Brezilya sınır kapısından geçişim çok kolay oldu. Hatta Uruguay’dan çıkış vizem olmamasına rağmen çok kolay oldu. 10 saniye içinde pasaport kontrol edildi, damga vuruldu ve geç denildi. Geçtikten sonra da hayatımda ilk defa gördüğüm ve hayranlıkla seyrettiğim dünyanın en büyük kemirgenlerini Capybaralar ile karşılaştım. Bildiğin koyun büyüklüğünde hayvanlar, çok hızlı hareket ediyor ve çok hızlı da yüzüyorlar. Bir arkadaşım anlatmıştı bir gün apartmanın içine girmiş hayvan nasıl olduysa apartman içine bir şekilde girip karşısına çıkmış. “Hayatımda en çok korktuğum andı Gürkan” demişti. Gece karanlığında apartmanda evime girmeye çalışırken dairemin önünde bunlardan bir tanesini görsem ben de “lan bu ne” diye şaşırırım. Fareye benzeselerde alakaları yoktur. Kemirgen memeliler ailesinin en büyükleri olur kendileri. Hayvan dediğim gibi koyun büyüklüğünde olunca Güney Amerika’nın bazı ülkelerinden etinden yararlanıyorlar. Güney’de delta ağızlarında nehirlerde görmek mümkün
Brezilya malum kıtanın yarısını kaplıyor. Bense sadece bu ülkenin “Rio Grande do Sul” eyaletinde gezeceğim ve çok az Santa Catarina eyaletine gireceğim. Haritadan baktığımda gideceğim alan ülke genelinde küçük bir alan gözükse de yapacağım kilometre 2100 kilometreden biraz daha fazla. Yani Türkiye’nin enlemesinden biraz daha büyük bir alanda pedallayacağım. Sınırı geçtikten 20-30 kilometre sonra küçük bir köyde durdum. Bu köyde hayatımda ilk defa Portekizce’yi duydum. Daha önce hiç halk arasında konuşulurken duymamıştım. Avrupa’da gitmediğim ülkelerden biriydi Portekiz. Haliyle oraya gitmediğim için de bu dili halk arasında dinleme fırsatım olmamıştı. Çıkan ses ve konuşma şekli bana nedense Ukrayna’nın konuştuğu Rusça şivesini hatırlattı. Hatta ilerleyen günlerde bunu yolda misafir olduğum ev ahalisine söyledim, onların bir İtalyan arkadaşı da aynı şeyi söylemiş ben de deyince çok şaşırdılar.
Brezilya’nın içinde ilerlediğim günlerde gözüme takılan ilk şey kasabaların, köylerin oldukça temiz olmasıydı. Ayrıca Güney Amerika’ya geldiğimden beri yediğim en güzel yemeklerin hepsini Brezilya’da yedim. Özellikle yollarda denk geldiğim benzin istasyonlarının hemen hepsinde tabildot yemek olayı vardı. Benzin istasyonlarının yanında durmak ve çadır kurmak sıkıntı olmadı. Hemen hemen bütün benzin istasyonlarında duş ve wifi da var. Biliyorsunuz ki Brezilya dendiğinde hırsızlık, adam kaçırma, tecavüz almış başını gitmiş durumda diye biliniyor. Medyada Brezilya hakkında sürekli bu haberleri görürüz. Evine misafir olduğumda bir Brezilyalı şu sözü söylemişti “Gürkan Iguazu şelalelerinden paralel bir çizgiyi Atlantik kıyısına doğru çek. O çizginin yukarısı farklı bir Brezilya aşağısı farklı bir Brezilya’dır.
” Neden diye sorunca da Brezilya’nın güneyindeki ailelerin çoğunun Alman göçmenlerin torunları olduğunu söyledi. Ama öyle ama böyle bir alman disiplini bu bölgeye yerleşmiş. İlk başta kulağa pek inandırıcı gelmemişti fakat bölgede pedallayınca ulan galiba adam dediğinde haklı dedim. Tarım arazilerinin içinde pedallamayı severim. Ne ekmişler, ne kadar ekmişler, hangi tohumları kullanmışlar bunları gözlemler, dillerini biliyorsam çiftçilerle konuşur sohbet ederim. Hayatımda gördüğüm en uzun ikinci tarım arazisini Brezilya’da gördüm.
Birincisi Çin’de yer alıyordu. Atlantik kıyılarından içeri tarafa batıya doğru ilerleyince aralıksız 720 kilometre boyunca ekili alan gördüm. Şöyle diyeyim; Ankara’dan İzmir’e kadar gözümün alabildiği her yer ekili araziydi. Bu durumu köylülere bahsettiğimde aslında gördüğüm alandan çok daha büyük bir tarım arazisi olduğunu söylediler. O zaman benim aklıma şöyle bir soru geldi. Ülkede 200 milyon kadar insan yaşıyor, gördüğümden çok daha büyük tarım arazileri de varsa o halde neden bu ülkede hala aç ve fakir insanlar var? Demek oluyor ki bu ülkede zengine peşkeş çekilen, yabancıya satılan tarım arazisi sayısı inanılmaz boyutta olmalı belki de dünyadaki en büyük yolsuzluk tarım üzerinden bu ülkede dönüyor olabilir.
Çünkü ben böyle ekili alanı ve bu ekili alan içinden geçen devlet demiryollarını hiçbir ülkede bu kadar düzenli şekilde görmemiştim. Bu düşüncelerimi bir çiftçi ile paylaştım; “Ülkeye ilk defa mı geldim demiştin” deyiverince gülümsedik. Arazilerin hemen hepsinde hangi tarlada hangi tohum kullanıldığının fotoğrafları var. Böylelikle bu tohumların hepsinin de GDO’lu tohumlar olduğunu da öğrenmiş oldum. Bölgede domates, elma, şeftali benzeri sebze meyvelerin uzun süre çantada veya bir noktada beklettikten sonra çürümediklerini gördüm. Elma ve domates yemeyi bıraktığım ülkedir Brezilya.
Bir başka gün sabah erken yola çıktım. Geçeceğim alanda uzun süre pek bir şey olmadığından dedim biraz hızlı gideyim sabah 9:00’a kadar 50 kilometreyi bitirdim tam bir yerde soluklanmak için duracaktım ki önümde iki bisiklet var ama bisikletin arkasındaki trailer efsane ötesi. İki tane sörf tahtası duruyor. Bunca senedir geziyorum böyle bir trailer ile gezeni görmemiştim. Yaklaştıkça sörf tahtalarının alt tarafında sebzeler meyveler falan da görüyorum. Soyal medya sörf tahtaları ile süslenmiş karavanlar var ya? Aha bu onun bisiklet modeli işte.
Arjantin’den yola çıkmışlar Mora ve Javier kardeşler. Atlantik sahilini takip ederek kuzeye doğru Rio de Jenerio’ya gidiyorlar. Yolda durup bir süre sohbet ettikten sonra ben yoluma devam ettim ve öğlen yemeği için durduğum yerde onları bekledim, onlar da akşam vakti ancak gelebildiler, ben de o zamana kadar kitap okudum.
Bu bisikletli arkadaşlarla o gece kamp yapıp sohbet etmek istedim. Üniversiteyi yeni bitirmişler sonrasında bir süre iş bulamamışlar. Buldukları işlerden de bir sene sonra ayrılıp bu yolculuğa çıkmışlar. Ayrılma sebepleri yaşadıkları şehirde mutlu olamamaları. İstedikleri sektörde iş bulamamalarının sebepleri üzerine konuştuk. Muhabbetin bir noktasında;
- O halde ülkede belli konularda sistemsel bir değişim gerekiyor gibi gözüküyor.
- Hayır Gürkan değişim olmasın herkes istediğini yapsın.
- Herkes istediğini yapınca da bak sizler mezun olduğunuz bölümlerden iş bulamamışınız. O halde iş bulamama ve mutlu olamama konularında sohbet konusu yapmayalım. Şu durumda her şey sizin için yolunda gözüküyor. Makarna da nerdeyse oldu, ton balıklarımızı koyalım üstüne, yıldızları seyredelim.
Herkes istediğini yapsın ama başkalarının özgürlüğüne, hayatlarını etkileyecek çizgilere de değmesin. Değişimi istiyor ama değişimden de korkar bir hale mi gelmişiz? Hatta bu değişimi yapmak isteyenlerin önüne taş duvarlar mı koyuluyor veya anlamamazlıktan mı geliniyor nedir? Değişim iyidir, değişim olmalıdır, değişimi kabul etmemek istememek korkaklıktır. Mesela spor bakanı olmak istediğimi söylediğimde dalga geçenler, olmazsam da gelecekte dalga geçecek olan insanlar illa ki var. Hatta dünya turunu bitiremediğim de konuşacak çok kişi var. Hayallerimi söylemekten, paylaşmaktan, onları hayata geçirmeye çalışmaktan korkmamam gerektiğini öğretiler. En azından iyi bir şeyler yapmayı deniyorum.
İlerleyen günlerde yolumun üzerinde bir iki şehir içinde konaklama durumum oldu. Güney Amerika’da kilise ve itfaiyecilerde konakladığımı daha önce söylemiştim. Brezilya’da da bunu deneyeyim dedim bakalım durum nasıl olacak. Pelotas şehrine girdiğimde insanlara itfaiyenin yerini sordum ve hemen gösterdiler. Kapıda bulunan arkadaşa Google sözlük sayesinde (İngilizce’den Portekizce’ye) bir gece orada kalıp kalamayacağımı sordum. Önce bir beni süzdü, sonra bisikletime baktı. Cebinden telefonunu çıkartıp sözlük programını kullanarak bana yazdı. Nerden geldiğimi ve nereye gittiğimi sordu. Durumu anlatınca bir dakika beklememi söyleyip içeri gitti ve başka itfaiyeciler de geldi.
Muhabbetin sonunda öğrendim ki Brezilya’daki itfaiyeciler daha önce kaldığım itfaiyeciler gibi gönüllü olarak çalışanlar değil, tamamı ile devlete bağlı hatta devletin askeri birliklerine bağlı olarak çalışan devletten maaş alan askerler. Ups yani öyle ben gideyim de itfaiye de kalayım gibi bir durum söz konusu değil. En azından diğerlerinde olduğu gibi burada bunu yapamam. Güzel bir sohbetin sonunda kalmama izin verdiler hatta yaptığım rotayı ve nerelerden geçtiği mi de detaylı yazınca Brezilya içinde yer alan tüm itfaiyelerde kalabilmem için resmi bir yazı yazıp bunu kaşeleyip imzalayarak bana verdiler. Portekizce yazan bu yazıyı daha sonrasında İngilizce bilen bir arkadaştan çevirmesini istedim ve kağıtta kısaca ülkedeki tüm itfaiyecilerin bana yardım etmesi için yazılmış resmi bir yazı olduğunu öğrendim. Bazen sorarlar bu Dışişleri Bakanlığı sana nasıl destek oldu veya neden destek oldu diye. Sonuç olarak bir tanıdığım veya ailede siyasetten biri yok. Sadece gidip konuşmuştum burada olduğu gibi, iyi bir sohbet bazen kapıların açılmasına vesile oluyor.
Bu noktadan sonra Brezilya’da kuzeydoğuya doğru ilerleyişim devam etti. Çaçapava’ya geldiğimde motosikleti ile beni Namık Kemal Başbay yakaladı. Hatta Türkiye’den gelirken Kron bisikletin kendisine verdiği orta göbek rulmanlarını bile bana getirdi. Namık Abi’yi kıtalar arası kurye servisi olarak kullandım da diyebilirim. Kendisi ile 1 sene önce Arjantin Buenos Aires’de karşılaşmıştık. Bir sene aradan sonra kıtaya tekrar dönüp gezmeye başladı. Bir ayağı burada bir ayağı Türkiye’de Namık Abi’nin. Hazır madem bir araya geldik. Paraguay’da tavukçuluk ile ilgilenen Selçuk arkadaşımız ve ailesi ile birlikte hep beraber Iguaza Şelaleri’nde buluşalım dedik. Benim oraya varmama nerden baksan 7 gün var.
Yola çıktıktan sonra böyle aralardan derelerden giderken R150 yolundan Mondai adında küçük bir kasabaya vardım. Klasik brezilya ortamı. Hava da kararmak üzere, köyde de sadece bir tane otel var. Bu arada böyle aralardan derelerden geçiyorum gidiyorum diyorum da Brezilya’da Iguazu’ya doğru giderken günde 700 ile 1000 metre arasında sürekli bir tırmanış var. Kısacası deli gibi inişli çıkışlı bir coğrafya adamı çitiliyor. Neyse otele gittim genç bir kız var resepsiyonda, derdimi anlattım tek gecelik bir oda falan filan ödemeyi de yarın yaparsın deyip odayı gösterdi. Bu arada İngilizce konuşan birileri yok tabi ki civarda. Neyse bu genç kızın abisi İngilizce biliyormuş, birkaç sene ABD’de kalmış. Kardeşi benden bahsedince hemen geliyor. O günde 25 Aralık yani Noel’miş ve beni akşam yemeğine çağırıyorlar.
Akşam yemeğine bu ailenin evine gidiyorum, masa ağzına kadar yemek dolu. Önce beni bir aile ile tanıştırıyor sonrasında bir köşeye oturtup neler yaptığımı nereye gittiğimi tüm aileye anlatıyor. Babası gidiyor bir bardağın ağzına kadar viski koyup bana getiriyor. Yuh arkadaş viskiyi ben içemem, imkan yok. Yahu bardağa 1 damla daha koysa taşacak öyle tepeleme doldurdu. İç iç falan diye uzatıp elime verdi. Bu arada muhabbet devam ediyor. Ben de ne yapım yavaş yavaş içiyorum derken bardağın yarısına kadar geldim herkesi bir gülme tuttu. Hayırdır neden gülüyorsunuz diye sordum:
- Gürkan bizim buralarda bardakta viski verildiğinde paylaşılır, sen giriştin hepsini içiyorsun ona gülüyoruz.
- Hahah, kardeş bizim oralarda da içmek isteyen herkese bir viski bardağı verilir 5- 10 cl konulur, sen bana verirsen bir bardak ben yavaş yavaş götürürüm.
Mate gibi bu viskiyi de paylaştıklarını böylelikle öğrendim. Ne güzel kaptırmış gidiyordum neyse ki hepsini bitirmeme izin vermediler yoksa ben cortingen olurdum. Güzel sohbet, güzel yemekler ve üstüne de otele ödeme yapmamamı istediler.
“Yalnız ortam alkollü, şimdi diyorsun yarın ödeme yapma diye de yarın sabah gene hatırlatırım umarım hatırlarsınız.” deyip güldük. Ve tabiki her aile ortamında sorulan o klasik soru gene geldi: “Gürkan evli misin?’’ ve evli değilim çocukta yok deyiverince şaşırmalar falan. Şu dünya turunu evlenmeden ve çocuk yapmadan inşallah bitirebilirim. Çok zorlanıyorum bu Latin Amerika’da çok haha..
Ya Türkiye’de ki takımımda Mine Poge’nin eşi Melih Poge geçenlerde bisikletindeki bir arıza için bisikletçiye gidiyor. (100 gün aralıksız bisiklete binmeye özen gösteriyor şu sıralar) Bisiklet tamir edilirken de bisikletçi ile de muhabbet ediyorlar. Muhabbet bir noktada tur bisikletçiliğine geliyor ve bisikletçi başlıyor anlatmaya:
- Ya bir arkadaş var adı Gürkan Genç. Hakikaten manyak bir adam yıllardır dünyayı geziyor.
- Hadi canım ciddi misin? Nasıl ya?
- Tabi canım internetten bak, bilinen biri bulursun adamı.
- Bakacağım.
- Herif karıyı boşamış dükkanı varmış onu da satmış 2012’de çekmiş gitmiş.
- Karıyı mı boşamış?
- Artık canına tak mı etmiş ne olmuş belli değil.
Laaaaan haha arkadaş yani yıllardır çocuğu var Gürkan’ın muhabbetini duyuyordum da bu ne! Ne ara evlenip boşandım? O kadar da emin anlatmış ki Melih de durumu hiç bozmamış. Neyse bunu da öğrendiğimiz iyi oldu. Yıllardır hakkımda birileri birilerine bir şeyler anlatır hatta bu anlatılanlara inanıp bana küsenler kızanlar bile oluyor. Umurumda mı, hiç biri tabi ki de değil.
Brezilya’da bir eve daha misafir oldum. Güney Amerika’da çok nadir yolda birileri durdurup bir şey ikram etmiş veya akşam kalacak bir yerin var mı demiştir. Bu olayların çoğu da Brezilya’da olmuştur. Yolsa su veren, restoranda paramı ödeyenler oldu. Gene bir gün yolumda ilerliyorum ve bir araç hemen yolun kenarında durdu. Ve genç bir çift yanıma gelerek İngilizce sohbete girip:
- Selamlar biz ilerdeki büyük şehirde Santa Maria’da kalıyoruz, eğer oradan geçeceksen evimizde misafir etmekten mutluluk duyarız.
- Evet geçeceğim. Çok memnun olurum hakikaten çok teşekkür ederim.
- Eğer bir isteğin olursa gelene kadar sana yardımcı olmakta isteriz. Benim adım Lucas ve nişanlım Carolina.
- Ben de Gürkan.
Santa Maria’ya 3 gün içinde varmıştım. Bu süre zarfında durduğum benzinliklerde Lucas’ın bölgedeki arkadaşları ile de tanıştım. Santa Maria’da ise kendisinin bizzat tasarımını ve mimarisini yaptığı apartmanında onlarla birlikte kaldım. Ailesi de aynı apartmanda oturuyordu. Ne çok büyük ne de çok küçük bir şehir Santa Maria. Güney bölgesinin başkenti olarak görülüyor ve Brezilya’da oldukça bilinen bir de üniversitesi var. Şehirde bir bisiklet yolu yok fakat Brezilya genelinde olduğu gibi bu şehirde de bisiklet severlerin sayısı ve onu günlük yaşamlarında kullanan kişi sayısı oldukça fazla. Lucas’a bisiklette bir iki sorun olduğunu söyledim, beni hemen evlerinin yanındaki bisiklet firmasına götürdü.
Ayna kol göbeğinin değişmesi gerekiyordu. Kron bisikletin Namık Abi ile gönderdiği göbekler yanımdaydı. Bisikletçiye beraber gittik. Hazır gitmişken arka teker göbeğine de baktırdım, orada da bir sorun çıktı. Aslında yürüyen aksamda da yıpranmalar mevcutta işte gittiği yere kadar götürüyorum hep. İmkan var aslında değiştir di mi, yok ama illa sonuna kadar kullanıp kıracağım veya bitireceğim sonra yenisini alacağım. Neyse önümüzdeki yıllarda ABD ve Kanada’da istediğim parçayı bulunduğum noktaya internet üzerinden kısa zamanda getirtirim.
Carolina ve Lucas ünversitede mimarlık fakültesinde tanıştıklarını söylediklerinde dedim ülkede genel olarak eğitim nasıl bir durumda. İkisi de birbirine bakıp güldü ve boktan dediler. Genel olarak yolculuğumda ülkesinin eğitim sistemini beğenen birileri ile denk gelmedim. Hep başkalarının eğitim sistemi diğerlerine daha güzel gelir. Şu an Brezilya’da devletin hep zengin aileleri desteklediğini söyledi, zengin aileler daha da zenginleşiyor fakirlik daha da artıyor. Yol boyunca gördüğüm tarım arazilerinin sahibi aslında birkaç aileymiş. Zaten o zaman da demiştim. Böyle büyük tarım arazileri olan bir ülkede fakirlik yaşanıyorsa devlet veya birileri vurgunun kralını yapıyorlardır. Evliliklerini yapacakları Katolik kiliselerini gösterdiler.
- Dinle aranız nasıl?
- Tanrıya inanırız ama koyu birer Katolik değiliz. Ülkenin güneyinde dine karşı güçlü bir bağ yok. Kuzeye çıktığında daha fazla göreceksin tabi eğer çıkarsan.
- Kuzey’de fakirliğin olduğunu söylemiştin o halde Brezilya için fakirliğin arttığı bölgede dine olan bağlılıkta artıyor diyebilir miyiz?
Ülkenin güneyinde pedallarken çok bahsedilen fakirlik durumları ile karşılaşmadım. Hatta bir şehirde yanımdaki arkadaşıma “ülkede dilenci yok” dediğimi hatırlıyorum. Vel hasıl Lucas ve Carolina düğünlerine de davet etmiş olsalar da bir daha kendilerini göremedim fakat hala telefondan mesajlaşıyor ve konuşuyoruz.
Brezilya’da pedalarken Google kullandığım bir sırada şunu fark ettim. Yukarıda bir bisiklet ikonu çıkıyor. Bir noktadan diğerine beni götür ama bisikletle götür dediğinde o iki nokta arasında kilometre ve kaç kilometre tırmanış ve kaç kilometre iniş olduğunu gösteriyor. Bak bunu Şili, Arjantin ve Uruguay’da görmedim. Bence oldukça faydalı bir detay olmuş. Üstelik ülke genelinde yollarda veya şehirlerde bisiklet yolu pek fazla olmasa da demek ki Google talep üzerine böyle bir şey yapabiliyor.
Bir başka gün Sao Miguel şehrine vardım. Tam da akşam vakti falan şehrin içinden geçip dışında bir yerinde kamp atacağım. Plan bu fakat yolda bir bisikletliyi yakaladım, tam da yokuş çıkıyorduk ki o bayağı yorulmuş durumdaydı.
Yanına yaklaşıp;
- Vamosssss vamossss
Hadi hadi diye bağırıp geçtim, O da gaza geldi biraz bastı ve tepede buluştuk. Normalde İngilizce bilen biri ile Brezilya’da pek karşılaşmamıştım fakat yanıma geldiğinde direkt nerden geldiğimi sorunca hemen muhabbete başladık.
- Adım Roberto Carlos, bu şehirde oturuyorum. Eğer akşam kalacak yerin yoksa seni evimde misafir etmekten memnun olurum.
- Memnun oldum ben de Gürkan Genç. Türkiye’den bisikletimle yola çıktım, yaklaşık 6 senedir de yollardayım. Tabi ki de memnun olurum. Bizim ülkemizde de Roberto Carlos çok sevilir.
- Evet şarkıları çok hoştur.
- Yok ben futbolcu olandan bahsediyorum.
- Ben onu tanımıyorum.
Demek ki Brezilya da futbola ilgi duymayan Brezilyalılar da var. Roberto elektrikçi, kendisine ait bir elektrik firması var. Bölgedeki endüstriyel alanlarda yaşanan elektrik kesintilerini veya elektrikle alakalı sorunları gideren bir takımı var. Haliyle şehirde de oldukça bilinen biri. Benim bu kullandığım yolu tur bisikletçileri hiç kullanmıyormuş. Nerden biliyorsun dedim? 5 senedir warmshowers’a üyeymiş, sadece bir bisikletli mesaj atmış. Aslında ben de üyeyim ama şehir dışında kamp yapmaya karar vermiştim çünkü ortam o kadar müsait ki. Yani çadırı gider bir yere kurarım, kimsecikler de görmez, oldukça güven verici bir ortam var burada. Bunu Roberto’ya deyince o da zaten hemen dedi “Iguazu Şelaleleri’nden Atlantik kıyısına doğru bir çizgi çek o çizginin altında yer alan Brezilya ile üstünde yer alan Brezilya arasında oldukça fazla fark var Gürkancım.”
Kızı ve eşi oldukça iyi İngilizce konuşuyordu. Eşinin eczanesi olduğunu öğrendim ve merak ettiğim bir soruyu sordum.
- Dikkat ettiğim kadarı ile hafta sonları bütün eczaneler açık. Üstelik aynı sokakta yan yana duran yerler. Neden bir hafta biriniz diğer hafta diğeriniz açmıyor?
- Çünkü Brezilya’da eczane birliği namına bir şey yok herkes fevri hareket eder. Bir birlik olmadığından ve herkes para kazanmak istediğinden bütün eczaneleri her daim açık görürsün.
- Sağlık sektörü genel olarak nasıl?
- Şehir hastanesi oldukça iyi, yeni yapıldı ve iyi doktorlar ve ekipmanlar var. Biz burada memnunuz.
- İtfaiyeleriniz de çok derli toplu ve devlet destekli olması da iyi gibi.
- Aslında gönüllü olarak da çalışabilirsin. Fakat itfaiyeciler devletten maaş alırlar. Dışardan katılanlar almaz, onlar da İtfaiyecilerden eğitim alırlar.
Brezilya’da yol üstündeki bazı küçük kasabalarda hiç itfaiye birliği olmadığını da gördüm. Tamam gönüllü itfaiyecilik var fakat bazı kasabalarda yerleşim yeri fazla olmasına rağmen devlet o noktalara itfaiye merkezi açmamış. Halk da bu birimleri tek başına oluşturamayacağından itfaiyesiz kalmışlar. Böyle bir iki kasabaya yol üstünde denk geldim. Belki de genel olarak Brezilya’da bu konuda bir açık olabilir.
Roberto ve ailesi hakikaten mükemmel bir misafirperverlik gösterdiler. Tam bizim usül. Elimi hiç cebime attırmadılar, sürekli bir kavga dövüş hayır ben vereceğim, yok vermeyeceksin misafirimizsin. Çok nadir denk gelir yabancı kültürlerde böyle inat eden. Iguazu Şelaleleri’ne Brezilya içinden geçip gidecektim fakat Roberto çok daha güzel bir toprak yol önerdi. Tabi toprak yol olduğunu öğrenince ben de tamam dedim. Gideceğimiz rota için Arjantin’in Amazon’u diyorlarmış. Araba ile hep beraber gidelim dediler fakat durumu anlattım ve ortada bir sağlık sorunum yoksa veya bisikletin yürüyen aksamında bir kırılma söz konusu değilse bisikleti asla bir arabaya, kamyona veya trene koymadığımı, yıllardır da bu prensiple seyahatimi yaptığımı anlatım. Roberto’nun arkadaşlarından biri “Evet, web sayfanı okumaya başladım, inanılmaz soğuk ve sıcak havalarda pedallamışsın.” dedi. İngilizce web sayfamın olmasının güzel bir yanı da bu; dünyanın dört bir tarafından insanlar maceramı okuyabiliyorlar.
Gideceğimiz noktadaki şehre ben bir gün önceden vardım onlarda ertesi gün sabah erkenden kaldığım yere geldiler. Bisikletleri hazırladık ve gün doğmadan yola çıktık. Brezilya içinden Barraco kasabasından başlayıp 101 numaralı yolu takip ederek Iguazu Ulusal Parkı’nın içinde Arjantin’de pedalladıktan sonra tekrar Brezilya içinde Iguazu Şelaleri’ne kadar birlikte sürdük. 7 buçuk saat gibi bir sürede 160 kilometreyi de birlikte bitirdik. Henüz Güney Amerika’da Amazon ormanlarında bisiklet sürmedim. Fakat o alanda bisiklet sürmüş bir çok bisikletçinin anısını okuyup fotoğraflarına ve videolarına baktım. Arjantin Iguazu Ulusal Parkı’nda pedalladığım alan birebir oradaki görüntülerle aynıydı. Hatta o kadar güzel anlar vardı ki bazı alanlarda yüzlerce belki de binlerce kelebek bisikletimle bana eşlik ediyordu. Yol boyunca sadece bir tane turistlerle dolu araç gördük onlar da şu soruyu yönelttiler:
- Bu alan güvenli mi ve yol nereye gidiyor?
- Biz bisikletlerle gittiğimize göre siz bizden daha fazla güvendesiniz merak etmeyin, yol Iguazu Şelalerine gidiyor.
Dedikten sonra yanımızdan ayrıldılar.
Foz de Iguaçu şehri vardığımızda Roberto ve arkadaşları yol boyunca bizi arabası ile takip eden arkadaşlarının aracına bisikletlerini koyup şehirlerine geri döndüler. Ben de Namık Abiyi, Selçuk ve ailesini yılbaşını kutlamak için şehirdeki kamp alanında beklemeye başladım. Şehir merkezinde olan bu kamp alanına 25 Brezilya Reali verdim. Gördüğüm en pis kamp alanlarından biriydi fakat çadır kurduğum yer iyiydi.
Fos de Iguacu şehrinde 3-4 sene önceye kadar çetelerin silahlı çatışmaları oluyormuş fakat denilene göre devlet turizm alanı olan bu bölgeye daha fazla önem verip suç oranını düşürmüş. Bulunduğum bir hafta içinde geceleri geç saatlerde ara sokaklarda yürüdüğüm zamanlar da oldu. Aydınlatması iyi olmayan sokaklarda yürürken sağıma soluma, yanımdan tek tük geçen araçlara daha dikkatli bakmaya başlamıştım.
Namık Abi’nin motorunda uzun bir süredir akü sorunu vardı, bu yüzden yolda Selçuk ve ailesinin araçlarının arkasına motoru yerleştirip şehre öyle geldiler. Bu şehirde iyi birkaç motor tamircisi vardı ve sorunun ne olduğunu bulmak ve tamir etmek çok daha kolaydı.
Birlikte kaldığımız süre zarfında şelalelere ve kuş parkında gittik. Iguazu Şelaleri’nin görüntüsü hakikaten inanılmaz. Brezilya tarafında şelalelerle birlikte bölgede oldukça fazla hayvan çeşitliliği de gözden kaçmıyor. Kuş parkına hayran kaldığımı da söylemeden geçemeyeceğim.
Yılbaşı gecesinde sokaklar ve caddeler çok kalabalık olduğundan ve her yerde rezervasyon olduğundan biz geceyi Namık Abi ile kaldığımız hostel’de geçirmeye karar verdik. Gecenin ilerleyen dakikalarında sahnede Tarkan’dan Kuzu Kuzu şarkısına karaoke yaparken yeni yıla da girmiş olduk.
Son olarak şunu eklemekte fayda var. Bu adamlar öyle bir reklam yapıyorlar ki Dünyada 3 ülkeyi aynı anda görebileceğiniz tek nehir Parana nehridir derler. Evet Parana nehrinde Brezilya, Arjantin ve Paraguayı görüyorsun Fakat Afrika kıtasında da Zambezi nehrinde Kazungula iskelesinden gittiğinizde Zambia, Zimbave, Namibia ve Botsvana’yı aynı anda görüyorsun. Hatta bir noktadan 4 ülkeyi aynı anda görebildiğim şu zamana kadar ki tek yerdir. Bu yüzden öyle sadece bizde var deyip bir taraflarınıza zil takıp oynamaya gerek yok.
Yeni yılın ilk ülkesi Paraguay’da yola devam…
Bir sonraki yazıyı okumak için lütfen buraya tıklayın