Lima’ya yaklaştıkça araç trafiği de beraberinde artıyor. Kafamdaki plana göre Lima’da 3 hafta geçireceğim. Bu süre zarfında çektiğim fotoğrafları ve notlarımı düzenlerim. Büyük ihtimal internet sayfama bir şey yazmam. Bilgisayarımdaki mekanik sıkıntıdan dolayı yazmayı istemiyorum, hevesimi kaçırıyor. İlerleyen zamanlarda tamir ettirebilirsem ki Güney Amerika’da servisi yok, yoksa yenisini alacağım (ve bu olaydan 1 yıl sonra yeniledim). Lima’ya yakın bir yerde yolun karşı tarafından Şili istikametine giden bir tur bisikletiçisi görüyorum. İkimiz de birbirimizi farkedince yavaşlıyoruz. Ben de araç trafiğine dikkat edip yolumu değiştiriyor ve O’nun tarafa geçiyorum.
Jennifer, Kolombiya’dan yola çıkmış. Güney Amerika’nın en güney ucuna doğru gidiyor. Aslında ben O’nu, O da beni Instagram’dan biliyoruz. Önümüze sevdiğimiz tarzda seyahat fotoğraflarını çıkartan algoritmalar, birbirimizin fotoğraflarını da zaman içinde çıkartmış ve bizlere göstermişti. Güney Amerika hem bu kıtada yaşayanlar için, hem de diğer kıtalardan bu kıtaya gelip bisiklet turu yapacaklar için oldukça renkli ve her keseye uygun, gezmek için hesaplı bir kıta. Tarihti, yemekti, kültürdü her şey var.
Olumsuzlukları olsa da gene de bisikletle gezilecek kıtalar sıralamamda benim için üçüncü sırada yer alır. Sıralamam da şimdilik şu şekildedir; 1. Asya, 2. Afrika, 3. Güney Amerika, 4. Avrupa, 5. Avusturalya, 6. Kuzey Amerika. Aslında Kuzey Amerika ve Avusturalya’nın şimdilik sonda olmalarının sebebi iki kıtayı da daha önce gezip görmediğimden dolayı. Yıllar içinde bu soruyu daha net kendime göre cevaplamış olurum. Jennifer ile hala Whatsapp üzerinden arada bir sohbet ederiz. (25.10.2020 tarihinde hala yollardaydı.)
Lima şehrine yakın bölgelerde çok güzel ufak kasabalar bulunmakta ve bu kasabalar özelikle Lima’da gelir seviyesi biraz daha yüksek insanlara hitap ediyor. Sahil kenarlarında çok güzel villalar, restoranlar veya kordonların olduğu güzel yerler var. Ayrıca Lima çevresinde oldukça meşhur sörf alanları da var. Kite board yapılan güzel bir alan da var. Her neyse; Lima’ya yaklaşırken bir yerde mola verdim yemek yiyorum, telefona bir mesaj geldi. “Gürkan seni uzun zamandır takip ediyorum, adım Zeki Şener Türkiye’de öğretmenim. Şu an GPS’den nerde olduğunu görüyorum. Birazdan yanından otobüs ile geçeceğim. Lima’ya doğru gidiyorum müsait olduğunda görüşmek isterim.”
Süper. Sayfamda yer alan GPS’den takip edip nerede pedalladığımı görüp öyle mesaj atıyor. Tabiki de görüşeceğiz. O gün içinde Lima’da yaşayan Tahsin Memişoğlu da mesaj attı. “Lima’da yaşıyorum seni misafir edeceğim.”Atilla’yı daha önce söylemiştim zaten. O’nun da kaldığı Zig Zag Hostel’e doğru pedal çeviriyorum. Ben de orada kalıp bir süre dinleneceğim. Belki bir ay, belki bir aydan da fazla ne kadar kalırım bilmiyorum. Lima Türk Büyükelçimize de önceden haber veriyorum. Peru’ya girdiğimden beri sözleşmeli personelimiz Okan ile irtibattaydım. Büyükelçimiz Ali Rıza Özcoşkun Ankara’da bulunuyormuş fakat Peru’ya geldiğinde bir organizasyon yapacağız ve misafir edeceğim demiş. Fakat Ali Abi gelmeden önce illaki elçiliğe gider diplomatlarımız ile kesinlikle tanışırım demiştim.
Antik kentlerdi zirvelerdi, tozdu topraktı derken en fazla molayı 10 gün ile Calca’da vermişim. O zaman bile sürekli bir yerlere gitme, gezme durumu vardı. Öyle bir oturayımda dinleneyim soluklanayım durumu olmadı. Başkent Lima bedeni dinlendireceğim yer. Tansiyonumun 16/12 şeklinde çıkışları hoşuma gitmiyordu. Bunun asıl sebebi irtifa kaybını çok hızlı yapmamdı. Evet, bunun farkındaydım fakat içimden bir ses, hem sol kolum ve omuzun ağrısı hem de bu tansiyon durumundan dolayı durmam gerektiğini söylüyor.
Lima’da Zig Zag Hostel’e yerleştim. Buraya beni Atilla davet etti. Atilla bir yazılımcı, hem geziyor hem de işini yapıyor. Bu hostelde daha önce de kalmış. O zaman kaldığında hostelin bilgi işlem alt yapısını halletmiş, aynı zamanda burada çalışıp konaklamayı da bedavaya getirmiş. Burada çalışması ve dünyayı gezmesi, hostelin işletme yapısını değiştirip müşteri memnuniyetini arttırmış. Hep derim; evrensel mesleğin varsa dünyanın her yerinde iş bulursun. Bunlardan biri de yazılım. Bilgisayar kodu dünyanın her yerinde aynı, bu da demek oluyor ki her yeri ofisin olarak kullanabilirsin. Atilla da uzun süredir bisikleti ile geziniyor.
Toplama bir bisiklet, yani üzerinde ordan burdan ne bulduysa takmış. Yaklaşık bir ay boyunca hostelin terasında gece sohbetleri yaptık, süperdi. Bu hostelde kalırken Güney Amerika’yı otostopla gezen Mustafa Sipsi de hostele gelip selam verdi. Derken Youtube kullanıcılarının sevdiği bir başka gezgin Berkan Bilgiç de hostele geldi. 4 gezgin oturup muhabbet ettik. Bu tayfa sonrasında daha da büyüdü.
Zeki, Atilla, Mustafa ve ben hep birlikte Tahsin’in evinde buluştuk. Öyle bir kere falan da değil. Tahsin bize ne yemekler yaptı, of öyle böyle değil. Adam börek açtı. Yahu şehirden ayrılırken paket paket Türk yemeği yapıp verecek diye korkmadım değil. Peru’da gezginlerin bir numaralı dostu. Şehri birlikte gezdik, Peru folklorik gecelerine, gece hayatına hep birlikte aktık. Çok keyifli muhteşem bir grup haline geldik. Tahsin, Peru’da ticaret için çok geniş yelpazede girişimler yapıyor. Çalışmalarını, Türkiye’den gönderilen ürünleri hepsini bizimle paylaştı. Yıllar içinde Peru’da güzel işler yapacağına inanıyorum. Zeki ile dostluğumuz devam ediyor. Birlikte komik anılarımız var. Hatta Türkiye’ye döndüğünde öğrencilerine internet üzerinden sunum verme imkanım bile oldu. Berko ve Mustafa da Güney Amerika seyahatlerine bir süre birlikte devam edip sonrasında Türkiye’ye döndüler. Yolun karşıma çıkardığı güzel insanlar.
Hostelde kalınca bisikleti iki gün hostelin bahçesine park ettim. Tamam güvenli bir yer fakat gene de içeriye girip çıkan onca insan var. Herkesi tek tek çıkışa kadar takip etmiyorlar. Hali ile bisikleti başkentte bırakabileceğim her zaman en güvenli alan Türk Büyükelçiliği oluyor. Bu vesile ile diplomatlarımızla tanışma fırsatım da oldu. Elçilik binası güzel muhitte ve binamız da oldukça iyi durumda. Birçok elçiliğimize nazaran daha güzel desem daha doğru olur. Başkatip Pınar ve Okan ile tanışıyorum. İlerleyen günlerde de 2. Katip Nadide ile tanışıyorum. Hepsi birbirinden tatlı, sohbetleri çok güzel insanlar. Lima’da kaldığım günler içinde yemeklerdi, sabah kahvaltılarıydı elçilikte iş sonu çayı kahvesiydi.. Akşam birlikte mekan mekan gezdiğimiz bile oldu. Nadide şehir içinde motosikleti ile dolanıyordu. Hatta motosikletine diplomatik plaka aldığını gördüğüm ilk diplomatımızdı .
Pınar müsteşarlık yolunda emin adımlarla ilerliyor fakat öte yandan aklında hep dünyayı gezmek var. Bisikleti de elçilikte bırakmıştım. Şöyle bir durum oldu; benim bisiklete 8 yıldır saldıran hiç kimse olmamıştı ve bu saldırı en güvendiğim yerde başıma geldi. Evet elçilikte duran bisiklete sincaplar saldırmış. Bu saldırı sonucunda 1 adet Ortlieb 4 litrelik su tankım, 1 adet Ortlieb 6 litrelik dry bag, 1 adet 16 litrelik sele arkası Ortlieb çanta ve 1 adet termal suluğum sincaplar tarafından parçalanmıştı. Maddi anlamda ciddi bir hasar vermişlerdi. Vay arkadaş hiç böyle bir şey olacağı aklımın ucundan geçmezdi. Elçilikteki arkadaşlar da şok haha. Bu da güzel bir deneyim oldu. Bundan sonra bahçeli elçiliklerimizde bisikleti kesinlikle kapalı bir mekana bırakacağım.
Lima’da müze ücretleri biraz pahalı olduğundan ve sağlıkla ilgili sıkıntılara para ayıracağımdan dolayı diğer tüm giderleri de biraz kısmak zorunda kaldım. Japon hastanesine gittim. Güney Amerika’da hadi bir gidip kan tahlili yaptırayım da sonuçlara baktırayım gibi bir sistem yok. Önce kendini bir doktora göstereceksin. O senden bir muayene ücreti alacak. Karşılığında sana bir kağıt yazacak, hastanın kan tahlili veya başka işlemler yapılabilir diye. Ondan sonra sen de o kağıdı gidip yetkili kişilere vereceksin. Şimdi benim istediklerim neler: EKG olsun hazır durmuşken şu kalbe bir baktırayım durum ne? Sonrasında kan tahlili şart. Eee, bu omuz boyun için röntgen de şart. İdrar tahlili de yaptıralım. Yaptırmışken tam olsun di mi? Neyse dokturdu, tahlillerdi her şey bitti, 3 gün sonra tekrar neticeleri almaya gittim. Tabi rakamlardan fazla bir şey anlamadığımdan doktora geri gittim. Doktor şöyle bir baktı ve işemede sıkıntı var mı dedi, hayır yok dedim. Prostat değeri yüksekmiş. Nasıl yaa? Ürolog görecek. 40 yaşına gelmişim şu zamana kadar ürologa bir kere gitmiştim o da apış arasında çıkan bir olaydan dolayı. Neyse gittim üroloğa kağıda baktı. Sonra da bana arkaya geçin pantolonu indir dedi. Değerler yüksekmiş, yahu keşke benim doktora Türkiye’ye gönderseydik. Neyse arkaya geçtik indirdik pantolonu, ben sanıyorum adam ön taraftan yumurtalıkları elleyecek falan, arkanızı dönün deyince durumu çaktım, ooo amca eldiven de giymiş. Döndük vazelinleyip şak diye parmağı soktu çıkardı. Yok prostat sağlam görünüyormuş. Bir şey yok ama değer yüksek. Bana bir dolu ilaç yazdı. Ulan ben o ilaçları içersem ölürüm zaten. İlaç içmeyen adama ne ilacı yahuuuu. Durumdan kıllandım. Hastaneden çıktım, verileri bizim doktor arkadaşlara gönderdim. Onlar da “evet Gürkan değer yüksek çıkmış” dediler. Yahu benim prostatım neden yüksek çıkar, çok ilginç bir durum. Sıkıntım da yok. Bir daha test yaptıracağım. Başka bir kliniğe gittim. Doktora test sonuçlarımı gösterdim. Tam kan örneği ve idrar örneği alınacak doktor şöyle bir soru sordu: Bu kan ve idrar testlerini vermeden önce cinsel ilişki yaşadınız mı dedi? Ahaaa!! Evet dedim. Peki en son ne zaman cinsel ilişkiye girdiniz dedi. Dün gece. Şimdi bu bilgiyi neden paylaşıyorum; erkek okuyucularım için çok önemli bir bilgi, özellikle 35 yaş üstü için önemli. Eğer kan ve idrar testi yaptıracaksanız nasıl ki sabahtan bir şey yeme içme diyorlar ya, hah işte prostat değerleri gibi bazı değerlerin de yüksek çıkmaması için en az 3 gün önce cinsel ilişki yaşamış olman gerekiyormuş. Bunu doktor arkadaşlarım da söylememişti bana, ilk testin yapıldığı hastanede de iki doktor da söylememişti. Türkiye’de ki doktor arkadaşlarla durumu paylaşınca; “aaa doğru Gürkan aynen öyle bir durum var aklımıza gelmedi” dendi. Bu durumu öğrendikten 3 gün sonra tekrar testleri yaptırmaya gittim ve her şey normal çıktı. Yani göte parmağı yediğimizle kaldık. Güney Amerika’yı motorla gezen doktor arkadaşım Erol hep söyler; “Her erkek 40 yaşından sonra o parmağı yiyecek, bunu aklınızdan çıkarmayın.” diye. Boyun ve omuzdaki ağrıların sebebi de belli oldu; teee lisede yüzme takımındayken havuzda yaşadığım bir sıkıntıdan dolayı boyunda sinir sıkışması var. Arada bir uyuma pozisyonumdan dolayı nüksediyor, bu sefer daha fazla ağrımasının sebebi ise yaş aldıkça baskının biraz daha artması ile yaşanmış. Eee normal, o kadar olacak. Eh o halde iyi gözüküyorum yola devam edeyim : )
Bu parçalanan ekipmanlardan bir tanesinin siparişini ABD’den vermek zorunda kaldım. Su tankı önemli bir mevzu. O tank aynı zamanda benim açık arazide veya benzin istasyonunda olsun, başka yerde olsun duş almamı sağlayan bir aparattı. Çocukluk arkadaşım Zeynep Köksal’ın aracılığı ile Lima’da Selim ve eşi Anita ile tanışma fırsatım oldu. Denk geldi onların bir arkadaşı da ABD’den gelecekmiş, istediğin bir şey var mı diye sordular? Ben de bu aparatı söyledim ve 2 gün sonra elime ulaştı. J Selim Peru’da Perulular’ın yetiştirdiği patateslerin yurtdışına ihracatı ile ilgilenen bir firmada çıkan ürünlerin kalite kontrollerini yapan biri. Peru’da yıllardır yapılan teraslama sisteminin bazı inceliklerini de kendisinden öğreniyorum.
Gittiğim ülkelerde arada bir Starbucks’a uğrar hem kahvemi içerim hem dolanan insanları seyrederim bu sırada da yazılacak anılarımı yazar veya fotoğrafları videoları düzenlerim. Başkent Lima’da da bir Starbucks’a gittim. Sanırım şimdiye kadar gördüklerim arasında en iyisiydi. Starbucks içinde bir kitapçı ve kediler var. İçerde kafalarına göre takılıyorlar kedicikler. Arada bir kucağına geliyorlar veya ayak dibinde oturuyorlar falan burada vakit geçirmek çok hoşuma gitmişti.
Şehir içi ulaşımında da büyük çoğunlukla elektrikli Scoterları kullanıyordum. Bunlara uygun yol henüz yapmamışlar. Başkent Lima içinde bisiklet yolu ağı oldukça az var fakat bir noktadan diğerine bağlantı bulması çok zor. Bir önceki yazımda bahsetmiştim Fenix ve Hilal’in evine de ki mesafe uzundu bu aletle rahatçana gitmiştim
Peru içinde yolun kalanında, başkent Lima öncesinde olduğu gibi yükseklere çıkmaca yok artık. Tabi Peru içinde yok, Ekvador Kolombiya’da devam. Şimdi sıra yıllardır merak ettiğim ve benim için Peru’daki en önemli alana geldi. Lima’ya yakın bir yer ama bir çok kişinin gözünden kaçan veya meşhur olmadığı için gidilmeyen bir alan. Aslında Kuzey Amerika ve Güney Amerika kıtasında yer alan en önemli tarihi kent. Daha eskisi yok. Daha eski bir yerleşke de yok. Dünya için Göbekli Tepe ne anlama geliyorsa işte bu nokta Hem Kuzey hem de Güney Amerika için o anlama geliyor.
Bu gideceğim alanı ilk defa Arjantin’de bir müze gezisi sırasında tesadüf eseri müzeyi gezen başka bir gruptan öğrenmiştim. Araştırma yapıp okumaya başlamış ve öğrendiklerime de çok şaşırmıştım. Yıl 2017 ve böyle önemli bir noktayı daha yeni öğreniyordum. Lise ve üniversite yıllarında ne televizyonlarda burayla ilgili bir belgesel seyrettim ne de gezi hayatım boyunca bu alanla ilgili bir şey duydum. Öğrendikten iki sene sonra şimdi bu son derece önemli noktaya doğru pedallamanın vakti geldi. Caral medeniyetinin başkenti Caral Antik Kenti.
CARAL ile ilgili bir şeyler yazılmış çizilmiş internette fakat gezginler tarafından değil de daha çok turizm firmaları tarafından yazılan yazılar var. Önemine falan değinilmiş başka detayları görmek çok zor. Ortamın biraz toz toprak olması ve büyük yerleşim yerlerine uzak olması sanırım burayı cazip kılmıyor. Ayrıca CARAL medeniyetine ait olan ve CARAL antik kenti ile başlayıp deniz kıyısına kadar 23 kilometrlik uzun koridorda, medeniyetin diğer kasabalarını da incelemeye ve gezmeye başladın mı Maçu Piçu buranın yanında cücük kadar kalıyor. Bunun yerine otobüslerle Lima’dan günübirlik seyahatlerin yapılması daha cazip geliyor. Fakat dediğim gibi toz toprağın içinde bir alan. CARAL, başkent Lima’ya normal şehirlerarası yoldan 180 kilometre uzaklıkta. Konaklama konusunda da civarda işletmeler var fakat öyle diğer meşhur alanlarda ki gibi değiller. Ben de çadırda kaldığımdan bölgedeki konaklama alanlarını detaylı incelemedim.
CARAL medeniyetinin bu antik kentine başkent Lima’dan çıktıktan sonra 71 km ve 46 km yaparak iki günde arka yoldan gidiyorum. İkinci gün 46 kilometrenin tamamı arazi yolunda geçiyor. 4×4, motosiklet ve bisikletle seyahat eden herkese bu arka yolu tavsiye ederim. Oldukça hoş dağ yolu manzarası var. Bu yolun ufak bir alanı tavuk çiftliklerinin içinden geçiyor ve bir kere daha tavuk yemeyi bırakmakla ne kadar doğru bir karar aldığımı farkediyorum.
Caral yerleşkesine girmeden önce büyük bir kum tepesinin yanıbaşına çadırımı kuruyorum. Akşama doğru varmışım, girip haldır haldır içeride gezmenin alemi yok. Burası önemli bir nokta detaylıca gezmekte fayda var. Heyecen da var bira çadırı kurduğum yer dünyanın en eski medeniyetlerinden birinin hemen yanı başı en yakın piramit 300 metre ilerimde böyle alanlarda insan kendini garip hissediyor. Gece boyunca da bir baykuş çadıra dandı mı? Guguuuuk guk guuuuguk guk. Ulan sus. Yok, iki defa çadırdan çıkardı beni zibidi. Sincaplardan sonra birde baykuştan darbe yemesin bisiklet. Şimdi yazıyı okuyan, Peru’yu bilen gezen birçok kişi “Gürkan abartıyorsun, tarihi açıdan Peru’da çok daha önemli noktalar var.” diyebilir. Ülkemizden gelip paylaşacağım noktaları gezen de azdır yabancı ülkelerden gelen de az sebebini de yazdım. Paylaşmaya başlayayım.
Yapılan araştırmalarla CARAL medeniyetinin M.Ö 3.000 den daha eski olduğu kanıtlanmış durumda M.ö 5000 kadar yolu var. Kuzey ve Güney Amerika’nın en eski yerleşkesi Caral. İlk yapılar M.Ö 2.800 – 2.500 yıllarında yapılmış. Yaaa öyle küçük bir yerleşke de değil ha. İçeride tam 7 adet piramit ve daha birçok sosyal alan var. Evet bayağı bildiğimiz piramitler var. Günümüze kadar erezyondan dolayı büyük kısmı dayanamamış fakat gerçeklerine uygun şekilde bu piramitlerin hemen hepsi günümüzde arkeologlar tarafından restore ediliyor. Heybetli ve etkiliyeci olduklarını söyleyebilirim. Gerçi Peru’da yapılan restorasyon işlemlerinden önceki yazılarımda bahsetmiştim. Nispeten bu alandaki çalışmalar daha başarılı gözüküyor. Hatta girişte İngilizce bölge hakkında bilgiler, her piramit veya yapının önünde İngilizce açıklamalar ve uzun zamandır görmediğim bizlerin de unutulmadığı bir “Hoşgeldiniz” işareti girişte bulunmakta biraz küçük ama buna da şükür. (en son Güney Afrika’da görmüştüm.)
İçeri giriş için buraya değecek bir ücret ödeniyor. Ayrıca bu alanda öyle elini kolunu sallaya sallaya gezdirmiyorlar. Kesinlikle rehber hizmeti alınmak zorunda. Rehbersiz içeride gezmek yasak. Normalde bu duruma kızan biriyim, fakat bu alan diğerlerinden farklı. Arkeolojik çalışmalar devam ediyor ve insanların arkeologları rahatsız etmemesi veya onların çalışma alanına girmemesi gerekiyor.
İnka, Wari, Siphan ve daha birçok Peru medeniyetinden binlerce yıl önce varolmuş bir medeniyet Caral medeniyeti. Güney Amerika’da Maya ve Afrika’da yer alan Mısır piramitlerden yüzyıllar önce yapmış adamlar koca piramitleri. Sosyal alanları, su kanalları, tapınaklar, adak alanları, yıldızları izlemek için yaptıkları alanlar ve daha birçok detayın olduğu yerleşkeler ile zengin ve büyük bir medeniyet. Yukarıda da dediğim gibi sadece bu şehirden oluşmuyor Caral medeniyeti, okyanus kıyısına gidene kadar Miraya, Lurihuasi, Chupacigarro, Allpocoto ve okyanus kıyısında da Vichama ve başka onlarca yerleşke de var. Hepsinde kazı çalışmaları da harıl harıl devam ediyor
Caral medeniyetinin ortadan yok olmasının en büyük sebebi iklim deşiklikliği ve bölgede gerçekleşen depremler. Yağışın fazla olması kumdan yapılan piramitlerde erezyona sebep olmuş gene aynı şekildi fazla yağış tarım arazilerini yok etmiş.Üstüne de depremler gerçekleşince bölge halkı bu alanı terk ediyor. Buranın keşfedilişi de enteresan 1948 yılında Amerikalı tarihçi Paul Kosok bu alanı keşfediyor fakat gel gelelim o zamanlar bile rağbet görmüyor çünkü ortalıkta elde tutulur hiç bir halt yok. İnka çizgileri, Machu Pichu , Tikikaka gölü ve çevresi gibi değerlere sahip olunca ülke bu tozun toprağın arasında alan önemsiz görünüp karbon testi bile yapılmadan atlanıp gidilmiş. 1975 de Peru Mimar Carlos Willim And dağlarındaki Antik kent mimarisini incelerken meslektaşı Ruth Shadiy tarafından Anfi tiyatro ve piramitler fark ediliyor ve yapılan araştırmalarda da Afrika’da Mısır uygarlığının en şaşalı dönemlerinin yaşandığı tarihlerde aynı şekilde Güney Amerika’da da Caral uygarlığı aynı şaşalı dönemini yaşıyormuş. Yalnız tekrar yineleyeyim burası Kuzey ve Güney Amerika ‘da yer alan en eski yerleşke sadece Güney Amerika’nın değil
Caral’dan sonra bisikletle tek tek bu yerleşkelere de uğradım fakat arkeolojik kazılar devam ettiğinden dolayı beni içeriye almadılar, sadece bir tanesine girebildim. Vichama, O’na da iyi ki gitmişim. Zaten okyanus kıyısına kadar gidiyorsun ve küçük bir kasabanın içinde bu antik kentte
Gördüğümde çok şaşırdığım bir işarete veya kabartmaya denk geldim. Vichama antik kenti de döneminde oldukça büyük bir yerleşkeymiş. Bu alanı da gene rehberle gezmeme izin verdiler. Rehberin gelmesini 1 saat kadar bekledim. Pek ziyaret edilen noktalar değiller. Bu yüzden mekana vardığınızda oradaki yetkili kasabadan rehberi telefonla çağırıyor. Rehber içerideki yapıları anlatırken toprağın altında daha gün yüzüne çıkarılması gereken çok eser olduğunu da dile getirdi. Bu arada yapıların hangi kriterlere göre yapıldığını da aktarıyor. En tepede tapınaklar, zenginlerin yerleşkeleri, tapınakların etrafında sosyal alanlar şurada falan diye söylüyor. Bulunduğumuz noktadan karşı tepeye bina dikip oturan insanların evlerine bakıyorum. Çünkü karşıda yer alan tepe bizim bulunduğumuz noktadan çok daha yüksekte. Hiç karşı tarafta arkeolojik kazı çalışması yapıldı mı diye sordum, hayır yapılmadı dendi. O dönemde insanların inançlarından dolayı yükseklik takıntıları vardı. İnanıyorum ki bir araştırma veya kazı yapılsa, karşı tarafta da bir dolu eser çıkacak ama işte Peru’nun da bu çalışmalara ihtiyacı var mı? Kazdığın her yerden bir şey çıkıyor ve bir çok alanda oldukça meşhur. Kazı çalışmalarına o kadar para verdikten sonra onun bir de geri dönüşü olacak. Yukarı da Caral da işte bu yüzden bu kadar geç keşfediliyor.
Vichama’da gördüğüm şekli gördüğümde hooooop anılarımda kıta değiştirip Fas’a gittim. Ee bu şeklin aynısı 1.500 yıldır Amazith dilinde ve bayrağında var. Fas’da yerliler kullanıyor bu işareti. Özgür adam anlamına geliyor. “Hiç bir şeyim yok, hiç bir şeye de ihtiyacım yok” Bak bu ilginç oldu. Amazith dili de Germen dil grubundan, ee bunların kökeni de İskandinav coğrafyasına dayanıyor. Oo karman çorman oldu ortalık. Yanımdaki rehbere aynı şeklin Fas’da olduğunu söylediğimde şaşırıyor. Hatta o an internetten hemen Fas’da çektiğim fotoğraflardan birini gösteriyorum. Şeklin uzun yıllardır kullanıldığını da dile getiriyorum. O da bir bağ kuramıyor. Belki de hakikaten tesadüftür : ) . Bu arada aynı simge gene Kolombiya’da da kullanılmış. Bu şekil bana bir başka şekli anımsatıyor ki o da apayrı bir konu, sanki şekil zaman içinde değiştirilmiş gibi, derken aradığımı da buluyorum. Ulan hiç insanın aklına gelmez ha kafama göre ordan oraya takılırken pedallarken nelere denk geliyorum. Hayret etmiyor değilim.
Gene bu güzergahta ilerlendiğinde Siphan Kralı’nın anıt mezarına gidilebiliyor. Onu da bir piramitin yanına gömmüşler (yukarıdaki kum tepeleri aslında piramit yağmur suları bu hale getirmiş), bu mezarlık ve bölgeden çıkarılan eşyaların sergilendiği muhteşem iki müzeye de uğradım. Bu müzelerden en iyisinin içinde birinci turu attıktan sonra ikinci turu atarken güvenlik tarafından çıkarıldım. Neden diye soracak olursanız; içerde fotoğraf çektiğimden dolayı bir daha almamak üzere çıkardılar. Fotoğraflarımı da silmek istediler fakat çekilen fotoğrafların yedeğini cep telefonuma o sırada anında aktardığımdan birkaçını kurtarabildim. Flash kullanmadan Sidan Kralı’nın meşhur altın zırhını çekmek istemiştim. Kameralardan oldukça iyi seyrediyorlarmış, halbuki çaktırmamaya da özen göstermiştim : ) . Adamlar içeri girerken özellikle defalarca her kapıda kameranız telefonunuz kameranız telefonunuz dediler. Durumu önceden bildiğimden girişte hepsini saklamıştım. Sipan Kralı’nın eşyalarının bulunduğu müze ile gömüldüğü yer arasında biraz mesafe var fakat her iki noktayı da görmek güzel oldu. Peru’nun zengin tarihi ve yerel halkı konusunda oldukça bilgi verdi. Yani İnkalar’a gelene kadar ne şaşalı krallıklar ne medeniyetler var bu toprakta. Üstelik dünya tarihi ile ilgilenen herkesin ilgisini çekecek çok enteresan detayların olduğu bir güzergah
Ekvator’a gidene kadar yolun büyük bir çoğunluğunda çöl coğrafyası hakim ve bu çölün bir kısmında 212 kilometrelik bir mesafeyi çok kısa sürede biraz da rüzgarın desteği ile alıyorum. Tam kasabaya yaklaştım yahu yolun ortasında ilginç bir siyah duman var, o ne derken dumanın bana doğru hızla geldiğini biraz geç anladım. 30 km hızla bu siyahlığa biraz daha yaklaşınca artık durmak için çok geçti, içinden geçmek zorundayım. Eşek arısı sürüsüymüş. Kolumda uzun kollu gömlek, kafada çöl şapkası, gözde gözlük ve çölde pedalladığımdan kum taneciklerinden dolayı da ağzımda buff vardı. Her tarafım kapalı olmasına rağmen nasıl olduysa bu arılardan biri buff ile gözlük arasından geçip göz kapağımın üstünden sokmayı başardı. Ne bağırabildim ne durabildim. Tüm hızımla sürmeye devam ettim. Arıların arasından çıkınca hemen durdum.
Çok büyük bir tehlike atlattım, ilk defa böyle bir şey başıma geliyor. Durduğum yerde gözüme hemen marketten aldığım soğuk suyu koydum, bu arada yanımdaki küçük bir aynadan da gözün durumuna bakıyorum. İğne üstünde kalmış. Ertesi gün sol gözüm tamamen kapandı. Hali ile ben de birkaç gün sınıra yakın olan Piura adlı bu şehirde biraz dinlenip öyle yola devam ettim.
Sıradaki ülke Ekvator, bakalım orada ne gibi maceralar bekliyor derken ülkede halk ayaklanması gerçekleşti. Bu sefer ben ülkeye girmeden olaylar başladı.