Armania’dan sabah erken yola çıktım. Aslında Juanita kalmam için ısrar etmişti. Çünkü tarih 15 Ocak 2020, 41. yaş günüm. Gitmeyip birlikte kutlayabilirdik fakat 41. yaşıma yolda girmek istedim.
Armenia çıkışında Salento’ya giden dağ bisikletleri için çok güzel bir rota var. Bu rotayı 30 km takip edip kasabaya varmak en güzel yol tercihiydi. Çünkü yolu sadece dağ bisikleti sürenler kullanıyormuş. Bu yolda birkaç çiftlik evi de var. Fakat yolda ilerlerken bu yerlere ait bir araç geçmedi. Yol ağaçlarla kaplı ve çeşit çeşit kuş sesleri ile doluydu. Hal böyle olunca drone ile bir iki video çekeyim dedim. Drone’u hazırladım uçurdum, biraz ileri gönderdim, tam video fotoğraf çekeceğim arkadan bir ekip geliyor, seslerini duyuyorum. Arkama dönüp baktığımda 3 adam bir kadın, yaşları da biraz var. Bu rotadan Salento’ya doğru gidiyorlar. Yahu ne güzel, kafa dengi tayfa bulup şu yaşlarda böyle rotalarda pedallamak. Grup tam yanımdan geçerken duruyor. Bisikletteki yüklere bakıp bir iki şey söyleniyor. En arkadaki adam da geliyor tam bir şeyler diyecekken;
-Gürkan Genç? İnanmıyorum sen gerçekten Gürkan Genç’sin!
Şaşkın bir ifadeyle;
-Evet benim.
Amcanın bağırarak verdiği tepkiye hem ben hem arkadaşları hayret ediyoruz. Sanırım amca beni sosyal medyadan falan takip ediyor. Amcanın suratına dikkatlice bakmaya başlıyorum, bir süre bakınca tanıdık gelmeye başladı, hayret biz nerden tanışıyoruz ki? Geçmiş yılları çok hızlı bir şekilde gözümün önüne getirmeye çalışıyorum, fakat arşiv çok geniş. Bu amcayı ben daha önce bir yerde gördüm, ama nerede?
-6 sene önce Barcelona’nın güneyinde küçük bir kasabada bisikletimi görüp yanıma gelmiştin. Yanında başka arkadaşların da vardı. Oturup bir restoranda birlikte yemek yedik. Yemek paramı sen ödemiştin Gürkan. O günü hiç unutmam!
Hikâyeyi anlatınca pat pat pat beynimde fotoğraflar anlar canlandı. Gözümün önüne geçmişte yaşadığımız o an geldi…
-Fernandooooooo!
İnanılır gibi değil, 15 Ocak 2014 tarihinde Barcelona’nın güneyinde karşılaşmıştık. Yanımda birlikte pedal çevirdiğim Funda Ulutürk ve Enes Şensoy vardı. Hatta o gün Funda Fernando ile yemek yediğimiz restoranda telefonunu şarja vermişti sonra da telefonu orada unutmuştu. Biz de öğleden sonra 50 km yol yapıp küçük bir kasabaya gelmiştik. İşte tam orada Funda “Eyvah telefonu öğlen yemek yediğimiz yerde unuttum.” dedi. 50 km bir daha kim geri gidecek. Vardığımız kasabada Funda ile Enes beklemişlerdi, ben de tren ile 50 km geri gidip telefonu alıp dönmüş sonra yola devam etmiştik. Telefonu unutma sebebi Fernando ile olan muhabbetin çok iyi olmasıydı.
Avrupa kıtasında bisikletleri ile tur yapan çok insanla karşılaşmış, hemen hepsi ile de iki kelam da olsa muhabbet etmişimdir. Öğlen yemeği için durduğumuz bu kasabada küçük bir işletmenin önünde bir tur bisikleti görüp içeri girmiş ve Fernando ile tanışmıştık. 60 yaşlarında olan Fernando İspanyol vatandaşıydı ve ülkesindeki Hac yollarını gezerek seyahat ediyor, kiliselerde çalışıyor ve onlar için misyonerlik yapıyordu.
Hac yolları dediğinde aklıma ömrüm boyunca unutamayacağım bir anım geliyor. İngiltere’de evine davet eden Thomas ve hikayemiz. O da İngiltere’den İtalya Hac yollarını bisikletle yapmıştı. Durham Üniversitesi’nde konu ile ilgili öğretim görevlilerine yaptığı sunuma beni de davet etmişti. Ne gündü! Profesörlerin karşısında Hac yolları ile o an aklıma gelen düşüncelerimi paylaşmıştım ve hocalar ayağa kalkıp alkışlamıştı. Yaptıklarından ve yaşadıklarından dolayı bir övgü veya takdir beklemiyorsun fakat öyle bir an geliyor ki destek olunması, takdir edilmesi de insanı mutlu ediyor.
-Gürkan hala gezdiğine ve yolda olduğuna inanamıyorum. Bütün anılarını okudum, süpersin.
-İnternet sayfamdaki anıların hepsini mi okudun? (lan ben o sayfayı kendi ülkemde zor okutuyorum)
-Evet, evet, biz şimdi Salento’ ya gidiyoruz. Seni kasabanın girişinde bekleriz. Birlikte yemek yeriz. Fakat bu sefer yemekler benden.
Gülüşler arasında anlaştık. Pedallamaya başladıklarında arkadaşlarına Ukrayna’daki yol anılarımdan biri olan karların içine düşmüş kadını nasıl kurtardığımı anlatmaya başladı. Hayretler içinde onu dinliyordum. Vay beee. Onlar yollarına devam ederken ben de drone’nun pilleri bitene kadar etrafta uçup sağa sola bakındım. Sonra bu grubu Salento’ya girmeden önce yakalayıp bir restorana gittik. Güney Amerika’dan tut Avrupa’ya ülkelerin ekonomik durumlarından, gelecekten, daldan dala her konuda sohbet ettik. Karşımda hayat tecrübeleri muhteşem olan 4 insan vardı. Onları dinlemek ve zaman geçirmek oldukça keyifli. Ayrılma vakti geldiğinde kasabanın meydanında durup bir poz fotoğraf aldık birbirimize sarıldık.
-Gürkan birçok kişiye yaptıklarınla cesaret verdiğinin farkındasın. Hayalini gerçekleştirene kadar sakın durma. Güzellikleri insanlara göstermeye anlatmaya devam et, takipteyim.
Tam bir şeyler diyecektim ki meydanda bulunan 3 genç arkadaş yanıma gelip;
-Pardon sen Türk bisikletçi Gürkan Genç’sin di mi?
-Evet benim.
-İnanılmaz! Adım Oscar, seni birlikte pedalladığın tur bisikletçisi Finlandiyalı Taneli’den dinledim, İspanyol Javier’den dinledim, İngiliz Nicolas’dan ve daha birçok tur bisikletçisinden dinledim. Şu an burada Salento’dasın. Lütfen eğer burada kalacaksan evim evindir, misafirim olarak bende kalabilirsin.
Ağzım açık kalmış bir şekilde yaşadığım ana hayret ediyor 41. yaşıma ne güzel girdim diye düşünürken, Fernando omuzuma dokunduktan sonra sarılarak:
-Dediğim gibi Gürkan birçok kişiye cesaret verdin, vermeye de devam ediyorsun. Bir gün tekrar görüşeceğiz o zamana kadar kendine dikkat et.
Uzun bir kucaklaşma ve gülüşlerden sonra yolumuz ayrılıyor. Oscar ve arkadaşları market alışverişine çıkmışlardı. Madem onlarda kalacaktım ve markete doğru gidiyoruz öğlen ve akşam yemeği için erzakları ben aldım. Oscar ve arkadaşları Salento’da bulunan Cocora Vadisi ve Paramo yolunda dağ rehberliği yapıyorlar. Şu sıralar da tam turist sezonu olduğundan işler fena değil. Hepsi Armenia şehrinde oturuyor.
-Gürkan Armenia şehrinde nerde kaldın?
-Bisikleti ile dünya turu atan Juanita var belki bilirsin, o evinde misafir etmişti.
-Evet, iyi bilirim. Eski kız arkadaşım. Seyahatine başlamadan önce birlikteydik.
-Yok artık hahah.
Dünyayı küçültme olayının cılkı çıktı bu seyahatte. Kızın evinde kal, sonra git bir sonraki kasabada eski erkek arkadaşının evinde kal.
Salento’nun dünya genelinde çok bilinen bir kasaba olmasının sebepleri başında çevrisinde yer alan kahve tarlaları ve Cocora Vadisi var. Bu vadide adı Crexlyon Quindiunse olan bir ağaç var. Görünüş olarak bildiğimiz palmiye ağaçlarına çok benziyorlar. Farkı gövdeleri ince ve çok uzun, yaprakları da biraz farklı, fakat ilk bakışta “Aaaa, palmiye ağacı” denebilir. Bu ağaçlar deniz seviyesinden 2.000 metre ve daha yukarısında görülüyor. Peru’nun kuzeyinde arazide dağınık bir şekilde görülürken, Kolombiya’da sırf bu ağaçların olduğu ormanlar var.
O noktalardan biri de Cocora Vadisi. Bu alan Kolombiya hükümeti tarafından 1970’li yıllarda milli park ilan edilmiş fakat o zamana kadar etinden sütünden faydalanılmış. Bu ağaçlardan bal mumu elde ediliyor, başta mumlar olmak üzere endüstrinin birçok alanında kullanıyor. Bölgeye bu iş için gelenler tabi tarım arazilerini de kurmuşlar.
Tarım arazileri arttıkça alanın habitatı da değişmiş, ağaçlar da yavaş yavaş yok olmaya ve ölmeye başlamışlar. Oscar bir gün ‘’Dağa çıkıp Paramo Yolu’nu yapalım, buzulu da görmüş olursun.’’ dedi. Bu buzul milyonlarca yıldır oradaymış ve artık çok hızlı bir şekilde eriyormuş. Şaşırdım mı? Tabi ki de hayır. Mis kokulu mumlar yakmaya devam o halde. J Şu sıralar bedenim çok yorgun ve 4 günlük bir yürüyüş yapmayı hiç istemiyorum. Salento içinden, Cocora Vadisi içine yapacağım bisiklet turu bile gözümde büyüyor. Bu tarafa belki Bogota’da konakladığım dönemde bir kere daha gelirim. İki gün Oscar ve arkadaşları ile birlikte sohbet muhabbet edip şehir içinde takıldık. Sonraki gün yola çıktım. Salento’nun içinden Cocora Vadisi’ne doğru değil de gene aynı istikametten Bogota’ya giden bir arazi yolu vardı. Oldukça zorlu olduğu söylenmişti. Sebebi de arazide 2.000 metre yekpare bir tırmanış olmasıydı. Oscar’ın evinde sabah muhabbeti uzun sürünce yola da geç çıktım. GPS’den tırmanacağım alana baktım. Toprak yolda 2.000 metre bu gün içinde bitmez. İyisi mi ben şu yola gireyim, biraz ilerleyeyim kasabanın dışında bir yerde kamp atarım ve yarın sabah erkenden de yola çıkarım.
Sağa sola bakınarak Salento’dan çıktım, çıkar çıkmaz da tırmanış başladı. Birinci viraj, ikinci viraj derken vay arkadaş ne manzara varmış yahu burada derken bu manzaraya nazır çok güzel bir işletme gördüm. Acaba bahçesinde kalmama izin verir mi? Mekana girdim ve bir alman kurdu beni karşıladı:
-Selam Orti naber?
Sahibi saldır dese belli, parçalar. Şöyle bir manzaraya bakındım. Abooooooo bura ultra lüks bir yer belli adı Gran Azul Salento. Kalmama izin verilmeyebilir fakat gene de bir sorayım bakalım. İçeriye seslendikten sonra genç bir kız geldi. İspanyolcam iyi değil dediğimde de hemen İngilizce konuşmaya başladı. Tabi ki de Venezuelalı
-Selam, bisikletle dünya turu yapıyorum, Alaska’ya doğru gidiyorum. Bu mekânda gecelik konaklama ne kadar?
-Wow süper! Kaç sene sonra Alaska’da olacaksın?
-Henüz ben de bilmiyorum hahaha.
-Buranın geceliği 80 dolar.
-Oo bana çok fazla ama mekana değer. Bahçe çok güzel, peki bu bahçenin bir köşesinde bir gece çadır kurmama izin verilir mi?
-Mekanın sahibi Christina, onu arayıp bir sorayım belki izin verir.
-Kendisi Kolombiyalı mı?
-Hayır İspanyol, Barcelonalı.
O halde biraz bekleyelim. Hakikaten manzarası da çok güzel, yerleşke de çok güzel. Eminim ki odalar da çok iyidir. Kız telefon açtı, biraz konuştuktan sonra telefonu bana uzatıp Christina’nın benimle konuşmak istediğini söyledi:
-Alo merhaba.
-Bisikletle dünyayı gezdiğini söyledi Maria doğru mu?
-Adım Gürkan, 2012 yılından beri dünyayı geziyorum. Hatta Barcelona’dan buraya bisikletle geldim diyebilirim. Eğer izniniz olursa sadece bir gece otelinizde çadır kurmama izin verebilir misiniz? Çadır için ücret neyse veririm.
-30 dakika sonra orada olacağım, zamanın varsa beni beklersen sevinirim. Tanışmak isterim.
-Tabi ki de görüşmek üzere bekliyorum.
Christina gelene kadar Maria bana alanı gezdirdi. Vay be hakikaten iyimiş! Birkaç gün şöyle yayıla yayıla yatsam süper olurdu diye düşünmeden edemedim. Maria, Venezüella karışmadan önce ülkeden ayrılmış. Kolombiya’da şu an yasadışı bir şekilde bulunuyor ve çalışıyor. Üniversiteyi bitirir bitirmez soluğu Kolombiya’da almış, sonrasında dönmemiş. Güney Amerika’da yolda ilerlerken en fazla kimlik sorulan kontrol yapılan ülke benim için Kolombiya oldu. Bu ülkede yasadışı şekilde hayat sürmek hiç kolay değil. Nerde kolay olur ki? Bir hastalansan, başına bir şey gelse, olaya karışsan durum içinden çıkılmaz daha enteresan bir hal alabilir.
Christina geldi, 50’li yaşlarda beyaz dalgalı saçları olan hoş bir kadın. Yanında 7 yaşında sapsarı bir kız çocuğu.
-Selam Gürkan. Wowwww bisiklet bu mu? Bu bisikletle mi Barcelona’dan buraya geliyorsun?
-Selam Christina. Evet, biraz zaman aldı fakat buradayım.
-Yolculuk ne tarafa doğru?
-Alaska’ya doğru gidiyorum.
Bir sessizlik oldu bisiklete baktı sonra bana bir daha döndü.
-Çadır kurmana gerek yok odalardan biri müsait orada kalabilirsin.
-Yalnız oda ücreti benim için çok yüksek.
-Hallederiz merak etme, sen şimdilik yerleş. Açsındır yemek hazırlayacağım, birlikte yiyelim.
Maria kalacağım odayı gösterdi. Oy oy oy! Şu Buenavista’da kaldığım hostelin lüks olanı ve manzarası daha efsane çünkü güneş direkt karşıdan batıyor, oy oy. Çadırda kalmayı umarken böyle bir yer sürpriz oldu.
Eşyalarımı yerleştirdikten sonra öğlen yemeğini hep birlikte yemek için yanlarına gidiyorum. Mekânda duvarlara asılmış çok güzel fotoğraflar var. Fotoğrafların çok güzel olduğunu söylediğimde çeken benim, Christina hikâyesini anlatmaya başladı.
Kocası Jordi ile İspanya’daki işlerinden ayrılıp bir yat almışlar ve dünyayı gezmeye başlamışlar. Karayip Adaları’na geldiklerinde Christina hamile kalmış. Kızları Gina doğduktan sonra da Güney Amerika ve Orta Amerika’da tekneleri ile gezmeye devam etmişler. Fakat bir gün Gina “Ben okula gitmek istiyorum demiş”. Jordi ve Christina yatlarını satarak Kolombiya Salento’da bu güzel yeri inşa etmişler. Gina kasabanın okuluna gitmeye başlamış. Fakat hayalleri olan dünya seyahatleri yarıda kalmış. Jordi ve Christina ilişkilerini bitirmişler ve şöyle bir hayat yaşamaya başlamışlar. 6 ay Jordi kızları Gina ile Salento’da vakit geçiriyor, bu arada Christina dünyayı gezmeye devam ediyor; sonraki 6 ay Christina Salento’da kalıp oteli işletip kızları Gina ile vakit geçiriyor ve Jordi dünyayı geziyor. Vay arkadaş nasıl bir yaşam tarzı. (benim de hayret ettiğim yaşam tarzları oluyor, özellikle böyle çocuklu gezilmesi)
Mekânın drone ile çekilmiş fotoğraf ve videolarını Christina’ya verince kendisinden de şöyle bir teklif geldi; “İstediğin kadar odada dinlen, canın ne zaman gitmek isterse o zaman git. Herhangi bir ücret vermek zorunda da değilsin Gürkan. Az çok nasıl bir hayat yaşadığını anlıyorum…” Bunu söylerken gözlerindeki o bakışı en son Maral’da görmüştüm. Cahilcesaret.org Uğur ve Maral İstanbul’dan tekneleri ile yola çıkmışlardı. Şubat 2014’de Fas’ın Muhammediye limanında onları ziyaret etmiştim. Kasım 2017’de tekrar Güney Amerika’da Arjantin’in başkentinde bir araya gelmiştik. Buenos Aires merkezinin dışında bir tren garında Uğur ve Maral’ı 3 yıl sonra gene gördüğümde, Maral’ın gözündeki bakışı hiç unutmam, sarılırken gözlerim dolmuştu. Konuşmamıza gerek yoktu, neler yaşadığımızı anlatmamıza gerek yoktu. Bisikletle tur yaptığım Funda Ulutürk’de, Enes Şensoy’da, Terry ve Elena’da, Nora ve Benjamin’de, Gauter’de ve Nathan’da ve Elif Üzer’de de bu bakışı görmüştüm. Christina’nın bu teklifi içtendi ve benim için muhteşem bir teklifti ve 3 gün kadar o manzara karşısında oturup doğayı seyrettim. Hatta burada kalmış ve dinlenmişken de Cocora Vadisi’ne de bisikletimle gittim.
Para verilip girilen alana girmeden dışarıdan çitlerin öbür tarafından ağaçları seyrettim. İyi ki de öyle yapmışım çünkü yola çıktığımda vadinin diğer tarafında çok daha güzel manzaralar olduğunu ama Salento’ya giden yolun bozuk olmasından dolayı o yolda turizm yapılmadığını anladım. Halbuki manzara Cocora Vadisi’nden çok daha güzeldi.
Dinlendikten sonra tekrar yola çıkmak, bu alanı terk etmek hakikaten zor oldu. Christina da şaşırdı, en az 1 hafta kalırım diye tahmin etmiş fakat Kolombiya’da daha görülecek çok yer var. İleriki yıllarda Kuzey Amerika’da tekrar buluşmak üzere Christina ile sözleştik. Bakalım hayallerimizi gerçekleştirebilecek miyiz?
Yola çıkmadan önce bisiklet kadrosunda olmaması gereken bir yamulma vardı. Bu kadro 9 sene önce üretilmişti. Şili Santiago’ya gönderilene kadar da bir depoda durmuştu. Sonrasında Güney Amerika’da Atakama Çölü’nde, Bolivya göller bölgesindeki inanılmaz zor bir yoldu, Peru’da Ant Dağları’nda 5.000 metrelerde, Ekvator ve Kolombiya’da kullandım. Bu serüvende şunu anladım; teknoloji değiştikçe bisikletin düzeneğini değiştirdiğin gibi kadroda da bazı değişiklikler yapılmasında fayda var. Kadro ile ilgili başka birkaç tecrübe daha edindim. Gelecekte kendi imzamın üzerinde bulunduğu bir bisiklet kadrosu kesinlikle üreteceğim, bunu da buraya yazayım.
Kolombiya’nın başkenti Bogota’ya kalmış 420 kilometre, sıkıntı yok. Bu dağ yolunu aşarım bu bisikletle nereleri geçtim. Yukarıda da dediğim gibi insanların Salento Cocora Vadisi’ne görmeye gittikleri Crexlyon Quindiunse ağaçlarının çok daha fazlası aslında yanındaki vadide var. 39 kilometrede 1.800 metre tırmandıran ve oldukça bozuk bir yoldan Toche köyüne vardım. Bir ara zirveye vardığımda ula burada mı yatsam dedim ama sonrasında köy zaten küçük, illaki çadır kuracak bir yer bulurum deyip saldım aşağıya. Köye vardığımda ilk işim bir market bulmak oldu. Hava yemek yapmak için biraz kararmıştı ve çadırı kurmadan önce veya bir yer bakınmadan önce karnımı doyurmam lazımdı. Tam marketten bir şeyler aldım arkamı döndüm, iki tane sarışın tip gülerek bana bakıyorlar. Ağzım dolu konuşamıyorum da, birbirimize bir süre baktıktan sonra selamlaştık. Tadi (kadın) ve Mike Kanada’dan iki gezgin, irtifadan mıdır yoksa yorgun olmamdan mıdır muhabbetin ilk 30 dakikası bu iki arkadaşın da oraya bisikletle geldiğini anlamadım. Yahu rotadan, tırmanıştan, eğimden falan bahsediyorlar; onlar konuşuyor ben dinleyip yiyorum. Kafa hala çalışmıyor. Taşıdıkları yemeklerden falan filan da bahsedince ve ben de biraz kendime gelince “Yahu siz bisikletle mi geziyorsunuz?” sorusunu sordum.
Gülmeye başladılar, ‘’Gel gel çok ucuz yer var.’’ deyip kaldıkları yere götürdüler. Üstelik akşam yemeği de yapılıyormuş. Arkadaş ne yedim ama öyle böyle değil. Yemek sonrasında verandaya oturduk. İrtifa yaklaşık olarak 3.100 metreydi ve hava serindi. Elimizdeki çaylar ve muhabbet ortamı ısıtıyordu. Hemen önümde duran bisikletlerini incelemeye başladım. Her iki bisiklet de 29 kadro hidrolik disk frendi. Ayna kol ve zincir oranları değişikti. Mike gravel tarzı bir bisiklet yani yarış bisikletlerinin araziye uyarlanmış halini kullanıyordu. Arazide daha hızlı gidebilmek için formunda yani kadroda fazla bir değişiklik yapılmayıp sadece 1.75 inç lastiklerin takılabildiği ve vites sisteminin değiştirildiği bisikletlerden oluyor bu gravel’lar. Mesela bu bisikletin üzerinde Shimano’nun gravel bisikletler için geliştirdiği GRX vites sistemi vardı. Dağ bisikletlerindeki profesyonel serinin başlangıcı olan Shimano Deore’nin makyajlanmış hali. Tadi’de ise safkan tamamen bir Shimano XT setten oluşan bir canavar vardı. Ön tekerde benim de kullandığım Son dinamodan takılıydı. Tedi dağ bisikletini tamamen bikepacking tarzına çevirmişken, Mike arkaya bir bagaj takmış ve bu bagajın sağına soluna benim ön çantalarımdan çok daha küçük çantalar takmıştı. Genel olarak bisikletlerinden memnun olup olmadıklarını sordum. Tadi direkt bisikletine aşık olduğunu söyledi. Benim de gözümde kusursuz gibi gözüküyordu bisikleti. Mike da bisikletinden memnun olduğunu fakat Tadi’nin gibi bir bisikletle bu tarz bir yolculuğun daha keyifli olduğunu ekledi. Daha öncesinde de 29 kadro bisikletle gezen bisikletçilerle denk gelmiştim. Hepsi teknolojinin gelişmesi ile 26 kadrolardan 29 kadrolara geçti ve bu bisikletlerle seyahatin bambaşka bir boyut kazandığını söylediler. Ekvator’da birlikte pedalladığım Nacho’nun bisikletini kullanmıştım. Burada bahsettiğim teknoloji sadece bisiklet teknolojisi değil. Elektronik cihazlar küçüldü, kıyafetler daha işlevsel olup daha az yer kaplamaya başladı, çanta teknolojisi gelişti ve bisikletin farklı yerlerine eşya yerleştirmeye başladık çok daha düzenli ve kompakt bir hal aldı durum. Bisiklet hafifleyince disk fren daha kullanışlı oldu, bunun yanında disk fren balataları ve diskler çeşitlendi, değişti. Kullanım kolaylığı arttı ve piyasadan ürün bulmak kolaylaştı. Hal böyle olunca 29 kadroya geçmek çok mantıklı bir hal aldı. Velhasıl veranda da uzunca bir süre oturup muhabbet ettik, sonrasında herkes odasına çekildi. 5 dolara küçük bir odada tek başıma kalıyordum. Vay be iyi ki dağın başında çadırda kalmamışım, güzel muhabbet döndü ve gene bir şeyler öğrenerek günü bitirdim.
Asfalta çıkmama son 50 kilometre kalmıştı. Bozuk yol hakikaten bisikletin her bağlantı noktasında ciddi stres yaratıyordu. Kendi tasarladığım ön bagaj Lima’daki yenilemeden sonra kırılması imkansız bir bagaj haline gelmişti fakat ağırlaşmıştı. Yeni üreteceğim bagajlar çok çok daha iyi olacak, gelecekte bu da hayallerden biri, bakalım ne zaman yapacağım.
Anayola çıkmamla bir kasabaya varıyorum. Kasaba oldukça hareketli ve o kadar fazla yol bisikletçisi var ki yolda… Bu ne yarış falan mı var diye düşündüm? Ben de bir grubun yanında durup bişeyler yerken günlerden pazar olduğunu ve İbeque şehrinden herkesin buraya antrenmana geldiğini öğrendim. İbeque 800 metrede çukurda olan bir şehir, şu an 3.200 metrede olduğumuz için millet haftasonu antrenmanına bu kasabaya tırmanıyormuş. 2400 metrelik asfalt yolda yekpare tırmanış. Bu sefer ben aşağı iniyordum J
İbeque’ya kadar yolda binlerce bisikletli gördüm. Hatta şehire iki bisikletli ile birlikte girdim. Bana şehirde kalmayı planladığım itfaiyeye kadar eşlik ettiler. Şehrin içinde 15 kilometrede itfaiyenin önüne kadar bisiklet yolundan gidip damdan düşer gibi kapıdaki itfaiyeciyeye nerden geldiğimi ve ne yaptığımı anlattım. İtfaiyeci Carlos hemen bana çadırımı kurabileceğim güvenli bir yer gösterdi, duşun yerini gösterdi ve wi-fi şifresini verdi. Daha önce de birçok bisikletliyi misafir etmişler.
Ertesi gün şehirden çıkarken de uzunca bir süre bisiklet yolunda gittim. Bir ara dedim ulan acaba Bogota’ya kadar bisiklet yolu mu yapmış bu adamlar. Olmayacak iş değil, dünkü yol bisikletçilerinin sayısı beni çok şaşırtmıştı. Başkent Bogota’ya kadar giden bir bisiklet yolu yoktu fakat yolun büyük bir kısmında “Bisikletliye Dikkat Et” levhaları vardı. Bizim emniyet şeridi olarak bildiğimiz alanı bisikletçilere ayırmışlar. Yahu zaten o alan çoğunlukla boş durmuyor mu? Neden boş dursun ki, bisikletçilerimiz o olanı kullansın. Araç kullananlara da her 500 metrede bir koyduğumuz levhalarla hatırlatalım, beyinlerine kazısınlar “Aracınız arızalandığında emniyet şeridine çekebilirsiniz fakat bilin ki o alan bisikletçilerin yoludur.”
Bu levhaların kısaca ilettiği mesaj bu işte. Bogota şehrinden evinden çıktın ve güneye doğru 80 kilometre kadar gittiğinde 3.200 metreden 800 metreye iniyorsun. 80 kilometre evinden uzaklaştın. Bir öğlen yemeğini yedin (ki pro bisikletçiler pek yapmaz bunu), geri evine gitmek için 80 km yekpare cillop gibi 2.400 metre tırmanış yapıyorsun tek seferde ve tüm bu yol boyunca da sağ tarafta bisiklet levhası var. Eee Fransa turu şampiyonunun ve en iyi tırmanış yapan bisikletçilerin başka bir ülkeden çıkacak hali yok. Ben de tam bu tırmanışı yapıyorum; Türk Büyükelçiliğimizden sekreter Yeşim Hanım arıyor,
“Gürkan bey sayfanızdan konumunuzu görüyoruz, saat kaç gibi elçiliğe ulaşmayı düşünüyorsunuz?” Sabah erkenden çıkmışım yola, dedim bu tırmanış bizi çitiler. Öğleden sonra gelebileceğimi söyledim ve devam ettim. Dediğim gibi de oldu; Bogota’ya öğleden sonra girdim ve girmem ile de bisiklet yolu başladı. Türk büyükelçiliğinin bulunduğu sokağın 5 sokak paraleline kadar bu yolda devam ettim. Kolombiya’da geçtiğim diğer şehirlerde de gördüğüm bisiklet yollarından sonra, bu durum pek şaşırtmadı. Fakat elçiliğe gidene kadar bisiklet yolu kavşaklarında bir iki kaza gördüm. Yayalara ben de bir iki defa bağırmak zorunda kaldım. Çok fazla bisiklet kullanımı var, ee yol da var ama bir gariplik de var!
Neyse bir süre buradayım, zaman içinde anlarım ne olup ne bitiyor. Bir iki günlüğüne Büyükelçiliğimizde misafir olacağım. Büyükelçiliğimize bir sokak kala durup üstümdeki kıyafeti bir apartmanın park yerinde değiştiriyorum, sokaktaki insanlar ne yapıyorum diye bakınıyor. Elçimiz Ece Hanım orada mı değil mi bilmiyorum, olur da tanışırsak en azından üstüm başım biraz temiz olsun kokmayayım. Elçiliğe vardığımda kapıda çalışan yabancı güvenlik görevlileri geldiğimi haber ediyorlar. 10 senelik seyahat hayatım detaylıca gördüğüm 47. Büyükelçiliğimiz olacak. Diplomatlarımızın dediğine göre Dışişleri Bakanlığımızın tarihinde hiçbir diplomatımız, Büyükelçimiz ve Dışişleri Bakanımız benim kadar Türk misyonu görmemiş, buna bakanları, milletvekillerini, başbakanları, cumhurbaşkanlarını da katabiliriz. Bu seyahatin sonunda özel olarak Türk Büyükelçiliklerimiz ile ilgili bir eser de çıkartmayı düşünüyorum. Elçiliğe vardığım Büyükelçimize söyleniyor, kendisi ve diplomatlarımız ile de tanışıyorum. Sağolsunlar, bir iki gün elçilikte kalmama izin veriliyor. 2 katlı müstakil bir ev. Büyük binalar arasında sıkışıp kalmış eski bir yapı fakat görüntüsü hoş. Az sayıdaki personeli ve diplomatı ile ülkedeki Türk vatandaşına yardımcı olunuyor.
Bu arada kıtaya ilk vardığımda Kolombiya’da yaşayan Hamdi mesaj atmıştı fakat aradan 3 sene geçmişti. Arjantin’de yaşayan arkadaşım Umut onun da arkadaşıydı ve bana mesaj attı; “Gürkan, Hamdi seni bekliyordu misafir eder, ona bir mesaj at.” Ben de mesaj attım. Hamdi zaten takipteymiş o sıralarda:
-Abi gözünü seveyim ne elçiliği. Ev var, buyur gel burada birlikte kalalım tek başıma kalıyorum.
-Hamdi sağolasın, bugünü elçilikte geçireyim öyle gelirim. Zaten uzun soluklu kalmayacaktım burada.
Normalde büyükelçilerimiz istediğim kadar elçilik binasında kalmama her zaman izin vermişlerdir. Fakat Kolombiya Bogota elçiliğinde ilginç bir durum olmuştu. Elçiliğe ödenen ödeneklerde kesintiye gidilmişti ve elçilikte bir güvenlik veya çalışan kalmıyordu. Türkiye’den sadece bir güvenlik ateşesi gönderildiğinden o da gündüzleri çalışıyordu. Saat 19:00’da elçilik tamamen kapatılıyor, binanın içine girmek de yasak. Yani mutfağa yemek yapmaya giremediğim gibi binanın dışına da çıkamıyorum. Binanın dışındaki küçük odada konaklamama izin verilmişti. Yemek pişirme veya acil bir durumda dışarı çıkma gibi bir durum yoktu. Hali ile burada sadece bir veya iki gece kalıp sonrasında kendime bir hostel bakacakken Hamdi sağolsun evine davet etti.
Hamdi Kolombiya’da çalışıyor. Yıllarca oda otostop ile dünyayı gezmiş, sonrasında sabit bir işe girip çalışmaya başlamış. Gezerken benim anılarımı da okumuş; “Abi ben de 50 küsur ülke gördüm, gezdim dolandım. Senin anlatım tarzın hep hoşuma gitmiştir, farklısın o yüzden de hep takip ettim.” Ufakta olsa gezilerimde verdiğim detaylar belki yardımcı olmuştur.
-Abi şimdi madem geldin olaya girelim, seni bekliyordum. Bisiklet alacağım.
-Ne tarz?
-Yol bisikleti.
-Yol bisikletleri konusunda fazla malumatım yok fakat bildiğim kadarı ile yardımcı olayım.
ABD’den sipariş verdiğimiz bisikleti Pinerello markasının disk fren dia2 (otomatik vites) seçenekli Dura Ace ekipmanla donatılmış karbon bir bisikletiydi. Hali ile bende bisiklet yoktu. Kron Bisiklet bana yeni bir bisiklet gönderecekti fakat bu bisikletin geliş tarihi de belli değildi. Üstelik virüs yayılmaya ve her alanda olduğu gibi bisiklet sektöründe de üretimleri aksatmaya başlamıştı. Yeni bisiklet öyle hemen gelecek gibi gözükmüyordu. Türkiye’den Kron Bisiklet’ten bir yol bisikleti istedim.
Başkent Kolombiya’da herkesin altında yarış bisikleti vardı. Gezdiğim 62 ülkede böyle bir manzara görmedim. Hani bizde ata sporu güreş deriz ya, işte burada bisiklet ve bisiklet sporu. Ne İspanya, ne Fransa, Ne Güney Afrika, ne, İskandinav ülkeleri, ne Şili, ne Japonya, ne Çin; hiçbir ülkede bisiklet bu şekilde sportif amaçlı kullanılmıyor. Bisiklet sporuna gönül vermiş insanların Bogota ve Medelin’de bisiklet sürmelerini canı gönülden arzularım. Hali ile durum böyle olunca ve uzun bir süre de başkent Kolombiya’da kalınca bisiklet sponsorum olan Kron Bisiklet’ten bu yaz Türkiye’de satacakları yo bisikleti modellerinden birini istedim. Tur bisikletim gelince de bu bisikleti tekrar geri gönderecektim. Bu reklam ve pazarlama açısından iyi bir hamledir. Türk Havayolları’nın Bogota şube müdürü Cemal’in yardımı ile de Türkiye’den bisiklet gönderildi. Burada benim açımdan önemli olan konu bisikletsiz kaldığım bir şehirde bana bir bisiklet gönderilmesiydi, bu benim için kafi. Üzerinde hangi set grubu ne var ne yok umrumda olmaz.
Gönderilen bisiklet Kron’un 2019 yılında satışa çıkardığı Sora setli RC3000 alüminyum yarış bisikleti. 35 kg olan bir tur bisikletinden böyle bir bisiklete geçince hali ile bendeki etkisi son model üst donanımlı bir yarış bisikletine biniyormuşum gibi oldu. Oldukça hızlı ve seri, renkleri de janjanlı hoşuma da gitti. Normalde her zaman siyah ve sade severim, bunun böyle olmasının önemi yok. Takip edenler “neden sana ellerinde bulunan en iyi model yol bisikleti Kron R1 göndermedi” diye çok sordu. En pahalı modeli göndermektense daha ucuz olan bir modeli göndererek herkese ulaşmak daha akıllıca. Dediğim gibi bu bisiklet geldikten sonra Hamdi ile 100 km turlara başladık, sonrasında Kolombiya’da yaşayan Ali de bize katılmaya başladı ve haftasonlarını güzel bir bisiklet turu aktivitesine döndürdük.