Birçok yazımda gezginlerin birbirlerine kalacak yerler konusunda yardım ettiğinden bahsetmiştim. Bu kamp kuracak bir yer de olabilir veya bir ailenin, arkadaşın yanı olabilir. Cusco’dan Calca’ya gideceğimi söylediğimde Peru’dan geçen gezgin arkadaşlar “Calca’da iki Türk’ün işlettiği mekânda kalabilirsin, sana kesinlikle oda vereceklerdir” dediler. Tamam, madem böyle bir imkan var o halde tanışalım. Bu arkadaşlardan biri Mert, diğeri Alper. Alper eski bir tekstilci, Mert de Google’da çalışmış bir yazılımcı. Buluştukları ve iş kurdukları nokta Peru Calca ve hostel açmışlar. Calca’da yer alan bu hostelin adı da “El mono Sabio” Türkçesi de Bilge Maymun anlamına geliyor. Neden bu adı koymuşlar sormadım.
Gitmeden önce Mert ile Facebook üzerinden konuşma imkânım oldu. Özellikle Elif Üzer “Git git çok seveceksin çok şeker insanlar” deyip durmuştu. Mert’e mekânlarına doğru iki bisikletçi arkadaşımla beraber geldiğimi bizi bahçelerinde bir süre misafir edip edemeyeceklerini sordum. Kocaman bahçeleri varmış. Mert de geri dönüş yapıp “Bahçede çadır kurmanıza gerek yok, yerimiz var. Arkadaşlarımızın arkadaşı arkadaşımızdır.” demişti. Müşteri alınacak yerde bana oda verilmesi pek hoşuma giden bir durum değil, ücretini vermeyi tercih ederim veya çadırda kalmayı. (Kaldığım günlerin ücretini verdim) Annie ve Will ile beraber Cusco’dan Calca’ya çok kısa bir sürede vardık. Bu kısa mesafeli yol, öncesinde biraz yokuş çıkartıyor fakat sonrasında saklı vadiye doğru güzel bir inişi var. Calca’dan önce de Pisac adında bir yerleşke daha var. Burası Calca’dan çok daha meşhur, sebebi de Pisac’ın yukarı taraflarında ve alt kesimlerde İnka İmparatorluğu’ndan kalma tarihi kalıntılar ve tarım arazilerinin olması. Tarım arazilerini teras sistemi ile inşa ettiklerinden eski taş işçiliğini kısmen bu teras duvarlarında görmek mümkün. Bu alanlarda hala patates yetiştirilmeye de devam ediliyor. Vadiye doğru inerken karşı dağlara baktığımda dağların yüzeyi gözüme çok garip gözükmüştü. Sanki tepelerden esen sert rüzgar toprağı dalgalandırmış, farklı bir formasyon vermiş gibi gözüküyordu.
Pisac kasabasında anayolun geçtiği caddenin bir sokak arkasına geçtiğimizde ortam tamamen değişiyor. Koloni dönemi mimarisi ile düzenli sokaklar ve geniş bir kasaba meydanı bizi karşılıyor. Oldukça turistlik bir görsel, kasaba meydanını cafeler hosteller çevirmiş durumda. Meydanda oturan renk renk kıyafetleri ile yaşlı Perulu teyzeler de ayrı bir ahenk katmış alana.
Saklı vadi boyunca benzer özelliklere sahip küçük kasabalar görmek mümkün. Calca ise bu kasabalardan biri değil. Şehir meydanında koloni dönemine ait evler olsa da diğerlerine nazaran biraz daha modern kaçıyor. Bu modernlik şu açıdan iyi; konaklama ve yeme içme ücreti diğer yerleşkelere göre daha makul. Calca’ya girmeden önce Annie ve Will beklerken arkamızda kalan tepeye doğru bakıyorum.
– Yuh arkadaş o nasıl bir tepe öyle, bu yol nereye gidiyor yahu? Acaba arka taraftan bir yerle birleşiyor mu? Len inşallah birleşiyordur. Birleşiyorsa ben burayı çıkarım.
Hemen Gps’den baktım. Evet, bir yere kadar yol var ama sonra yol patikaya dönmüş. Garmin yolu bu şekilde gösteriyorsa burada araba gitmez o kesin. Peki ya bisiklet gider mi? Google Maps açtım fakat bu uygulamada da aynı yerde yol bitiyor. Google Maps patikayı zaten göstermiyor. Fakat internet paketim var. Google Maps’de uydu görüntüsüne geçiyorum. Evet, şimdi bir şeyler görüyorum. Oha tepede vadi mi var. Ulan zaten 2.800 metredeyim. O nasıl vadi? Hum, yol gözükmüyor ilginç. Neyse Mert ve Alper’e sorarım. Bu arada gençler de geliyor.
-Hey gençler şu yola bakın Calca’dan çıkarken bu yolu kullanabilirsiniz, eğer arka taraftan bir yerle birleşiyorsa muhteşem bir tırmanış gibi gözüküyor
-Gürkan çıldırmış olmalısın bizim bisikletler orayı çıkamayabilir.
-Çıkamadığı yerde iteklenebilir aslında. Fakat detaylı öğrenmek lazım. Öyle bir yolu çıkıp sonrasında geri inmek istemem.
-Evet, kesinlikle çok acı bir tecrübe olur hahaha.
Calca’ya ulaştıktan sonra kasabanın içinden geçip dağlara doğru şehir dışına çıkarken kalacağımız yere varıyoruz. Ne Alper ne de Mert mekânda. Fakat bu mekânda gönüllü olarak çalışan ve bunun karşılığında yatacak yer alan Amerikalı Albert ile tanışıyoruz. Geleceğimizden haberi varmış ve bize 6 kişilik bir odada yer ayarlamışlar. Mekânda bizim dışımızda Ahmet ve yanlış hatırlamıyorsam Rıza adında iki Türk vatandaşı daha kalıyordu. Sonraki günlerde iki tane Fransız bisikletli de gelmişti.
Aslında Türkiye’den Calca kasabasına yerleşen oldukça fazla vatandaşımız var. Hepsinin hayat hikayesi birbirinden farklı, renkli ve hepsi de eğitimli muhabbeti hoş insanlar. Kimisi kendi birikimi ile gelmiş, kimisi gelmiş buralarda tutunmaya çalışıyorlar. İmkânlar doğrultusunda Türkiye’deki ailelerinden zor durumlarında destek de alıyorlar. Genel olarak Türkiye ortamında iş kurmak çalışmak istememişler, şirket sistemlerini, yönetimi, ekonomiyi vs vs daha birçok sebepten dolayı ülkeyi terk etmiş, farklı bir diyarda maceraya atılmışlar.
Bizim ülkemizden de olmak üzere başka birçok ülkeden bu vadiye gelinmesinin bir sebebi daha var. Hristiyanlıktan önce bilindiği üzere burada yer alan toplumlar Tanrı ile olan ilişkilerinde Şamanları kullanıyordu. Bu Şamanlar yeri geliyor savaşçılara okuyup üfleyip güç veriyorlar, yeri geliyor kutsal yenilmezlik boyaları sürüyorlar, zehirli mızrak uçları, şifalı iyileştirici bitkiler vs vs. hazırlıyorlar ve Tanrılara bakire genç kızları adak adı altında daha fazla yağmur yağdırması veya mahsül vermesi için seramonilerle öldürüyorlardı. Aklıma gelmişken yazmak istedim; İnka imparatorluğu bilindiğinden örnek olarak onları vereceğim.
Mesela şu anda Perulu birine taş ev yaptırtmak istesem, bundan 700 sene önce yapılmış taş işçiliğine benzer bir işçilik ile yaptıramam. Fakat Afrika’da, İskandinav bölgesinde yaşayan insanlara yüzyıllar önce kullanılan çatı tasarımını yaptırabilirsin. Peru’da yerel halkın geçmişteki gibi taş işçiliği yapamamalarının nedeni sonraki nesli bu konuda yetiştirmemeleri. Bu durumu en güzel şekilde hali hazırda Perulu arkeolog ve taş işçileri tarafından yapılmakta olan restorasyon çalışmalarından anlayabilir hatta 1911’de keşfedilen ve sonra restore edilen Machu Pichu’da gözlemleyebilirsiniz. Tamam koloni döneminin birçok konuda olumsuz etkileri var ama bu taş işçiliği yahu. Kalacağın yeri yapmak, üretim yapıp karnını doyuracağın bir iş kolu bu fakat olmamış. Öte yandan bedendeki yaraları iyileştirici, Şamanların kullandığı bir bitki ilacı günümüze gelmemiş. Dünya geneline yayılan meşhur olan bedene iyi gelen Peru’ya ait şifalı bir ürün de yok. Kıtada sağlık sektöründe çalışan diğer ülkelerin doktorları veya medikal alandaki yetkilileri de “Sağlık konusunda en son ilaç veya deneyim alacağımız ülkelerden biri Peru” derler. Tekstilde Alpaca mevzusunu, işlenişini, el işçiliğini ilk Peru yazımda ele almıştım. Onun günümüze kadar gelmesinin en büyük sebebi, dokumanın kadınların elinde olması.
Fakat nasıl olduysa 600 veya 1.000 yıldır kullanılan Ayahuasca yaprakları ve SanPedro kaktüsü ile yapılan çayların “şamanik seramoni ritüeli” günümüze ulaşmayı başarmış. Taş işçiliği gelmemiş; ki buradan ev yaparsın, para kazanırsın, hayatını sürdürürsün demiştim. Sen bunu yapama, Şaman bilgisi, bilgeliği gerektiren yani doğa ile iç içe yaşayan bir insan evladının bilgisinin gerektiği bu bilgelik günümüze kadar ulaşmış. Yıllardır derim toplumun yaşadığı bir yerleşkeye eğer araç yolu ulaştıysa, artık hiçbir şey eskisi gibi değildir.
DMT (dimethltryptamine ) bu bitkilerde daha fazla olması ve dozunun iyi ayarlanmasıyla bedende halüsinasyon durumunu arttırıyor. Aslında bedende bulunan DMT’nin dozunu arttırıp bedeni zehirliyorsun ve beden de buna bazı tepkiler veriyor bunlardan bir tanesi de halüsinasyon. Peru şunun şurasında turizmden son 100 yıldır haberdar olup para kazanan bir toplum. Yani ülkede kime sorsanız ailede bir Şaman çıkar. Dünyadaki çakranın merkezi de buradaaaa, alemlerarası yolculuk kapıları da bu ülkede, tabi yersen. Denedikten sonra aranızda benim gibi “Bu neydi şimdi, bu kadar mı, bu mudur yani “diyenler çıkarsa “Ama bu iş Şaman’ında biter. İyi Şaman’a denk gelmemişsin. Ayrıca uyman gereken bir yemek diyet programı var, o var şu var vs.” denir.
Bu noktada kendi fikrimi dile getirmek istiyorum. Başka kıtalarda olduğu gibi bu kıtada da yıllarca çocuklar Tanrı’ya adanmış. Ya öldürmüşler, ya bağlayıp gömmüşler ya da başka şeyler yapmışlar. Bu kıtada yapılan uygulamalardan biri de Tanrı’ya adak olarak öldürülecek çocuğun seramoni öncesinde doğal bitkilerle uyuşturulması ve bu süreç öncesinde yediklerine dikkat edilmesi de şart. Ee Tanrı’nın huzuruna gönderecekleri çocuğun giderayak kusmaması önemli. Günümüzde bu süreç ticaret amaçlı “diyet” kılıfı altına girmiş gibi gözüküyor, kısacası he la he deyip mevzuyu burada kapatıyorum. Bu yazdıklarım da kendi düşüncelerimdir. Beden enerjisine inanan biriyim fakat böyle tutarsız olaylar karşısında da, he ya deyip geçiyom işte.
Calca’da 5 gün kadar Annie ve Will ile birlikte kalıp dinlendik. Sonrasında ikisi yollarına devam etme kararı aldılar. Ee, Machu Pichu’ya gitmeyecekler mi? Şimdi bu arkadaşların nasıl bir yolculuğa çıktıklarını ilk yazımda anlatmıştım. Şu bir gerçek; Machu Pichu’ya gidecek paran varsa ya yaptığın seyahatin finansal kısmını halletmişindir, ya da anandan babadan, aileden destek alıyorsundur. Bu gençler gibi sadece dünyayı gezme kararı alıp yola çıktıysan, herkesin gezilecek görülecek liste başı noktalarına gidemezsin. Hele de sadece girişi 45$ olan bir noktadan bahsediyorsak. Annie ve Will gitmeden önce mekana iki tur bisikletçisi daha geldi. Onlar da bir gece konaklayıp yola devam ettiler. Machu Pichu biletlerini internet üzerinden 55$’a almışlar. Neden daha pahalıya almışlar? Antik kentin belli ziyaret saatleri var. Mesela oraya gittiğinde bilet bulamama ihtimalin var. Her saat için ayrı bir ziyaretçi limiti olan bir nokta. Üstelik antik kent içinde yer alan diğer noktalara ekstra giriş ücreti de alınıyor. Adamlar internetten biraz pahalıya alarak işi şansa bırakmamışlar. Okuduğum bloglardan veya gittiğini bildiğim arkadaşlardan hiç içeri giremedik bilet bulamadık sözü daha önce duymadığımdan dolayı öncesinde bilet almaya gerek görmedim. Bu arada Calca’ya uğradığınızda Kelebek Restorant’a bir gidin derim. Bir çay için, varsa güzel keklerinden yiyin çok selamımı da söyleyin.
Bir ara dedim acaba buradan Machu Pichu’nun altındaki Aqua Calentes’e kadar bisikletle mi gitsem? Giden bir iki kişi var. Değer mi? Kesinlikle DEĞMEZ, sakın yapmayın. Bisikleti Calca Hostel’de bıraktıktan sonra önce sabah 8 dolmuşu ile Calca’dan Urubamba’ya geçtim. Sonrasında Ollaytambambo adlı kasabaya başka bir dolmuşla gittim.
Bu noktada Cusco’dan kalkmış ve Quillambamba istikametine giden dolmuşlara binip, yol üstünde Santa Maria Köyünde inmiştim. Buraya kadar olan yolculuk gidiş geliş tek şeritli bir yolda 4.000 metre irtifaya çıkılan bir güzergahta, istasyonlarda bekleme süresi ile birlikte 8 saat sürdü. Akşam 16:00’da Santa Maria’ya vardığımdan dolayı bu noktada otobüsten inen ve Machu Pichu’ya gitmeye çalışan benim gibi birkaç kişi ile birlikte bir taksi tutup istasyon Hidroelectrica’ya kadar gittik ve saat oldu 18:00, yani hava kararmaya başladı. Bu noktadan sonra demiryolunun yanından Augua Calientes denen kasabaya yürüyüş mesafesi 11 km ve yürüyüş alanı 1.500 metre ile 2.500 metre irtifa arasında değişiyor. Bu yürüyüş boyunca da yavaş yavaş yukarı doğru çıkılıyor. Şehre varıldığında da iniş çıkışlarla toplam tırmanış 1.115 metreyi buluyor. Hava karardıktan sonra yürümeye başladığımdan bu 10 kilometrelik mesafeyi gece karanlığında 1 saat 52 dakikada almışım. Eminim ki gündüz vakti bu yürüyüş daha kısa sürede biter. Bütün yolu tek başına yürüyen biri olarak şunu söyleyebilirim ki oldukça güvenliydi. Yanınızda tepe lambasının bulunmasında fayda var fakat birçok alanda ay ışığı da yolumu aydınlatmaya yetmişti. Ayrıca ay ışığının olmadığı alanlarda ateş böceklerinin görsel şöleni de oldukça iyi sayılırdı.
Ee, tren raylarının olduğu noktada gidiyorsun bu şehre tren gitmiyor mu? Gitmez olur mu, hatta şehre gidebilen tek ulaşım aracı tren ve bisiklet! Evet, bisikletle bu alan pedallanabilir fakat yukarıda da dediğim gibi buna değmez! Treni kullanmamamın sebebi fiyatının 150$ olması. Kendi vatandaşlarına 5 veya 10 dolar civarındaydı ama yabancıyı resmen kucağa almışlar. Yürümesini sevmeyen benim gibi kişiler bile o parayı vermek yerine yürümeyi tercih ediyorlar. Agu Calientes’e varıldığında konaklayacak yer bulma konusunda sıkıntı yaşanılacağını sanmıyorum. Akşam 20:00’da şehirde kalacak bir yer buldum. Odaya girer girmez duş alıp eşyalarımı yıkadım sonrasında dışarı çıkıp Machu Pichu biletlerinin satıldığı yerden de sabah 6:00’da giriş yapacak şekilde biletimi aldım. Sabah erkenden kalkıp gideceğim için çantam için atıştırmalıkları da ayarladım.
Agua Calientes kasabası 2.000 metrede, Machu Pichu ise 2.428 metrede ve kasaba ile Machu Pichu arasında 2.5 km mesafe var. Yukarı çıkan yol eski inka yolu. Yürünülen alanda aralıkları olan, dengesiz farklı taşlar üzerinde yürüyüş yapmak insanı hakikaten yoruyor. Bu mesafeyi 2019 yılında 34 dakikada alarak günümüzde bile oraya en hızlı tırmanan ilk 40 kişi arasında yer alıyorum. Birincinin en iyi zamanı 27 dakika. (Yuh arkadaş ne yaptın götüne roket takıp kanat mı açtın o nasıl hızlı bir yürüyüş? Yürüyenler anlayacaktır.) Açık söylemem gerekirse inişi çıkışından çok çok daha kötüydü. Peki neden araç kullanmadın? 2.5km mesafe için 12$ para istiyorlar da ondan, birçok kişi yürümeyi tercih ediyor.
Zirveye vardığımda benden daha erken yola çıkmış yüzlerce kişi ile de zirvede buluştuk, kapının önünde sıraya girildi ve hepimiz saatin 6 olmasını bekliyoruz. Herkesin birinci öncelliği o meşhur ‘Machu Pichu’ya geldim, selfimi çektim fotoğrafı noktasını’ en az insanla yakalamak. İnstagram’dan, Facebook’dan bakıyorsun milletin fotoğraflara, insan yok. Ulan sabah 6’da kuyruk var, 500 kişi çıkarken ben de 500 kişi geçtim nasıl olacak fotoğraf belli değil. Neyse kapı açıldı haldır haldır herkes hızlı adımlarla manzaranın olduğu yere doğru gidiyor. Lan, insan kapıda bir broşür dağıtır, bu broşürde içerde şu yapı budur, bu yapı budur falan filan diye insafsız pezevenkler. 45$ aldınız ne bok yemeye aldınız o parayı he?
Nerde len bu yer? Hah dağı gördüm. Yukarıya yardır, U dönüşü çak, hızlı adımlar derken hoppa noktaya geldim, fotoğrafımı çektim tamam bitti. Şimdi çıkabilirim kentten. Gülmeeee bak bunu yapanlar var biliyorum. Gelip o noktada foto çektirip sonrasında çimenlerde biraz yuvarlanıp gidenler var. Sabah 6’da gitmişim, 45$ vermişim, izin verilse çadır kurar kalırdım. (yapmadığım iş değildir daha önce izin alıp birçok antik şehrin içinde uyudum) Kaç saatte geri dönüş yapacağımı falan hesapladım, hava kararmadan o anayola çıkmam lazım. Suyum yiyeceğim de var. Tam 8 saat içerde kaldım len. Metre metre gezdim antik kenti.
Machu Pichu birçok kişi tarafından kayıp şehir olarak adlandırılır, aslında dönemin koşullarında özellikle saklanmış, bulunmaması için çaba sarf edilmiş bir alan değil. 1911 yılında Amerikalı araştırmacı Hiram Bingham tarafından keşfedildiğinde bölgede yaşayan yerli halk kalıntılardan haberdardı, insanların hayvanlarını otladığı bir alanlardı.
Bölge halkı Hiram’a “Beyim nah burada böyle yapılar var belki ilginizi çeker” deyince günümüzde İnkaların ikonik mekanı Machu Piccu ortaya çıkıyor. Yapılan çalışmalar sonunda yerleşkenin 1450 yılında inşa edildiği anlaşılıyor. İspanyolların kıtayı 1500’lü yıllarda kolonize etmeye başladığını düşünürsek, aradan 406 yıl geçtikten sonra buranın bulunması ilginç olmuş. Hiram ekibini buraya getiren yerlilere şu soruyu da yöneltmiş “Siz ne kadardır bu bölgede yaşıyorsunuz?”
Bu aile buraya devlet yollar yapmaya başlayınca 1906’da gelip yerleşmiş ve onlar da bu kalıntıları tesadüf eseri hayvan otlatırken ve tarıma elverişli topraklar ararken bulmuşlar. Yukarıda şöyle bir şey yazmıştım “Yolun gittiği her yerde zaman içinde doğallık bozulur.” Bu yerliler de yolların yapılması ile burayı keşfetmişler.
400 yıldan uzun bir süredir kimsenin bilmediği bu şehrin adı Machu Pichu değil. İspanyolların bölgeyi işgali ile terk edilen alanda kimse şehrin adı bu diye bir tablet bırakmamış. Burayı Hiram’a gösteren aile de zaten 6 sene önce gelmiş. 1834 ve 1902’de bölge araştırma yapan kaşifler var fakat kimse bu vadide ağaçların yuttuğu yapıları görememiş.
Yukarıdan çekilen fotoğrafta görünen ortaya çıkarılmış olan şehirdi, aslında toprağın altında ve öbür cephede taaa vadinin altına kadar inen yapılar ve teras sistemi yolda yürürken bile görülebiliyor. Hiram da zaten vadide ilk bu bölümü görüyor sonra yukarıya kadar çıkınca o muazzam taş işçiliği ile karşılaşıyor.
Sabahtan öğlene kadar bu alanı adım adım dolaştım. Şunu söyleyebilirim şimdiye kadar gördüğüm konum olarak en muhteşem antik kent. Fakat günümüze kalan gözle görülen işçilik, yapı tasarımı vs vs gibi detayları ortaya koyarsam antik kent sıralamasında oldukça gerilerde, dalga geçmiyor veya abartmıyorum. Çok daha güzel işçiliği olan büyüleyici antik kentler Afrika ve Asya’da var. Özellikle söylüyorum buranın sadece konumu tartışmasız süper. Bu noktada tabi bazı sorular geldi. Machu Pichu’nun neden yapıldığı hakkında yazılan ve anlatılanlar tezden öteye gidemiyor.
Hiram seyahatnamesinde burası için bir kale demiş ve insanların bir şeyden saklanmak için inşa ettiklerini dile getirmiş. Kale demek asker demek, asker demek lojistik sıkıntı demek. Bu alan normal İnka ticaret yolunun dışında kalıyor. Dağın çevresinde iyi tarım arazisi var, çok uğraş gerektiren tereslama sistemi de yapılmış fakat üretim az, zaten her tarafa teras da konduramıyorsun. Güneş Tapınağı’nda ve Kondor Tapınağı’nda güzel işçilik de var. (Bu arada iki tapınak haricinde içerdeki tüm yapılar hatta teras duvarları bile restore edilerek yapılmış. Yapılara baktığınızda en altta yer alan taş işçiliği ile yukarıya doğru çıkan taş işçiliği arasında dünya kadar fark var.
Yukarıda dediğim gibi atalarının taş işçiliğini bilen yerli biri kalmamış. Yani Machu Pichu yapıldığı gibi günümüze gelmemiş, (100 yıldır tadilat görüyor bunu da bölgede çalışan arkeologdan öğreniyorum). Burası bir kale idiyse neyi koruyordu? Tarım arazilerini korumadığı belli. Machu Pichu’daki Güneş Tapınağı’nın üst tarafında yer alan pencereli tapınağı ilgilendiren bazı bilgiler Cusco ve Urubamba’da bulunmuş.
Fakat pencereleri Güneş Tapınağı’na bakan ve dağlara bakan kayıtlara geçmiş tek tapınak Machu Pichu dışında başka hiç bir yerde yer bulunmamakta. Tarihçi Hiram da buradan yola çıkarak belki de bu yerin İnka adının ilk çıktığı, İnkalar’ın ilk defa yaşadığı bölge, yerleşke olma ihtimali var demiş. Mümkün; buralardan yola çıkan aile imparatorluğu kurup belki de sonra ana yurtlarına dönüp bu yerleşkeyi yaptılar.
Sabah 6:00’da Antik Kente girip hemen çıkanlar, saat 10:00’da ziyarete açılan Condor Tapınağı’nı ziyaret edemezler. Bu kadar büyük alanda hiçbir işaretlendirme yok, ne nedir, hangi yapıda ne yapıyorlardı. Ne amaçla kullanılıyordu, ne İspanyolca ne de başka dillerde bilgilendirme yok. Kapıdan girerken rehber kiralamak zorunda değilim! Zaten internette burası ile ilgili yüzlerce bilgi, yorum, anlatım var girer bakarım; ki öyle yaptım. Fakat Peru hükümeti, burası için 45$ bilet kesiyorsa, yapıştırın Efes Antik Tiyatrosu için 100$, yapıştır İstanbul’daki saraylar için 200$, Kapadokya için sen düşün artık 300$’a da gelirler. (Gözün korkmasın TL çeviriyorsun biliyorum ama yabancı için 100 birim 200birim.) Bu arada içerde tuvalet olmaması da büyük sıkıntı. 8 saat boyunca tuvalette de gitmedim. Ulan tuvaleti sen git alanın dışına koy, çıktın mı da bir daha içeri girmene de izin vermiyorlar.
Bileti, gidiş dönüş 8 ulaşım aracı ve bir gece otel konaklaması ile Machu Pichu’nun bana 1 gece 2 gündüz maliyeti 2019 yılında 85$’ı geçmemişti. Yok ben trene bineyim rahat gideyim, antik kente otobüs ile gideyim, 2 gece de şehirde iyi bir yerde kalayım denirse 400$ veya 500$ arası bir bütçe çıkacaktır.
Machu Pichu’dan çıkar çıkmaz o tren yolunda yürüyerek hidroelektrik santralinin yanından küçük kasabaya vardım, oradan da bir dolmuşla Santa Maria’ya gittim. Şimdi anayola çıkınca ya Calca istikametine veya Amazon’a doğru gideceğim. Ulan hiç hesapta yoktu ama madem bu kadar uzağa geldim Amazonlar’ı da Peru kıyısından göreyim dedim ve Amazon’un bir parçası olan Santuario Ulusal Parkı’na gittim. Quillabamba, Quellouno, Kiteni, Kimbiri, Pichari bütün buraları da gezdim. Nem %300, ölüyom ölüyom insanlıktan çıktım. Yollar desen, içim dışıma çıktı. Hay arabayla buralara gelenin 7 sülalesini eşekler kovalasın, bir ara nasıl olduysa asfalta çıktık, bir yerde adam dolmuşa gidiş geliş yolda drift yaptırmaya çalışmasın mı? O lastiklerden viraja girdiğinde bir kayma sesi çıkar ya, hah onu yapmaya çalışıyor göt. Bir noktada patladım yarı Türkçe yarı İspanyolca, İngilizce karışık küfürü bastım ondan sonra yavaşladı.
Amazonlar’da yapılan doğa tahribatını genellikle Brezilya ile duyuyoruz. Fakat Peru ve Kolombiya’nın da Amazonlar’da geniş toprakları var. Brezilya göz önünde olduğundan sanırım Peru’da olup biten pek çok kişinin dikkatini çekmiyor. Doğalgaz yatakları bulunduğundan dolayı Perulular da bölgedeki ormanı kendi çıkarları doğrultusunda tahrip ediyorlar. Yapılan tarım faaliyetleri de, kullanılan kimyasallar da doğaya karışınca ortaya hiç hoş olmayan görüntüler çıkmış. Fakat buralar kimsenin umurunda olan diyarlar değil. Herkes işinde gücünde, mikmişim doğasını diyor yerliler.
5 günün sonunda Calca’ya Mert ve Alper’in mekana geri döndüm. Geri döndükten bir gün sonra yola çıkmadım, oturup biraz daha zaman geçirdim. Aslında uzun bir süre kalabileceğim ve vakit geçirebileceğim bir ortam olmasına rağmen iyicene dinlendikten sonra tekrar yola koyulma vakti geldi.
Alper ve Mert’e kasabaya girmeden önce gördüğüm dağ yolunu sorayım dedim. Kafaya taktım ya oraya çıkacağım ama çıktıktan sonra bir de geriye dönüş yolu yoksa o zaman isyan ederim. Evet, o yol bir şekilde Cusco’ya bağlanıyormuş fakat bizlerden hiç kimse o yolu yapmamış. Ne Alper ve Mert ne benim gezgin arkadaşlarım ne de yabancı bisikletçilerin yol anılarında gördüm. İlla ki birileri geçmiştir bisikletle de gözden kaçıyor işte. Alper bir konuşmamızda:
-Gürkan o yoldan aşağı iki defa dolmuş düşünce yolu araç trafiğine kapadılar. Yukarıda Huchuy Qosqo yani Küçük Kuska kalıntıları var.
-Hadi ya en tepede kalıntılar mı var?
-Evet fakat o yol yürüyerek bile çok zor, sen bu bisikletle oraya nasıl çıkacaksın?
-Yol tepeye kadar çıkıyor gibi.
-Çıkmasına çıkıyor da çok dik.
-Şimdi sen dedin ya burası arkadan Cusco’ya bağlanıyor, yukarıda tarihi kalıntılar var. Ooo ben kesin buradan gidiyorum. Yarın yola çıkıyorum geçince de mesaj atarım.
-Senin ki de ayrı manyaklık daha bir şey demiyorum.
Akşam yola çıkmadan Garmin Montana 680 Gps’de topografik haritayı açıp tırmanıştaki yükseltileri inceledim. 10 kilometre içinde 2.923 metre yükseklikten 3.691 metre yüksekliğe çıkartıyor. 768 metreyi kilometre başına 76.8 metre toprakta tırmanış var. Daha dik ve kötü yerlerde de tırmandım. Fakat böyle sert bir tırmanışı hiç 3.000 metre üzerinde yapmadım. 4.000 ve 5.000 metrelerde de pedalladım fakat o noktalarda tırmanış yumuşaktı, neyse göreceğiz bakalım neler olacak.
Ertesi gün herkesle vedalaşıp yola çıktım. Fazla erken çıkmadım çünkü bir şekilde geceyi antik yıkıntıların arasında geçirmek istiyorum. Kendimi yormadan yavaş yavaş zirveye doğru çıkarken manzarayı da seyrediyorum. Muhteşem bir görüntü var. 3.400 metreye geldiğimde yolun kenarına oturup ayaklarımı aşağı sarkıtarak makarna yapmaya başladım.
Makarnayı yaparken de karşı dağlara bakıyorum. Yahu dağın yüzeyi ne ilginç, saklı vadiye inerken de dikkatimi çekmişti. Uçsuz bucaksız dağları görüyorsun ve bu garip dalgalanma var. Makarnayı yerken bir yanda da düşünüyorum, yahu o kadar sert rüzgar da yok. Çöl kumlarının nasıl dalga dalga rüzgardan güzel desenler çıkardığını görmüştüm. Yahu acaba bunların hepsi toprak altında kalmış teraslar olmasın? Yok beeeee çok büyük alan, bu ne lan ucubucağı gözükmüyor, tüm dağlara manyak gibi böyle teras yapmamışlardır. Neyse belki yukarıda bir yetkili ile karşılaşır ona sorarım.
2 saatlik tırmanışın sonunda Huchuy Cusco’ya varıyorum. Vay arkadaş bura neymiş ya, hiç böyle bir yerleşke ile karşılaşacağım aklımın ucundan geçmiyordu. Daracık bir patikadan alana giriyorum ve keçi yolu da bitiyor, çimlerin üzerinde bisikleti iteklemem lazım. Yukarı doğru çıkarken alanda restorasyon çalışması yapan arkeologlar bana bakıp konuşuyorlar. Oo süper! Akılda deli sorular, tam adamlarını buldum.
-Selamın aleyküm ağalar nasılsınız? (tabiki böyle demiyom.. hola ile başlıyor biraz İspanyolca biraz İngilizce devam ediyor)
-Bu sene buraya bisikletle gelen 5. kişisin fakat diğerlerinde sendeki gibi yük yoktu.
-Zor bir tırmanıştı.
-Eğer Cusco’ya doğru gidiyorsan macera henüz başlamadı.-
-Nasıl yani?
Ulaaaannnn, olay yolun bundan sonrasındaymış, bu yol motorlu taşıtlar için değil, açık söyleyeyim benim bisikletim için de değil. Olayı şöyle izah edeyim net bir şekilde anlaşılacaktır: Sonraki gün 10 saatte 20 kilometre gidebildim. Bunun 2 kilometresinde bisikleti taşıdım, 10 kilometresinde bisikleti itekledim, 8 kilometresinde pedal çevirebildim. 650 metre tırmanış yaptığım o günde 4.500 metre irtifada nabzım 191’ye ulaşmış, kalbimi patlatmaya az kalmıştı. Artı adrenalin yaşadığın alanlar da var. Burayı geçtiğimi sosyal medyada paylaştığımda 260 litros grubundan Nacho mesaj atıyor:
-Hayatımda gördüğüm en kırık adamlardan birisin, biz orayı boş bisikletlerle geçerken geberiyorduk. Sen ne yaptın Gürkan!
– Nacho ruhumu teslim ettim. Ulan bileydim geçtiğinizi sorar bu halde gitmezdim.
Ama öyle ama böyle mekana ulaştık ve manzara süper. Arkeologlardan geceyi orada geçirmek için de izin aldım mı. Normalde Peru’da antik kentlerin yanında kamp kuramazsın. Drone uçurmak için de izin aldım mı. J Normalde bu da yasak. Bak her şeyi usulüne göre tatlı dille izinlerle hallediyorum. Arkeologlardan biri çadırı kurduğum noktaya geldi. Neredensin, ne yaparsın ne edersin klasik soruları sormaya başladı. Anlattım neler yaptığımı. Javier yaptıklarımı takdir etti ve bir sonraki günde dağın öbür tarafında beni evine davet etti. Tanıştığımız çok iyi oldu. Önce bu taş işçiliği konusundaki düşüncelerimi kendisine aktardım. Haklısın dedi, şu an Peru’da eski taş işçiliğini yapan kimse yok. Yaptıkları işçilik arasındaki farkı bana kendisi de gösterdi. Machu Pichu hakkındaki düşüncelerimde de haklı olduğumu dile getirdi:
-Ya javier bu dağlardaki yüzey biraz farklı, bunun sebebi nedir? Bütün bu dağlık arazide sizin de şu an üzerinde çalıştığınız teras sistemi yok di mi?
-Haha Evet Gürkan, gözünün alabildiğince gördüğü her yerde teras sistemi var.
-Yani toprak altında gün yüzüne çıkartılmamış onlarca tarım arazisi var?
-Evet, hepsini çıkartacak ne bütçe var ne de iş gücü. Yazar olduğunu söylemiştin gerçek mesleğin bu mu?
İnka kralının çiftliği olarak geçen bir alan. İspanyollar Cusco’yu ele geçirdikten sonra bu alanı çiftlik olarak kullanmışlar. Koloni döneminden ele geçen seyahatnamelerde kral tarafından kendisi için yapılan özel çiftlik olduğu da dile getirilmiş. İspanyollar alanı ele geçirdiklerinde İnkalara ait sulama kanallarını ve daha birçok sistemi yok etmişler ve kendi sistemlerini kurmuşlar.
Bu teras sisteminde sebze çeşitliliği çok zengin oluyor. Yukarıda dediğim gibi 10 kilometrede 800 metre atıyor irtifa. İnsanlar tarım arazilerini teras sistemi ile yapmış ve mesela 2.000 metrede teraslarda fasulye yetiştiriyor, sonrasında 2.200 – 2.400 teraslara çakıyor mısırı, 2.400 – 2.800 metreye çakıyor kinoayı. Görünen şu ki her 200 metrelik irtifada sıcak ve soğuk farkından böyle bir çeşitlilik olmuş ve alanı en iyi şekilde kullanmışlar. Tüm vadiyi seyreden, toprak altında kalmış terasların göründüğü efsane bir nokta. Bisikletle değil ama yürüyerek gelip bir gece çadır konaklaması yapılacak bir yer, ayrıca tepedeki vadi de efsane. Yani Cusco’dan Calca’ya bu yoldan rahatlıkla gidilir.
Neyse bir sonraki macera Arequipa’ya kadar takip ettiğim inka yolu ve Güney Amerika kıtasının en yüksek geçidi var. Teee 2011’de buradan bir gün geçeceğim demiştim, oraya doğru gideyim.