yukarı doğru çıktığımda köyler vardı fakat o alan içinde en fazla 2 köyden geçtim. Ölü deniz ve Ülkenin ortasından geçen Otobanın arasında yukarı doğru çıkan bir üçüncü yol daha var. Adına King High Way deniliyor. Romalılar ve Nebatiler döneminde kullanılan yol aslında bu yoldur. Bu istikamette Amman’a doğru giderken iki tane büyük vadiden geçtim. Bu Vadilerde tırmanışlar oldukça sağlam 3 kilometrede 300 metre tırmandıran alanda %17 ve %20 eğimler var. Biri Kerak şehrine gelmeden önce diğeri de o şehrin 100 kilometre gerisinde.
Gene bu yol üzerinde belli aralıklarla Roma İmparatorluğunun kontrol noktalarını görmek mümkün aynı noktalara Osmanlı İmparatorluğu da kaleler yapmışlar. Fakat günümüzde taş üstünde taş kalmamış. Özellikle hazine avcılarının gazabına uğramış bu yerleşim yerleri. Udhruh Kalesinin yakınlarında yer alan bir markete geldim. Sıcak bir gündü oturup bir iki parça bir şey yesem güzel olur dedim. Market sahibi Türk olduğumu öğrenince
– Karşıdaki kalenin içinde bir şeyler bulduk acaba bir baksan içlerinde Osmanlı dönemine bir şeyler var mı?
– Pek anlamam ama bir bakayım
Bir kutu içinde oldukça fazla incik boncuk getirdiler. Yahu adamlar baya eşya bulmuş. Fakat baktıklarım arasında Osmanlıya dair bir şey yoktu. Vardıysa bile benim anlayamayacağım detayda ve incelikte olmalı.
Bunların hepsi Roma’dan diyip geçtim. Tabi bu bilgi arkadaşlara yetmedi. O bölgeye niye geldiğim soruldu. Hani olur ya belki Osmanlı’nın sakladığı altınların yerini biliyorumdur hehe : ) Bu güzergâh Üstünde çam ormanı da oluşturma çabaları da mevcut. Hatta tutmuş bile diyebilirim.
Güzergah üzerinde yaşadığım en büyük sıkıntı hep çocuklardan yana oldu. Taşlanma olayı. Bu taşlanma olayı Turistlik alan içinde olmuyor!! Ölü Deniz, Petra, wadi Rum yanındaki yol ve köylerde, Otoban Kenarındaki yerleşim yerlerinde, Amman Suudi Arabistan ve Amman-Filistin yolu üzerinde taşlanmalara maruz kalmazsınız. Ne zaman ki ara yollara ve Köy yollarına giriyorsunuz işte orada sıkıntı başlıyor.
Bir kasabadan geçiyorum sağa sola bakınarak hızımda oldukça yavaş. Biranda bisikletin arkasına bir şey çarptı dengemi kaybettim ve yere kapaklandım. Çocuğun teki park halindeki iki araba arasına saklanmış tam ben geçerken tekmeyi bir koydu kilitli pedalları açamadan yere kapaklandım tamda yolun ortasına ha. Çocuğun yaptığı hareketi gören karşı şeritteki araç bir anda benim taraftaki şeride uçtu çocuğu kovalamaya başladı. Bu arada ayağa kalktım ve duruma bakıyorum. Çocuk bir apartmana girdi. Civardaki esnaf ve araba sahibi de apartmana girdi çocuğu dışarı çıkartıp evire çevire dövdüler. Yahu yapmayın etmeyin dedim ama çocuk temiz bir sopa yedi. Bir başka gün yolda ilerlerken arkamdan gelen Kamyonun dorsesinde oturan çocuklar tam sırtımda elma patlattılar. Bir başka kasabada karşıda toplanan çocukların beni beklediklerini görüyorum. Resmen taş biriktiriyorlar sağdan soldan. Durdum çocukları yanıma çağırıyorum gelmediler tabi. Civarda oturan bir köylüye söyledim de beni o alandan geçirdi. Bir başka gün plastik sandalye fırlattılar. İndim bisikletten biraz kovaladım ama bisikletimden de fazla uzaklaşamıyorum çünkü bu sefer geri döndüğümde bisikletimi bıraktığım yerde bulamayabilirim. O kadar ülke gezdim hiç böyle şeyler başıma gelmemişti. Çocukların neden taş attığı ile ilgili sosyolojik bir çalışmam da oldu fakat benzer durumun farklı ülkelerde farklı kültürlerde tekrar başıma gelmesi lazım ki araştırmasını da yaptıktan sonra “ harbiden sebebi buymuş” diye bileyim! Elimde şimdilik sadece Ürdün verileri var. Bir gün gene bir köyden geçiyorum yokuş yukarı çıkıyorum kalkmışım ayağa arkamdan çocuklar bağırmaya başlayıp taş atmaya başladılar. Öyle bir iki çocuk taş atsa önemli değil yoluma devam ediyorum fakat sayı 6-7 kişi olunca o taşlardan illaki bir iki tanesi geliyor ve acıtıyor. Tam bu sırada arkadan gelen bir araç çocukların üstüne aracı sürdü ve onları dağıttı sonra da yanıma gelip çocuklar adına özür diledi. Nereye doğru gittiğimi sordu bende Kerak’a doğru demiştim ve hemen Dana Köyünü sakın atlama. Orada Dana Tower Hostel’in sahibi abim. Çok eski ve güzel bir köydür mutlaka görmelisin de diyince tamam yahu gidelim bakalım dedim. Abisini aradı biraz konuştu. Sana indirimde yapacağız gittiğinde öğrenirsin dedi. Süper teşekkür ederim yolumu oraya doğru çeviriyorum
Dana Köyünün bulunduğu noktaya bisikletimle vardığımda “Vay iyimiş yahu burası” dedim. Fakat bu köye ulaşmak için Deli bir tırmanış var. 1km aralıksız %20 eğimde tırmanış sonrasında 1.5 kilometre %18 iniş var ve geri dönüşte %18 eğimde 1.5km olan inişi geri çıkmak zorundaydım. En neticede Ürdün’de ölü deniz tarafı ve ülkenin en sağındaki çöl yolu haricinde düzlük olan bir alan yok. Bol tırmanışlı ve inişli bir ülke. Ya gözünden yaş getirir ya da Anasından emdiği sütü burnundan çıkartır.
Dana köyünde bir akşam mola verir giderim diyordum 3 gün kaldım. Veranda da aylak aylak durmak etrafı seyretmek, köyün içinde dolanmak oldukça iyi geldi. Köyün 1000 senelik olduğu söyleniyor. Amerika birleşik devleti köyün tekrar yapılması için 4 milyon dolar hibe etmiş. Halk arasında Osmanlı köyü de deniliyor bana kalırsa o bölümü hikaye. Ulan zaten Ortadoğu da neye elini Atsan Osmanlı öncesi yok. Her yer yapı ve her şey Osmanlı değil sadece halk arasında 400-500 sene olunca ve Osmanlı o alan içinde yer alınca önüne gelen her şey Osmanlı diyorlar. Dana Tower Hotel’in sahibi şöyle bir hikaye daha anlattı. Hicaz demir yolunun çalıştığı dönemlerde kullanılmayan bu köyün çatılarında yer alan Kalaslar trenlerin kazanlarında yakacak olarak kullanılmış. Hicaz demir yolu köye 20 kilometre mesafede. Mümkün dediği ama pek inandırcı gelmedi. Depremlerden dolayı köy terk edilmiş ve dağın daha yukarısına en baştan kurulmuş. Amerika’dan destek gelince köyde atalarından kalan evleri onarmaya başlayan yerli halk geri dönmeye başlamış. Bana kalırsa güneşin Batışı bu noktada ülkedeki en iyi gün batımıydı diyebilirim. Bir gün olurda bu sayfayı okuduktan sonra o noktaya giderseniz bana bir fotoğraf yollayın “hey biz buradaydık dostum sana selam gönderiyoruz” diyin. Amman’da sizi benden bir sürpriz beklesin : )
Bir sonraki gün yolda tanıştığım dolmuş şoförü 4 hanımı 9 kızı 15 erkek çocuğu olduğunu söylediğinde ağzım açık herife baka kaldım. “ Eee hayat nasıl” diyince de adam bir oh çekti ki karşıda ki dağlar yıkıldı. Valla ben bunca yol aldım öyle bir oh çekmedim yeminle.
Gün içinde Kerak şehrinde yaklaştığımdan şehrin içinde bir hostel de kalmak için pedallayayım biraz dedim fakat rampaların ardı arkası kesilmedi in çık in çık. Tam kaptırmışım bulutlardan hava karardı aha dedim yağmur geliyor. Öyle bir geldi ki ancak üstümü giyebildim alt kaldı. Yardır len ne duracağım. Donuma kadar ıslandıktan sonra yağmur durdu. Kerak Kalesinin bulunduğu noktaya varabilmem ancak hava karardıktan sonra oldu. Ulan birde ne tırmandırdı ha!! Kalenin konumunu gece tırmandığımdan pek algılayamadım. Kalenin hemen yanı başında 3-4 otel var bunlardan biri de Kerak Castle Otel 15 dinar verip geceyi orada geçirdim. Bisikleti de sabah otelde bırakıp kaleye gittim.
Ürdün seyahatimde bu kaleye gelmeseydim olmazdı. “Kingdom of Heaven” filminde kalenin bulunduğu noktadan sık sık bahsedilir hatta hemen önündeki arazide Müslüman ordusu ve Haçlı ordusu karşı karşıya geliyorlar. Hah işte o alana kaleden bakmak lazım. Aslında filmde kullanılan kaleye Fas’da Quarzazate şehrinde dünyanın en büyük açık hava sinema stüdyosunda gitmiştim.
(Film Seti Sahte kale )
Şimdi gerçeğini gezelim bakalım. Anlatıldığı veya tasvir edildiği kadar var mı?
Kale Kudüs Kralı Fulk tarafından 1132 de yapılmaya başlanmış. Konumu bölgede olabilecek en iyi yerde. Bu kale Ortadoğu da ki en büyük 3. Kale. 3 saatlik kale gezisi sonunda oldukça şaşırdığımı söyleyebilirim. Pazar alanı dükkânlar hala sapa sağlam duruyor.
Katolikler, Ortodokslar ve Müslümanlar için ibadethane yerleri var. Gezerken Duvarlarda ki oyuklar dikkatimi çekti. Belli alanlarda duvarlarda oyuklar var sonra o oyuklar aşağı yerin dibine doğru gidiyor en alt katta da koridorların sağında solunda kanallar var. Kalenin tepesi çöktüğünden oyukların tam ne işe yaradığını anlamadım. Dışarı çıktığımda yetkili birine sordum. Kanallar yağmur suyunu toplamak için yapılmış. Kalenin altında 4000 litrelik su sarnıcı varmış 883 sene sonra günümüze baktığımda Ürdün de benzer uygulamayı yapan bir yapı yok! Bu kaleyi ele geçirmekte öyle hiç kolay değil. Kalenin Batı ve Güney cephesi uçurum.
Doğu cephesi Mekke’ye giden Hacıların yolunu kontrol ediyor. Kuzeyinde de dar bir giriş var. Bölge Osmanlı imparatorluğunun kontrolüne geçtiğinde de bu kale için baya çetin bir savaş verilmiş. Kalenin alt tarafında bir müze var ben gittiğimde açık değildi. Gezemedim. Kalenin her yerinde şu sarı kır çiçeği kabartmasını görüyorsunuz. O da bölgedeki şövalyelerin amblemiymiş. Kale en büyük tahribatı Osmanlı döneminde almış. Civardaki insanların anlattıklarına göre kaleyi yerle bir eden kişi de İbrahim Paşa.
Sabah kale gezisinden sonra şehir merkezinde biraz turladım ve yola koyuldum. Şehirden çıkalı 20 kilometre oldu ya da olmadı. Sol taraftaki köy evine doğru bakarken insanlar bağrışıp beni evlerine davet etti. Bende durup bir fotoğraflarını çekeyim dedim. Durunca çocuklar yanıma geldi .
“ Please tea tea” derlerken gülümseyerek fotoğraflarını çektim. Evden birileri de çağırıyor. Eh hadi gidim bakalım neler olacak. Çocuklar inanılmaz mutlu
4 kadın bir erkek evin avlusuna beni aldılar. Hemen çay geldi, yiyecek bir şeyleri olmadıkları için özür dilediler. Çat pat İngilizce konuşan kızı Melek. Sordu ne yaptığımı bende anlattım. O da çevresindeki insanlara anlattı. Çoban çok şaşırdı düşüncelere daldı. Her soru sorduğunda gözlerini kısıp dalıp gidiyordu. Anlamaya çalışıyordu nasıl bir şey yaptığımı. Ayaklandı bisiklete bir baktı.
“Bu kadar yolu bu bisikletle mi yaptın” dedi. Evet dediğimde gene o gözler kısıldı bisikleti inceledi.
Evde benim için yemek yapılacak onun bir telaşı var ama markete gidip bir şey alacak paraları yok. Komşuları olan bir hanımda var evde. Çıkardım cebimden biraz para verdim kendilerine hemen markete gittiler. Verdiğim para ile bir koli gıda almışlar. Yemek, Meyve, Tatlı çocuklara abur cubur almışlar. Eve misafir eden ve benle konuşan Melek’in Annesi babası da akşam eve geldi. Hastaneden geliyorlarmış. Bellinde bir rahatsızlık varmış o yüzden hastaneye belli aralıklarla gidiyormuş Meryem’in annesi.
Çiftlik kendilerinin değil kira ayda 100 dinar veriyorlar. Oldukça büyük bir villa var tarlanın ortasında. Hayvancılıkla geçinen bir aile. Dışarıda gırla kuzu koyun var inek var. Annesi soruyor Meleğe o da bana
– Ailen yok mu senin ?
– Var
– Nerdeler ?
– Türkiye’de
– Eee, Nasıl bıraktılar seni de böyle geziyorsun
Anlattım işte neler yaşadım neler oldu bitti.
– Kardeşin var mı?
– Evet var bir tane erkek kardeşim var.
– Yaşın Kaç senin ?
– 36
– Evli misin?
– Hayır evli değilim
– HARAAAAAAAAAAMMMMMMMMMMMMMMMMMMM
Ne oluyor len? niye kadın içten içe haram demeye başladı ki? Nesi günah şimdi bunun?
– HARAAAAAAAAMMMMMMMMMMMMMMMMM
– Yok teyze haramlık bir durum yok. Gezmek günah falan değil
Sonradan öğreniyorum haram kelimesini bu şekilde uzatırsan Arapça da “yazık çok yazık” anlamına geliyormuş. Heheh ulan bir yaşıma daha girdim ha. Zaten o günden sonra ağzıma takıldı üzüldüğüm bir şey oldu mu HARAAAAAAAAAAAAAAMMMM diyorum.
– Sen artık bizim misafirimizsin ev senin evin. İstediğin kadar kalabilirsin bu evde. Muhanned evime gelmiş ne bırakacağım
– Hahahaahhah
Bu arada Muhanned Kıvanç Tatlıtuğ. Gözlerde mavi ya benim oradan Muhanned diyen de oluyor. Neyse geceyi bu ailenin yanında geçirdim ve bir sonraki gün sabah erkenden yola çıktım.
Amman şehrine doğru yaklaşırken yağmur gene bastırdı. Durup üstüme yağmurluğu giyiyordum ki yolun karşı tarafından çocuklar taş atmaya başladı. Onlara bağırdığımı duyan bir ev sahibi dışarı çıktı çocuklara bağırdı ve çocuklar dağıldı.
Kendiside beni evine davet etti. Hemen bir sofra hazırlattı. Ekmek, Zeytinyağı, humus, hurma ve kara çay verdi ki off ne iyi geldi. Polismiş kendisi izin günündeymiş evde çocuğu ile vakit geçiriyor. Sohbet ederken babası geldi yanımıza Muhammed amca. Soruyor oğluna ne iş yaptığımı neler yaptığımı. Türküm dediğim de” Müslüman mısın?” dedi. Evet dedim. Sonra Uzun uzun oğluna bir şeyler anlattı. Oğlu da pek bir isteksiz dönüp.
“Babam uzun zaman önce islamın bu toprakları terk ettiğini söylüyor” dedi. Neden böyle düşünüyorsunuz diye sorabilirdim fakat çayımdan bir yudum aldım ve amcanın yüzüne baktım. Sessizlik oldu. Konuşmadık bir süre. Dışarıda yağan yağmurun sesini dinleyip açık olan kapıdan dışarıyı seyrettik. Çok şey gördüm ve yaşadım bu yolculukta ne zaman istediğini çok iyi anlıyorum amcanın. Yağmur durduğunda da tekrar yola koyulmak üzere hareket ettim. Amca geldi bisikletimi toparlarken cebime 10 dinar para sıkıştırmaya çalıştı. Hiç hayır demedim. Eğildim kendisini öptüm ve yolun Açık olsun dedi.
İlginçtir ki bu sefer Amman şehrine yaklaşırken halk durup bana su ve meyve vermeye başladı. öncesinde hiç böyle olmuyordu. Amman’a yakın bir yerlerde gene bir tırmanış yaparken bir araç önümde durdu ve beni video kameraya çekmeye başladılar . Baktım ki araç plakaları farklı. Bahreyn’li gezgin bir çift. Mariam ve Hussain ile tanıştım. Yolda olduğumdan kendilerinde Amman’da buluşalım bir kahve içelim akşam dedim. Akşam buluştuğumuz da sordular tabi hemen
– Bahreyn’e geliyor musun?
Açıkçası Bahreyn yolumun üstünde değil. Bu yüzden oraya gitmeyi düşünmüyorum fakat yol ne gösterir bilemem. Bakalım gelecekte göreceğiz. Bu iki arkadaş Bahreyn ve civar ülkelerde seyahatler gerçekleştirip sosyal medya aracı ile paylaşıyorlar. Suudi Arabistan seyahatlerini anlatmaya başlayıp fotoğraflar gösterdiler. “Gürkan biz oralara giremedik fakat senin girme şansın var” diyip farklı noktalar gösterdiler. Polis kontrolünün, sıklığından Sünni ve Şi durumlarından bahsettiler. Oturduğumuz yer kapanana kadar sohbet ettik. Karşılıklı birbirimizden çok şey öğrendik o birkaç saat içinde. Ayrılırken de sarılarak ayrıldık. Ne kadar içten bir sohbet oldu diye yolda giderken düşündüm durdum. Seviyorum böyle anları böyle insanları.
Konakladığım yer Sydney Hostel. Otelde ilk günüm. Bir grup insan lobide oturmuş sohbet ediyorlar bende aralarına katıldım. Oradan buradan muhabbet ediyoruz. Deana dünyayı gezen bir Çinli, evden çalışma kültürüne ayrı bir soluk getirmiş. Hostellerden çalışıyor. Aynı yerde oturup çalışacağıma dünyanın dört bir yanında ucuz hostellerde iki üç aylık konaklama yaparım. Hem çalışır hem gezerim demiş. Bilgisayarı hep kucağında ya odasında veya lobi de çalışıyordu. Diğer yanımdaki arkadaşa adını sordum Canes dedi. Eee sen nerden Türkiye’den diyince bir afalladım. İngilizce konuşmayı bırakıp Nasıl ya harbiden Türk müsün? Eveeeeeet” “dedi. Öyle bir gülümseme vardı ki suratında hiç unutmayacağım. Canes, yolculuğumda spontane bir şekilde karşılaştığım ve birlikte gezdiğim ilk Türk gezgindi. Heyecan yaptım biranda. İşinden ayrılmış, tekrar bir işe başlamadan önce dünyanın belli noktalarını gezme kararı almış. İsviçre’de yaşıyor.
Amman da kaldığımız süre içinde hemen hemen her gün birlikteydik. Müzeleri, eski şehri birlikte gezdik, sinemaya konsere gittik. Diğer arkadaşlarla da birlikte güzel bir grup olduk. Otelde çalışan Dia ve Tarık’da zaman zaman bizlere eşlik ediyorlardı. Akşamları arada bir Tarık’ın özenle yaptığı yemekleri yiyorduk. Günler su gibi akıp gitti ve grupta bir süre sonra dağıldı. Hepsi ile hala Facebook üzerinden konuşmaya devam ediyorum. Canes önümüzde ki kış tatile İsviçre Alplerine bekliyor. Kısmet bakalım : )
Ürdün’e ilk geldiğim günlerde Hicaz demir yolunun geçtiği Amman istasyonuna uğramıştım. O zaman demişlerdi “bu trenler yazın turistler için hareket ettirilir. Tabi ücret karşılığında” Tesadüfe bak ki Amman’a vardığımda Yunus Emre Vakfının “Türk Günleri” düzenleyeceğini öğrendim. Bu treni de kiralamışlar trenle bir günlük seyahat gerçekleştirebilecekmişiz. Vaaaay işte güzel oldu.
Neyse Türk günleri 3 gün sürdü Halk oyunları ekibi geldi oyununu oynadı (Çokda güzel oynadılar), Osman Sınav söyleşisi ile birlikte Türk filmleri günü yapıldı, TRT sanatçısı geldi konser verdi, Eskişehir den Hicaz demiryolu fotoğraf sergisi geldi. Eski trenle gezi yaptık.
Çok güzel bir tecrübeydi Hicaz’da Osmanlı’nın trenine de binmedim demem artık. Eskişehir valisi, Ankara Keçiören Belediye Başkanı heyetleri ile geldi. Büyükelçiliğimiz çalışanları ve bende oradaydım
fakat fakat Ürdün halkı gelmedi. Nedeeeeeeennnnnn? Çünkü organizasyonu yapan Ankara firması, Ürdünlülere reklam yapmayı, yani kısaca Ürdün halkına haber vermeyi unutmuş. Tabi Para cepten çıkmıyor!! Ekmek elden su gölden, Ee bu kadar organizasyonun geliri nereden Başbakanlık Tanıtma fonundan. Şimdi söylemim kime ne kadar para gitti. Eee o fon nerden parayı buluyor? Bir dakika bir dakika! Küfür etmeden önce şunu da söyleyeyim gelen öğlen yemeğini yedim hakkınızı helal edin valla acıkmıştım.
Ne hikayeler var ya.. yaz yaz bitmez. Büyük Elçiliğimiz zaten yarı evim gibi oldu. Polis odasında geceli gündüzlü yaptığımız muhabbetler. Ahmet’den çok şey öğrenmişimdir sağolsun. Ayça ve Tutku sizleri nasıl özlediğimi bilemezsiniz. Ama biliyorsunuz nereye giderseniz gidin sizi bırakmam yahu hehe . İnşallah yol üstünde bir yere gelirsinizde gene karşılaşırız. Halil ne uğraştık Suudi Arabistan vizesi için off. Hiç Ümidin yoktu. Pat diye vize ile karşına çıktığım gün ne sevindik. Nuri ve Ecem güzel sohbetler için sizlere de teşekkürle. Misafir edip ağırlayan herkese teşekkür ederim. Valla günler günleri kovaladı o kadar güzel insanla tanıştım ki Amman’da.
Ürdün Üniversitesinde öğrencilerle bir araya geldim. Üniversite ve çevresi ile ilgili izlenimlerimde oldu. Ürdün üniversitesi şuanda bölgede en iyi Arapça eğitimi veren üniversite konumuna gelmiş. Başbakan Davutoğlu’nun da bu üniversite de eğitim aldığını öğreniyorum. Hatta Üniversite’nin bir sayfasında yazıyormuş şuan kendisi Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı diye. Türkoloji sınıfı da var okulda. Türkiye Milli Eğitim bakanlığı tarafından atanan öğretmenler bu okulda da Türkçe eğitimi veriyorlar. Öğrencilerle Türkçe sohbet etmekte güzel bir tecrübeydi. Bu arada okulda bir öğrencimizin yakın bir tarihte evlendiğini öğreniyorum. Başlık parası bu bölgede de var kaşla göz arasında 10.000 Dinar verdiğini öğrendim.
Neyse Amman’a nasıl olsa bir kere daha geleceğim Suudi Arabistan Vizemiz bunca gezintiye hala çıkmamış. Gittim tekrar görüştüm. Suud Dışişleri izin vermemiş. Yahu nasıl olur? Verdiğimiz evrakların hiç biri bir halta yaramıyor vizeyi vermiyorlar! Humm. Dur şimdi yoldayken karar aldım İsrail Filistin yapacağım diye onu da bir aradan çıkartayım. Döndüğümde halledeceğim bu işi kesinlikle. İsrail ve Filistin gezelim bakalım neler göreceğiz. Amman’da bulunan İsrail Büyükelçiliğine gittim. Yetkiliye yapmakta olduğum Dünya turu ile alakalı evrakları ve pasaportumu verdim. 5 dakika sürmedi vizemi almak. Verilen vizeyi pasaporta değil beyaz bir kâğıda istedim. Suudi Arabistan’a girerken sıkıntı yaşamayayım. Adamdan böyle bir talepte bulunca “Suudi Arabistan’a mı gireceksin?” dedi. Evet diyince de “artık böyle şeylere gerek yok girebilirsin bizim vizemizle de oraya” dedi. Bak senn!! İşimi şansa bırakmayayım. Filistin ve İsrail yapıp geri gelelim bakalım. Belki o zamana Suudi Arabistan vizesi çıkar